KİM KİMDİR FİRMA REHBERİ Hemen Üye Ol Üye Girşi
Uye Girişi
Giriş
Beni Hatırla
Yeni Üye Kayıt
Haber sitemizin aktivitelerinden yararlanmak için üyelik başvuru yapın.
Hemen Üye Olun
Uye Hizmetleri
 
25 Nisan 2024 Perşembe
°C

Yılmaz: çözümde kararlıyız

Ciddi engebelerin yer aldığı çözüm sürecinde hemen herkesin ortak kanaati, “her fırsatta yeni bir engel çıkarılıyor” şeklinde. Umutla beklenen sona yaklaşılırken başlayan yeni tartışmaları, oluşan beklentileri, hükümetin tutumunu, güvenlikle ilgili düzenlemeleri ve daha birçok konuyu Kalkınma Bakanı Dr. Cevdet Yılmaz ile konuştuk.

Yılmaz: çözümde kararlıyız
31 OCAK 2015 CUMARTESİ 04:49
0
1241
0
AA aa

Çözüm Sürecine dair hükümetin tavrını en duru haliyle “Kararlıyız” sözüyle özetleyen Bakan Yılmaz, çözüm sürecinin kritik virajlarından biri olan 6-8 Ekim olaylarından sonra gündemde daha yoğun yer alan “Kamu Düzeninin Korunmasına Dair Düzenlemelere” ilişkin eleştirileri de yanıtladı: “Çözüm Süreci ve Kamu Düzeninin Korunmasına Dair Düzenlemeler birbiriyle bağlantılıdır. Buradaki temel amaç, milletin korunmasıdır. Lakin ideolojik yaklaşımlarla farklı sapmalar oluşturma gayreti var. Tüm olumsuzluklara rağmen milli iradenin gücüyle süreci kararlılıkla yürütüyoruz, mutlu sona ulaşacağımıza da inanıyoruz.”

İşte Bakan Yılmaz ile Çözüm Sürecine dair o röportajın öne çıkan satır başları…

Birçok gelişme, görüşme ve düzenlemelerle ülke gündeminin ana maddesi olan Çözüm Süreci'nde hangi noktadayız? Bir tıkanma söz konusu mu? Kobani olayları ve Cizre'deki provokasyonlar süreci nasıl etkiledi?

Çözüm süreci zor bir süreç. Biz bu süreci başlatırken de bunun farkındaydık. Başlangıç döneminde o dönem Başbakan olan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, “Biz çözüm için her yola başvururuz. Baldıran zehrini içmekse, biz o baldıran zehrini içeriz, yeter ki bu ülkeye huzur gelsin” diyerek kararlılığı ortaya koymuştu. Bu, sürecin ne kadar zor olduğunu ifade etme bakımından son derece önemli. İnişlerin çıkışların olacağını, birçok kesim tarafından istenmeyen ve engellenmeye çalışılacak bir süreç olduğunu da bilerek başlattık. Çünkü biz, bu süreci tarihi bir süreç olarak görüyoruz. Bu ülkenin prangalarından kurtulması, enerjisini boş yere harcamaması, boş yere harcanan kaynakların ülkenin kalkınmasına ve geleceğine harcanması için her bakımdan son derece önemli bir süreç. Bugüne kadar da geldi. Önemli bir aşama da kaydettik aslında. Bu son dönemlerde, geçmişle mukayese ettiğinizde bölgemiz çok daha huzurlu, toplumda çok daha fazla umut var. Fakat geçtiğimiz aylarda genel gidişata uymayan bir takım hadiseler yaşandı. Bunlar da, sürecin ruhuna uygun olmayan hadiselerdi. 6-8 Ekim 2014 tarihindeki hadiseleri kast ediyorum. Maalesef o tarihte yaşananlar, sürece adeta bir darbe vurma isteğiydi. Bizim de, vatandaşımızın da, iş dünyasının da, yatırımcının da moralini bozdu. Yine yakın tarihte Cizre'de çeşitli provokasyonlar yaşandı. Tüm bunlar, olumlu gidişata gölge düşürücü hadiseler oldu. Süreci tıkamadı ama olumsuz etkilediğini söyleyebiliriz. Bunun muhasebesini inanıyorum ki, bölgede yaşayan bütün toplum yapıyordur, hangi görüşten olursa olsun. Temennimiz, inşallah bir daha böyle şeyler yaşamamak. Bu hadiselerden sonra bizler yine şunu vurguladık; “Biz çözüm sürecinde kararlıyız. Ne olursa olsun, bu süreci sonuca ulaştırma yönünde gayret sarf etmeye devam edeceğiz.”

“BUGÜN ÇOK DAHA DENGELİ BİR NOKTAYA GELDİĞİMİZİ DÜŞÜNÜYORUM”

Bu yaşananlardan sonra kamu düzeninin korunmasına dönük çeşitli düzenlemeler için harekete geçildi. Buradaki temel kasıt neydi?

O olaylarda gördük ki, Çözüm süreci ile kamu düzeninin birlikte yürümesi gerekiyor. Biri diğerinin alternatifi değildir. İkisinin aynı anda dikkate alınması lazım. Ne çözüm sürecinden vazgeçeriz dedik, ne de kamu düzeninden. Çözüm sürecinin amacı ne? Huzur ortamı oluşturmak, insanımızın rahat ve hiçbir korkuya endişeye kapılmadan güven ortamında yaşamasını sağlamaktır. Eğer çözüm sürecini suiistimal eden bazı çevreler bu özgürlük ve huzur ortamına dönük olumsuz bir takım eylemlerde bulunuyorlarsa, bunu çözüm süreciyle bağdaştırmak mümkün değildir. Bunun karşısında hukuk ve devlet otoritesinin de net bir şekilde ortaya konması gerekiyor. Dolayısıyla, bugün çok daha dengeli bir noktaya geldiğimizi düşünüyorum. Artık hem çözüm sürecini, hem de kamu düzenini birlikte ele alan, daha köklü bakış açısıyla bu olaya yaklaşıyoruz. Bir de bu olaylardan sonra birçok çevre tarafından, sivil toplum tarafından çeşitli özveriler ve gayretler de sarf edildi. Özellikle toplum, sürecin devam etmesine dönük güçlü mesajlar verdi. Hükümet olarak bu konudaki kararlılığımızı devam ettiriyoruz. Son dönemlerde yaşananlara baktığımızda doğrusu daha umutlu olduğumu söyleyebilirim. Süreç, geçmişe nazaran şimdi daha olumlu bir mecraya oturmuş durumda. Tabi bunun devam etmesini bekliyoruz. İnşallah demokratik bir ortamda bütün toplumun huzuru, güveni esas olacak şekilde bu sorunları geride bırakırız. Demokratik bir ortamda meselelerimizi, sorunlarımızı konuşmaya, tartışmaya ve çözmeye devam ederiz.

“DEVLETİN DEĞİL, HALKIN GÜVENLİĞİNDEN BAHSEDİYORUZ”

Kamu düzeniyle ilgili ‘polis devleti kuruluyor' iddiaları var. Polisin yetkilerinin arttırılması daha ön planda tutuluyor. Bu iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Böyle bir algı yaratılıyor maalesef. Eski Türkiye'de, devletin güvenliği her şeyin merkezindeydi. Yeni Türkiye'de ise vatandaşın güvenliği merkezde. Son dönemlerdeki tartışmalarımızda dikkat ederseniz, devletin güvenliğinden bahsetmiyoruz. Kamu düzeninden, halkın güvenliğinden bahsediyoruz. Bu, hepimize bir emanettir. Tabi ki devletin güvenliği de önemli. Fakat esas olan halktır. Devlet niçin var? Halk için. Yeni güvenlik politikalarımızın merkezine koyduğumuz da insandır, halktır. Nitekim son yaşadığımız hadiselerde vatandaşlar zarar gördü. Esnafın camı kırıldı, ambulanslar ve ambulansların içindeki yaralılar zarar gördü. Kurban eti dağıtan bir çocuğa saldırılar yaşlandı ve hunhar bir şekilde katledildi. Bunlar vatandaşlarımızdı. Devletin görevi, bu insanların can ve mal emniyetini sağlamaktır. Güvenlik derken, insan odaklı, halk odaklı, vatandaş odaklı bir güvenlikten bahsediyoruz. Bu anlamıyla bakarsanız, güvenlik, bir kamu hizmetidir, tıpkı sağlık hizmeti gibi, eğitim hizmeti gibi. Güvenlik hizmetinin de amacı vatandaşın huzur ve güvenliğini sağlamaktır. Böyle olmayan bir yerde ne yaşam kalitesi olur, ne de yatırım olur. Hem yaşam kalitesi, hem de yatırım güvenlikle yakından ilgilidir. Biz burada bir rejimin güvenliğinden, devlet kurumunun güvenliğinden bahsetmiyoruz. Bu anlamda alınması gereken hangi tedbir varsa da alırız. Bunda da standart olarak Avrupa'yı alıyoruz. Son güvenlik paketimizde de Avrupa'da olmayan hiçbir uygulamayı koymadık. Neye bakarsanız bakın, mutlaka Avrupa'da bir karşılığını görürsünüz. Avrupa'daki en demokratik ülkelerde bu doğru oluyor da, Türkiye'de niye doğru olmasın? Güvenlik hadisesine yaklaşırken, kimse geçmişle karıştırmasın. ‘Demokratik bir ülkede halkın güvenliğini nasıl daha etkin sağlarız?' Bizim cevabını aradığımız asıl mesele budur.

“ALGI OPERASYONU YAPMAYA ÇALIŞIYORLAR”

Çözüm sürecini zaafa uğratmaya yönelik girişimler hakkında neler söylersiniz?

Geçmişte yaşanan bazı hadiselerin Çözüm Süreciyle ve demokratik bir ülkenin şartlarıyla bağdaşması mümkün değildir. Yol kesme, şantiye basıp ateşe verme, yatırımcılardan zorla para almak vb. hadiseler hukuk düzeni içerisinde suçtur. Hangi demokratik ülkeye giderseniz gidin, hangi standarda koyarsanız koyun, bunların üzerine gitmek gerekir. Hukuk devleti, bunları hiçbir şekilde varlık göremez, böyle bir şey düşünülemez. Biz, hiçbir zaman polis devleti olma amacında değiliz, olmayız da. Bunları söyleyenler, algı operasyonu yapmaya çalışıyor. Tam aksine, şunun hesabını versinler. Vatandaşın yolunu kesenlere ne yapmamızı bekliyorlar? Buna müsaade mi edelim? Oradan bir hasta geçecek, sağlık hizmeti alma özgürlüğü, seyahat özgürlüğü engellenecek. Bunu düşünmeyecek mi demokratik bir devlet? Bunu düşünmek zorunda. Gelinen noktada alınan tüm tedbirler, Avrupa Birliği'nde de, Avrupa ülkelerinde de, demokratik hukuk devletlerinde olan tedbirlerdir. Biz bu tedbirleri almak durumundayız. Çünkü kamu düzeni oluşmadan Çözüm Süreci de aslında sağlıklı bir şekilde yürüyemez. Çözüm Süreci adına birtakım şeylere göz yumulamaz. Bu yanlış bir yaklaşım. Tam aksine, Çözüm Sürecinin başarısı da kamu düzeninin, huzur ortamının oluşmasına bağlı. Çözüm Sürecini biz niye istiyoruz? Bunun için istiyoruz. Kamu düzeni olmayacaksa, vatandaş huzurlu olmayacaksa çözüm sürecinden de bahsedilemez. Çözüm sürecinde kararlılığımız sonuna kadar devam edecek. Bu sorunu çözmek adına her türlü gayreti sarf ediyoruz. Vatandaşımızın güvenliği için ne yapılması gerekiyorsa o tedbirleri de alacağız. Bunun da polis devletiyle uzaktan yakından bir ilgisi yok.

“KİMİN SİYASİ BİR DERDİ VARSA PARTİSİNİ KURSUN, ÇIKSIN MİLLETİN ÖNÜNE”

Çok hızlı bir gündem yaşıyoruz. Bir yanda çözüm süreci için yoğun çabalar sürerken, diğer yanda paralel devletten, paralel yapılanmadan bahsediliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bunu şöyle cevaplayabilirim. Biz Türkiye'de her türlü vesayetçi yapıya karşıyız. Eski vesayetçi yapıları tasfiye ettik, AK Parti döneminde. Eskiden daha çok bürokratik vesayet yapıları vardı biliyorsunuz klasik diyelim vesayetçi kurumlar, yaklaşımlar vardı. Onları çok şükür AK Parti tasfiye etti. Fakat bu sefer yeni birtakım vesayet yapıları ortaya çıkmaya başladı. Birileri kendilerince ülkeyi, siyaseti dizayn etmeye çalıştılar. Yargıda, emniyette, bürokraside yapılanmış bir paralel örgüt, siyasi iktidara karşı manipülasyonlar yapmaya çalıştı ve kendince siyaseti dizayn etmeye çalıştı. Bunlar elbette ki, hem demokrasiye hem de ülkenin istikrarına vurulmuş bir darbedir. Şimdi Türkiye, son 12 yıldaki başarılarını nasıl sağladı? Demokratik istikrarla sağladı. Bu demokratik istikrarı zedelemeye dönük bütün eylemler, aslında Türkiye'ye vurulmuş darbelerdir. Bu hadiseleri sadece kendi iktidarımıza yönelik hadiseler olarak görmüyoruz. Bu tür yapılanmalar ve eylemler, Türkiye'nin istikrarına, milletin iradesine karşı yapılmış eylemlerdir. Kimin siyasi bir derdi varsa partisini kursun, çıksın milletin önüne, milletin oyunu istesin. Eğer milli irade, ‘kardeşim ben seni tercih ettim, gel memleketi yönet' derse, o insanlar gelsin memleketi yönetsin. Fakat bunu yapmayıp, bir takım ahlak ve hukuk dışı yöntemlerle siyasi otoriteyi alaşağı etmeye, istikrarsızlık oluşturmaya çalışıyorsanız, her şeye zarar verirsiniz. Demokrasiye de, ekonomiye de, sosyal hayata da, uluslararası ilişkilere de. Maalesef böyle bir girişimle Türkiye karşı karşıya kaldı. Faka her işte bir hayır vardır diyelim. Türkiye bu yeni vesayet yapılarıyla da yüzleşmiş oldu. Çok şükür güçlü bir hükümetimiz var. Son iki seçimde, gerek yerel seçimlerde gerekse Cumhurbaşkanlığı seçiminde de halk bunu gördü ve Hükümete tam destek verdi. Biz de bir hukuk devleti olarak geleceğe yürürken, bu tür yeni vesayetçi yapıları da inşallah ülkemizde görmeyeceğiz.

“TÜRKİYE'Yİ, DÜNYAYA KÖTÜLEMEYE ÇALIŞIYORLAR”

Paralel Yapı soruşturması kapsamında bazı gözaltılar yaşandı. Gündemde en fazla yer bulan da ‘basın özgürlüğüne darbe' iddiası oldu. Gazetelerde çok sert eleştiriler yer alıyor. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'a yönelik ‘diktatör' deniliyor. Sizce basın özgürlüğüne müdahale söz konusu mu?

Basın özgürlüğü olmayan bir yerde, sabah akşam ‘basın özgürlüğü yok' diyen olabilir mi? Veya bir diktatörün olduğu yerde sabah akşam gazetelerde, televizyonlarda birine diktatör diyebilir misiniz? Gitsinler bakalım Suriye'de bir gazetede Esed'e diktatör desinler veya televizyonlarda böyle bir yayın yapsınlar. Bakın, Türkiye özgür bir ülke. Sabah akşam da herkes hükümeti eleştiriyor, hiç olmadık laflar da söylüyorlar. Bazen Batı ülkelerinde bile görmediğimiz ölçüde, hakaret düzeyine varan görüşler çok rahat bir şekilde ifade ediliyor. Televizyonları açın, sabah akşam herkes kendi görüşünü ifade ediyor. Hükümete karşı, politikalara karşı en sert şekilde eleştirilerini yapıyorlar. Böyle şeylerin yapıldığı bir ülkede ‘basın özgürlüğü yok' demek büyük bir haksızlıktır. Bunu yapanlar bence şunun peşindeler. Türkiye'yi dünyaya kötülemeye çalışıyorlar. Türkiye içinde yaşayanlar özgürlükleri de görüyor, basının durumunu da görüyor ama bazı çevreler dünyaya Türkiye'yi karalamaya çalışıyor. Nasıl karalayacaklar? İşte Türkiye'de demokrasi yok, basın özgürlüğü yok diyecekler, bunlar üzerinden Türkiye'yi dışardan vurmaya çalışıyorlar. Dışarda da maalesef Türkiye'nin gelişiminden, kalkınmasından rahatsız çevreler var. Onlar da bunlara destek olmaya hazır. Bunlar arasında bir koalisyon oluşmuş durumda. Yani dış dünyada Türkiye'nin gelişiminden, kalkınmasından, büyümesinden rahatsız olan kesimlerle, içerde iktidara karşı demokratik olmayan yöntemlerle güç devşirmeye çalışanlar arasında gizli koalisyon var adeta. Bunlar dışarıya pas atıyorlar, dışarısı da bunlara pas atıyor. Böyle bir düzen içerisinde götürüyorlar. Fakat Türkiye, bu tür oyunlara gelecek bir ülke değil. Türkiye'nin demokratik standartları belli. Bir taraftan paralel yapılanmalarla, yeni vesayetlerle mücadele ederken, bir taraftan da demokrasimizi daha ileri götürmeye devam ediyoruz, edeceğiz de. Son 3-4 yılda Türkiye gerçek anlamda demokratik adımlar atmaya başladı. Ama birileri bundan rahatsız. Türkiye'nin bu demokratik gelişimini gölgelemek istiyorlar. Algı operasyonuyla tam tersine resmetmeye çalışıyorlar. Fakat ben şuna inanıyorum, gerçekler her zaman algılardan daha güçlüdür. Er veya geç, gerçekler hâkim olur. Ne yaparlarsa yapsınlar, Türkiye ekonomisi büyümeye devam ettiği sürece, biz bu demokratik adımları atmaya devam ettiğimiz sürece, bu algı operasyonunu yapanlar da zaman içerisinde algılarıyla baş başa kalacaklar.

“BURADA BİRAZ İDEOLOJİK BİR TARTIŞMA GÖRÜYORUM”

Bir diğer gündem maddesi olan ‘Osmanlıca ders' konusuna da değinmek istiyoruz. Bir tarafta anadil eğitimiyle ilgili talepler sıkça gündemde iken ve bu seçmeli ders olarak kabul görürken, geçtiğimiz günlerde Osmanlıca'nın zorunlu ders olması yönündeki tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu tür şeyleri birbirinin karşısına koymak bence doğru değil. Bunlar bir arada yapılabilecek işler. Biz bir taraftan Anadili seçmeli ders hakkı getirdik, özel okullarda biliyorsunuz anadilde eğitim hakkı getirdik. Osmanlıca ile bu birbirinin alternatifi şeyler değil. Alternatif diye göstermek doğru değil bence. Ayrı şeyler, birini yapmak, diğerini yapmamak anlamına gelmiyor. İkisini de aynı anda yapabilirsiniz. Avrupa'da artık, iki dil zorunluluğu var. Kendi dilinin haricinde iki tane daha dil bilme standardı oluşturuluyor. Böyle bir dünyadayız. Dolayısıyla, artık yetişen yeni nesillerin bir taraftan modern dünyanın ihtiyaçlarını görmeleri lazım ama bir taraftan da geçmişle bağımızı güçlendirmemiz lazım. Geldiğimiz yer belli, tarihimiz belli ve bu, bir anda bir kesintiye uğramış. Şimdi o kesintiyi tamir etmek gerekiyor. Tabi, bunu yaparken şu yöntemle yaparsınız, bu yöntemle yaparsınız. Bu zaten uzun bir süreç. Bir anda olabilecek işler değil ama burada önemli olan, genel yaklaşımınızı ortaya koymak. Yani Osmanlıca dediğiniz, aslında atalarımızın konuştuğu Türkçe yani, başka bir şey değil. Arapça'yla, Farsça'yla, diğer dillerle etkileşim içinde gelişmiş, çok daha kapsamlı içeriğe sahip, bir imparatorluk dili olmuş bir dilden bahsediyoruz. Burada şiirler yazılmış, edebiyat oluşmuş, sanat oluşmuş. Yani böyle bir dilden bahsediyoruz. Biz bu dili niye bir varlık olarak görmeyelim de, bir çatışma konusu haline getirelim? Burada biraz ideolojik bir tartışma görüyorum. Sağlıklı bir şekilde bakarsak Osmanlıca'nın kime ne zararı var? Aksine, Osmanlıca'yı bilen biri, o zenginliği bilen biri, çevreye de gittiği zaman çok daha rahat eder. Arap dünyasına da, Fars dünyasına da, Kürtler'e de daha rahat ulaşır. Çünkü herkesin burada bir katkısı, bir rengi var. O çeşitliliği bir bütünlük içine getirmiş bir dilden bahsediyoruz. Dolayısıyla Osmanlıca tartışması, aslında Türkiye'nin geçmişiyle daha barışık hale gelmesiyle ilgili tartışmadır aynı zamanda. Sadece basit bir dil tartışması değildir. Türkiye'nin geçmişiyle daha iyi bir ilişki kurma meselesidir. Geçmişiyle iyi bir ilişki kurmayan geleceğe de yürüyemez, tam anlamıyla gelişmiş bir ülke de olamaz. Bunlar birbirinin zıttı olan şeyler değil.

“YENİDEN BİR OSMANLI İMPARATORLUĞU KURMA HAYALİ YOK”

Özellikle Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu'nun Dışişleri Bakanlığı, hatta daha eskiye gidersek akademik kariyeri döneminde Osmanlıca üzerine yaptığı çalışmaları yakından biliniyor. Bu, bir bakıma Osmanlı'nın dirilişi olarak da yorumlanıyor. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Onu da hemen söyleyeyim. Kimsenin, yeniden bir Osmanlı imparatorluğu kurma hayali yok. Onu, birileri yakıştırmaya çalışıyorlar. Bizim yaptığımız şudur; Elbette biz Osmanlı'dan geliyoruz. Osmanlı tarihimizi de çok iyi bilmek ve anlamak durumundayız. Fakat bugünkü dünyanın da bir realitesi var. Oluşmuş devletler var, siyasi yapılar var. Artık geçmiş, kendi şartları içinde kaldı. Fakat bugünün dünyasında da bu mirasımıza sahip çıkmalıyız. Bir ortak kültürel havzadan bahsediyoruz. Bugünkü dünyada kültürel, ticari ortak bir alandan bahsediyoruz. Bizim yapmaya çalıştığımız, bu alanı yeniden inşa etmektir. Bir imparatorluğu yeniden inşa etmek filan değil. Bu, eski, doğal alanımızı yeniden hepimizin lehine olacak şekilde geliştirmeye çalışmak. Herkesin siyasi sınırları yine kendisinin olsun. Bununla kimsenin bir derdi yok. Buradaki dert şu; Zihinlerde, gönüllerde, ekonomide, sanatta, kültürde, düşüncede, entelektüel hayatta sınır olmasın. Biz bu anlamdaki tüm sınırlara da karşıyız. Bu sınırlar adeta anlamsız hale gelsin istiyoruz. Ama siyasi sınırlara da saygılıyız. Herkesin kendi siyasi sınırları olsun, kendi devleti olsun, kendi yönetimi olsun, buna kimsenin bir diyeceği yok. Türkiye hiçbir zaman gözü dışarda olan bir ülke olmadı, olmayacaktır da. Türkiye'nin böyle bir derdi yok. Ama biz ne diyoruz? Yani aynı ekonomiymişiz gibi olalım. Sadece Müslüman ülkelerle de değil. Bu anlamda Yunanistan'la da geliştirelim ilişkilerimizi, Bulgaristan'la da, Gürcistan'la da, bütün çevremizle daha rahat ekonomik ilişkiler kuralım. Daha rahat, insanlar gitsin gelsin, öğrenciler gitsin gelsin, hastalar gitsin gelsin, gençler kaynaşsın, kültürler, sanatçılar bir birleriyle tanışsın, kaynaşsın. Bu bir zenginliktir. Ve hepimizin lehine olan bir zenginliktir. Bugün Avrupa bunu beceriyor değil mi? Yani Fransa'yla Almanya bir araya geldiği zaman kutsal Roma Cermen imparatorluğu mu olmuş oluyor? Öyle mi yorumlamamız gerekiyor Avrupa'daki bu hadiseyi? Onların tarihinde de kutsal Roma Cermen imparatorluğu vardı. Fakat bizim de farklı bir tarihimiz var. Biz dediğim gibi yeniden bir Osmanlı'yı kurma gibi bir derdimiz yok. Ama biz tarihimizle barışığız, nereden geldiğimizi biliyoruz, Osmanlı'dan geldiğimizi biliyoruz, o birikim üzerine bugünkü dünyanın şartlarında hepimiz için faydalı olabilecek şekilde zihnimizi açmaya çalışıyoruz. Ekonomik ilişkilerimizi geliştirmeye çalışıyoruz.

“ASIL MESELE, ÖZEL SEKTÖRÜN VE SİVİL TOPLUMUN GELİŞİMİDİR”

Son olarak Bingöl üzerine bazı yorumlarınızı almak istiyorum. Malumunuz Üniversite, havaalanı, kentsel dönüşüm, altyapı, üstyapı daha birçok çalışma yapıldı. Ve Bingöllülerin yıllardır yenilenmesini istediği Çapakçur Köprüsü'nün ihalesi gerçekleştirildi. Bu köprü de yapılırsa sizce Bingöl'ün ne gibi bir sorunu kalacak?

Bunu topluma sormak lazım. Benim kanaatim, devlet doğuya, güneydoğuya fazlasıyla yatırım yaptı AK Parti döneminde. Hiç kimse bunu inkâr etmesin, edemez de. Vicdanı olan, aklı olan, gözü olan da bunu görüyor. Duble yollardan üniversitelere, hastanelerden kırsal alandaki hizmetlere, her alanda, yani havaalanından demiryoluna birçok alandaki hizmetler, hiç geçmişte olmayacak ölçüde kamu tarafından buralara getirildi. Bundan sonra benim hayalim şu, artık devlet yine yatırıma devam etsin ama asıl mesele, özel sektörün ve sivil toplumun gelişimidir. Kalkınma sadece devletle olabilecek bir süreç değildir. Sadece devlet yatırımları üzerinden bir kalkınma hayal etmek son derece kısıtlı bir hayaldir. Asıl büyük hadise, toplumun enerjisinin harekete geçmesidir. Benim hayalim bu. Bu da özel sektörle olur, sivil toplumla olur. Bunlar da nasıl bir ortamda olur? Huzur ortamında olur. İşte bu anlamıyla çözüm süreci aynı zamanda bir refah sürecidir. Sadece siyasi bir mesele değildir. Bu, sivil toplumun gelişmesi hadisesidir. Özel sektör yatırımlarının artması, istihdamın artması, insanların hayatının zenginleşmesi, yaşam kalitesinin ve iş kalitesinin artması meselesidir. Dolayısıyla bundan sonra da özel sektörü kendi haline bırakmayacağız. Bugüne kadar altyapı yatırımları yaptık, özel sektöre güçlü bir zemin oluşturmaya da devam ediyoruz. Teşvik politikalarımızla özel sektöre yönelik desteklerimiz devam edecek elbet. Bir de çözüm süreciyle tam birleştiği zaman, işte asıl etkiyi o zaman göreceğiz. Bakın, bu 6-8 Ekim hadiselerinde Diyarbakır'dan, Batman'dan tanıdıklarımla görüşmeler yaptım. Bana söyledikleri şu; 6-8 Ekim'den sonra bıçak gibi kesildi yatırımlar. Eskiden sıraya giren yatırımcılar bir anda heveslerini kaybettiler, geri döndüler dediler. Bu kadar önemli bir süreçten bahsediyoruz. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte en önemli mesele bence huzur güven ortamıdır. Ve bu ortamda özel sektörün ve sivil toplumun gelişimidir. Bize de düşen, bu gelişime destek olmaktır. 

YORUM YAZIN
Profiliniz ziyaretci statüsünde görünüyor. Yorumlarınız aşağıdaki isimle yayınlanacaktır
Değiştir
Dilerseniz web sitemize üye olarak daha özgün bir profil oluşturabilir ve yorumlarınızı hesabınızdan takip edebilirsiniz
Kodu Girin
Yapacağınız yorumların şiddet ve hakaret içermemesine lütfen dikkat edin. Aksi taktirde yorumlarınız onaylanmayacaktır. Gönder
25.04.2024
13:07
Bingöl Zağ Mağaraları turizme kazandırılmayı bekliyor
Bingöl Zağ Mağaraları turizme kazandırılmayı bekliyor
Bingöl'de 2019-2022 yılları arasında yüzey araştırmaları çerçevesinde incelenen 5 katlı Zağ Mağaları'nın binlerce yıllık tarihi olduğu tespit edildi. MS 100 ve 200'lü yıllarda ilk Hristiyanlar tarafından inşa edildiği ileri sürülen mağaraları daha sonra Müslümanlar da ilim merkezi olarak kullandı. Tarihi alanın çevre düzenlemesi yapılarak turizme kazandırılması bekleniyor.
25.04.2024
11:51
Bingöl Teksas`a mı döndü?
Bingöl Teksas'a mı döndü?
Her defasında farklı bir mahallede farklı bir silahlı kavga haberinin duyulduğu Bingöl'de son günlerin en fazla kullanılan cümlesi 'Bingöl, Teksas'a dönmüş.' Bunca silahlanma ve olaya karışanlar hakkındaki işlemler ise muamma!
25.04.2024
11:25
20 yıl hapis cezası vardı! Yakalandı
20 yıl hapis cezası vardı! Yakalandı
Bingöl Valiliği, birçok suçtan aranan ve 20,5 yıl kesinleşmiş hapis cezası bulunan şahısın yakalandığını duyurdu.
25.04.2024
11:23
Bingöl İŞKUR`dan işgücü piyasa araştırması
Bingöl İŞKUR'dan işgücü piyasa araştırması
Bingöl Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürü Cevdet Baycuman, 2024 yılı İşgücü Piyasası Araştırması ile ilgili saha çalışmasının 15 Nisan- 17 Mayıs tarihleri arasında yapılacağını duyurdu.
25.04.2024
11:22
Meteorolojiden Bingöl için uyarı!
Meteorolojiden Bingöl için uyarı!
Meteoroloji 13. Bölge Müdürlüğü, Bingöl, Elâzığ, Malatya, Tunceli ve Adıyaman için toz taşınımı uyarısı yaptı.
24.04.2024
17:15
Vatandaşlara fidan dağıtımı yapıldı
Vatandaşlara fidan dağıtımı yapıldı
Orman İşletme İl Müdürlüğü koordinesinde vatandaşlara fidan dağıtıldı. Bu hafta içinde toplamda 10 bin fidanın dağıtımının yapılacağı belirtildi.
Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir
©Copyright 2017
Haberler, Fotoğraf Galerisi, Video Galerisi, Köşe Yazıları ve daha fazlası için arama yapın