KİM KİMDİR FİRMA REHBERİ Hemen Üye Ol Üye Girşi
Uye Girişi
Giriş
Beni Hatırla
Yeni Üye Kayıt
Haber sitemizin aktivitelerinden yararlanmak için üyelik başvuru yapın.
Hemen Üye Olun
Uye Hizmetleri
 
26 Nisan 2024 Cuma
°C

Şeyh said isyanı ve mektuplar 1

Şeyh said-i palevÎ, şeyh abdullah-ı melekanÎ ve faki hasan fehmi-i modonÎ'nin -şeyh said hareketindekürt aşiret reislerine gönderdiği mektuplar (1925)

Şeyh said isyanı ve mektuplar 1
14 EYLÜL 2017 PERŞEMBE 02:21
0
5373
0
AA aa

 

 

Abdullah DEMİR / Yazar

13 Şubat 1925'de Piran'da ilk olarak ortaya çıkan Şeyh Said hareketiyle ilgili İstiklâl Mahkemesi kararlarına yansıyan kısa bir bilgiyi verdikten sonra Şeyh Said, Melekanlı Şeyh Abdullah ve Modanlı Faki Hasan Fehmi'nin Kürt Aşiret reislerine gönderdiği mektubların çevirisini vereceğiz.

Bilindiği üzer Erzurum Kongresi'ne Doğu ve Güneydu Anadolu bölgelerini temsilen bazı kürt aşiret reisleride yer almıştı.Hilafet makamının devamı şartıyla ve eşit vatandaşlık esasına dayalı mevcut hükümete destek verilmesi vadedilmişti. Bununla beraber yeni hükümetin Hilafeti lağvetmesi ve İslamî geleneklere aykırı bazı icraatlara kalkışması sonucu dini hassasiyeti yüksek olan halkı tedirgin etmişti. Ayrıca, dini yönden temayüz etmiş olan bazı şahıslar da hükümetin bu icraatlarına karşı koymaya kendilerini mecbur hissetmişlerdir.Böylece, İç ve Doğu Anadolu'nun muhtelif yerlerinde isyan yönünde kıpırdanmalar başlamıştır.

Şeyh Said harekete başlamadan bölgede nüfuzlu olan birçak aşiret reisi ve halkın ileri gelenleriyle toplantılar düzenlemiş ve düşüncelerini müzakere etmiştir. Düşüncelerinin merkezinde, İslamî gelenekleri hiçe sayan icraatların karşısında durulması bulunmaktaydı. İstiklâl Mahkemesi'nde yer alan kayıtlarda Şeyh Said'in bölgenin ileri gelen aydınlarıyla ve aşiret reisleriyle Hınıs'ta bir toplantı düzenlediği ifade edilmektedir.

Eski Bitlis Millet Vekili Yusuf Ziya, eski Dersim Millet Vekili Hasan Hayri, Hasenan Aşireti Reisi Halid, Cibranlı Halid, Huveytili Hacı Musa, Şeyh Said ve kardeşleri ve daha birçok şeyh ve aşiret reisleri [10]Haziran 1924'de Erzurum'un Hınıs bölgesinde kapsamlı bir toplantı yaparak mevcut hükümete karşı bir ayaklanma hareketini başlatacaklarına dair bir istişare taplantısı düzenlemişlerdir.Bunu duyan hükümet yetkilileri harekete geçerek toplantıya katılanlar hakkında soruşturma açarak birer birer gözaltına alınmışlardır. Bitlis'te Divan-ı Harb-ı Örfi Mahkemesi (Sıkıyönetim Mahkemesi) teşkil edilerek tutuklu bulunanların birçoğunu idama mahkum etmiş ve infazlarını gerçekleşmiştir.Şeyh Said bu mahkemeye çağrıldı ise de hastalığı münasebetiyle mahkeme davetine icabet edemediğinden Hınıs'da ifadesi alınarak serbest bırakılmıştır.

Hükümet tarafından takibata uğrayan Şeyh Said burada kendisine hayat hakkı tanınmayacağı ve sürekli rahatsız edileceği endişesiyle Hınıs bölgesinden çıkarak Göynük, Çapakçur, Genç ve oradan da Piran'a hareket eder. Şeyh Said gittiği her yerde mevcud hükümetin aleyhine propagandasını sürdürerek mevcut hükümete karşı kıyamın vacib olduğu yönünde halka telkinde bulunur. Kendi el yazısiyle yazdığı mektupta benzer ifadelerkullanarak halkı kendi görüşleri doğrultusunda ikna etmeğe ve davanın ehemmiyetine işaret eder. Şeyh Said'in bu telkinleri aşiretlerin ve bölge halkının nezdinde makes bulur. Böylece binlerce insanı etrafında toplamayı başarır. Ayaklanma başlamadan önce Piran'a doğru hareket eder ve kendisine yüzlerce kişinin refakat ettiği görülür.

İstiklal Mahkemesi'nin verdiği rakama göre 11 Şubat 1925'de Piran'a vardığında 350 kişiden fazla aşiret ileri gelenlerinin kendisine eşlik ederek destek sözü verdiklerini yazmaktadır.

Bu kitlesel hareketi gören hükümet tedricen de olsa tedbir almaya başlar ve Şeyh Said'i takip etmek için hafiyeler gönderir. Aynı zamanda ayaklanma hareketininçevre illere yayılmaması ve büyümemesi için merkezi hükümet 13 Şubat 1925'de takiple görevli jandarmaları Piran'a gönderir. Müfreze, asker kaçaklarını bahane ederek Şeyh Said'in etrafına toplanan şahıslardan bazılarını yakalamak isterler. Şeyh Said, jandarma komutanına:"Örf adetlerimizde herhangi biri bir aşiret reisinin maiyetine sığınmışsa hiçbir şekilde o aşiret onu teslim etmez" der.

"Zaten yakın zamanda Piran'dan ayrılacağım gerçekten asker kaçakları var ise gelin yakalayın" diye sözlerini sürdürür. Bununla beraber, askerler ısrarından vazgeçmeyerek orada bulunan birkaç kişiyi yakalamak isterler. Bunun üzerine çıkan arbede sonucu askerler ile milis kuvvetleri arasında çatışma çıkar. Piran'da dört asker öldürülür ve diğer askerlerde esir alınarak silahları ellerinden alınır. Şeyh Said bu olay üzerine hareketi başlatarak çevre illere mektuplar yazar ve kıyamın başladığını belirtir.

Ayrıca, kendisiyle birlikte olan 350 kişilik bir kuvvetle önce Piran'ı ve daha sonra Genç, Çapakçur, Lice ve Hani bölgesini zabteder. Her ne kadar Şeyh Said Diyarbekir, Bitlis, Siirt, Muş, Van, Şırnak, Viranşehir, Mardin, Midyat, Erzurum ve Dersim bölgelerini dolaşarak desteklerini aldıktan sonra bu hareketi başlatmak istemiş ise de hükümet direniş hareketine karşı sessiz kalmayarak gerekli tedbirleri almıştır.Böylece, ayaklanma büyümeden ve çevre illere sıçramadan erken müdahele ile direniş hareketi önlenmiştir.

Şeyh Said hareketine ilk desteği Genç, Palu, Çapakçur, Hani ve Lice halkı vermiştir. Halkın çoğunluğu bu direniş hareketinde yer alarak genciyle yaşlısıyla maddi imkanları dahilinde hertürlü yardımı sağlamıştır. Ayaklanma hareketi kısa zamanda 3000 kişiye ulaşarak birçok cephelerde taaruz hareketleri başlamıştır.Şeyh Şerif, Elezığ cephesinde savaş vermeye uğraşırken Şeyh Said'de Diyarbekir cephesine yönelerek bir taraftan savaş varirken diğer taraftan aşiret reislerine mektuplar yazarak yardım ve destek talebinde bulunmuş ve ayaklanmaya katılımlarını talep etmiştir.Melekanlı Şeyh Abdullah ise Solahan, Göynük, Varto ve Hınıs cephesinde savaşarak söz konusu yerlerde tamamen hakimiyetini sağlamıştı. Şeyh Abdurrahim'de Ergani Maden Eğil bölgesinde hakimiyet kurmuştu.

Şeyh Said ise 5000 kişilik bir kuvvetle 7 Mart 1925'de Diyarbekir şehrini muhasara altına almış. Ancak, daha önce tedbir alan hükümet mevcut askeri birliklerle beraber bazı aşiret halkının da desteği ile Şeyh Said kuvvetlerine karşı çıkmışlardır. Haliyle Şeyh Said taraftarları elinde yeteri miktar silah ve cephane olmadığı için askeri ve milis kuvvetlerine karşı mukavemet sağlayamayarak birçok zayiat vermiş ve geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu olayda Şeyh Said taraftarlarından 60 kişi esir alınmış ve epeyce ölü verilerek geri çekilmek zorunda kalınmıştır. Askeri birliklerden bir binbaşı, yedi subay, beş er ölmüş ve on beş erde yaralanmıştır.

Bu yenilgiden sonra hükümet seferberlik ilan ederek Şeyh Said ve taraftarlarını yakalamak için geniş çapta operasyonlar başlatmış ve harekete katılanları İstiklâl Mahkemesi'nde yargılamak üzere Diyarbekir ve Elazığ'a sevk etmiştir.

ŞEYH SAİD AYAKLANMASI

Hamidiye Süvari Alayları Komutanlarından Cibranlı Binbaşı Kasım hatıratında Şeyh Said'in yakalanmasını şöyle anlatmaktadır:

“…Şeyh Said ve beraberinde bulunan yaklaşık 450 kişilik bir kuvvetle Solahan bölgesine gelmişlerdi. Şeyh Said, mevcud kuvvetle Muş ovasından Solos Köprüsü'nden Murad'ı geçerek Huveyti'de bulunan Hacı Musa Bey'in kardeşi Nuh‘un ve Hasenanlı Halid'in kuvvetlerine katılıp oradan İran'a geçelim, olmaz mı? Diye bana sordu.

Haliyle -O dakikalarda ”evet” demekten başka bir söz olamazdı.
– Şu halde hazırlanalım, dedi. Ve kalktı.

Mevcudumuzla birlikte hareket ettik. Boglan Gediği yakınında akşam namazı oldu. Ben de şeyhlere:
–Karanlık oldu, onbeş-yirmi atlı ileriye çıksın tertibatla yürüyelim, dedim.

Şeyh Said, beylere teklif etti. Hiçbiri karşı çıkmadığı gibi bir cevap da vermediler. Zaten ümidim ve arzum bu idi.

–Şu halde nöbetle bu işleri yapalım, böyle hareketleri ben daha iyi bilirim, ben gideyim, dedim ve ayrıldım. Kardeşlerim, hizmetçilerim ve üç-beş atlı daha katıldılar.

İlerilerden iki saat sonra Muş ovasına geçmiş bulunuyoruz.

Beraberimdekileri çağırdım, bekledik. Şeyhlerle kuvvetleri bir saat sonra geldiler:

–Yürüyelim mi? diye sordu.

–Yürüyelim ama buradan köprüye tam altı buçuk saat yol var; halbuki sabaha dört-dörtbuçuk saat kalmıştır. Köprüyü gece geçemezsek, gündüzün etraftaki askeri müfrezelerden yakayı kurtaramayız. Aynı zamanda duyduğuma göre köprüye bombalar yerleştirmişler. Buna ne dersiniz, dedim.

Şeyh Abdullah derhal:
–Evet, Kasım bu işleri hepimizden daha iyi bilir ve onun dediklerini yapmazsak daima pişman oluruz, dedi.

Şeyh Abdullah'ın adamları bu fikri tereddüt etmeden kabul ettiler. Diğerleri de köprüde bombaları duymakla telaşa düşerek onlarda tasvib ettiler. Fakat bir kısım Azlılar, “Palas köyü önünde Murad'ı geçitten geçebiliriz”, çünkü bugün oradan geçildiğini gördüklerini söylediler.

Şeyh Said bana:
–Ne dersin? dedi.

–Nisan ayında, Muş ve havalisinde Murad nehrini geceleyin bir atlının geçtiğini masallarda bile kimse duymamıştır. Gündüzün öğleye kadar suların azaldığı ve ikindi zamanından gecenin sabahına kadar çoğalarak arttığını siz de ve hepiniz de bilirsiniz.

Şeyh Abdullah müdahale etti:
–Hepiniz gitseniz bile ben gelmem. Çünkü suda boğulup kendi katilim olacağıma, beni birisi vursun daha hayırlıdır, dedi.

Bu suretle beni takviye etti. Şeyh bana sordu:
–Ne yapalım?

Ben de:
–Münasip görürseniz bu yolun ortasında uzun uzadıya görüşmeyelim; yine bu gece Gırvas köyüne dönelim, sabahleyin orada konuşalım, dedim.

Şeyh Abdullah derhal “buna karar”, dedi. Şeyh Said de kabul etti.

Geriye Gırvas'a dönüldü. Sabaha karşı Gırvas'a geldik. Sabahleyin önce Şeyh Abdullah ile sonra ikimiz Şeyh Said'le görüştük. Ve köprü tehlikesini bırakıp Varto'ya geçilmesini ileri sürdüm: “Fırkanın Muş ovasına ve diğer mıntıkalara dağıldığı ve Varto'da herhalde az bir kuvvetin kaldığı umulur. Bu kuvvetinizle istediğiniz gibi geçersiniz.”

Şeyh Said bu düşünceyi kabul etti. Ve hemen hareket edilmesini emretti.


Öğleden sonra Şerafeddin dağlarına tırmandık, yarıya çıktık. Yarım metre ilerledikçe bir metre ve daha fazla karların üzerinden bata-çıka gidiyoruz, akşam oldu. 2500 rakımlardayız. Rehber olan adam, o sırada yoğun bir karanlıkta yolu şaşırmış, kuzeye doğru gidecek yerde doğuya doğru yol almış gidiyor. Saatlerce böyle yanlış gidildikten sonra karşıda Muş ovasının bazı köylerinden ateş görünüyor. Bulunduğumuz yerler kardır, aşağıları kara olduğundan Muş ovasının kuzeyinde olduğumuzu anladık. Aşağıya ovaya inilirse, yine Hasenanlı Halid ve bunlara iltihak fikirleri canlanır korkusuyla hemen kutup yıldızını yön olarak alıp kuzeye doğru yönlendirdim.

Sabaha karşı, Varto'nun Habiban köyüne indik. Köyde kimseler yok, evleri işgal ettik, herkes uyuyor. Fırsattan istifade ederek 12. Fırkaya bir mektup yazdım. İki yerde pusu kurulmasını ve parolanın “mavzer” olarak bilinmesini uzun uzadıya bildirdim. Emin bir adamım vardı. Çağırdım: “Bu mektup Osman Paşa'ya verilecek. Ancak aksi bir durum olur da aldırmak istersem ‘doru at' diyene vereceksin” dedim.

O adam, civar köylerde askeri kuvvetler olup olmadığı bahanesiyle atına bindi, gitti.

Beş dakikadan sonra Şeyh Said kapıdan:

–Mahmud nereye gidiyor?

–Asker anlamağa, dedim.

– Gitmesin, gitmesin, dedi. Ve gitti.

Fakat bir-iki dakika sonra, bir daha kapıdan:
– Mahmud'u geri al, yoksa birisini gönderip geri aldırtayım mı? dedi.

Mecburen biradere “doru at” söylemesini anlattım ve mektubu yırtıp çamurlara gömmesini, Mahmud‘u getirmesini söyledim. Ve gönderdim.

Buna muvaffak olamadım. Etrafta tepelerde gözcüler konmuş, etrafı gözetliyorlar.

İkindi üzeri beni çağırdılar. Köyün kenarında akan incecik suyun kenarında şeyhler ve beyler oturuyorlar.

Şeyh Said bana sordu:
–Ne dersin, ne yapalım?

Cevaben:
–Bu akşam kuzeybatıdaki Çiyaban'ın dağına geçelim. Yarını orada geçirelim. Yarın akşam oradan Kargapazar köyünden Bingöl dağını, mümkün olursa Hınıs yüzünü aşalım, selamete ereriz. Oradan ötesini orada görüşürüz, dedim.

Bu sözümü bitirince, Kamil Bey şu cevabı verdi:
–Sen göz göre göre bizi Türklere teslim etmeye çalışıyorsun. Kargapazar ve civarında beş altı yerde müfrezeler bulunduğunu bildiğin halde apaçık bizim imhamızı kastediyorsun, dedi.

Ben vaziyeti kaçırmamak için:
–Ne oluyorsun? Ne bağırıyorsun? Altıyüz senelik bir devletle şu ağzınla mı davaya kalktın? Sen halen mahvolduğundan şüpheli misin? Böyle kendileriyle konuşulması mümkün olmayanlarla görüşemem, dedim ve yerime döndüm, geldim.

Onlar bu münakaşadan sonra aralarında görüşmüşler. Akşam namazı vaktinde hepsi atlara bindiler, bulunduğum evin etrafına geldiler. Beni de çağırdılar, ata bindik gidiyoruz.

“Nereye gidiyoruz?” dedim. Varto suyunu geçip Karaköy nahiyesine ve oradan da Hınıs'a kendilerini atmak amacında olduklarını anladım. Çamur deryasını geçerek Varto suyuna indik.

Bu hareket esnasında Şeyh Abdullah ile beraber bulunuyorum. Başka bir geçide indik. Üç saat sonra arayarak bizi buldular, suyu geçip beş kilometre kadar yürüdük. Baltaşı köyünün tepesine çıktık, şafak ağardı. Hiçbir tertibat yok. Çarihor Tugay Karargahı yirmi dakika sağımızda. Varto bir saat mesafede solumuzdadır. Doğuya doğru gidiyoruz. Etraftan köylerden tek-tük işaret silahları atılıyor. Elimde dürbün, kuvvet gözlüyorum. Yola devam ediliyor. Akşam üstü Ispiryan köyüne vardık, kimseler yok. Akşam namazından sonra, göz göremez bir karanlıkta tekrar yürüyüşe devamla, iki saat, doğuda Melhemlü köyüne indik, orada sabahladık.

Sabahleyin köyün güneyinde Murat Nehri üzerindeki yüksek tepeye gittik. Orada Murat'ın öte sahilinden bir köylüyü Şeyh Said buldu. Buna bir altın para verdi ve karşıdaki Kürtlerin gelip atlı geçidini kendilerine göstermesini söyledi. O yolcuyu bir aralık gördüm, kendimi tanıtdım. O köylünün geçid göstermesi bütün köy ve köylünün imhâsını mûcib olacağını ve hemen geçide gelip beklemelerini şâyed bunlar geçide inerlerse silahla men‘ etmelerini ben de asker beklediğimi söyledim. Yolcu Murad'ı yüzerek geçdi, Yarım saat sonra geçidin başına sekiz on atlı geldiğini gördüm. Dürbün elimden düşmüyor, ümidim kesilmiyor, fakat hiçbir hareket görülmüyor.

Şeyh Said beyleri topladı, geçidi ve gelen atlıları göstererek dedi ki:
–Biz bu geçidi geçersek tam selamete ermiş oluruz.

“Evet” dediler.

Bana:
–Sen ne dersin? dedi.

–Geçebilirseniz, geçersiniz, dedim.

–Bu ne demek? Sen de bizimle değil misin, dedi.

–Hayır! Ben gelemem. Çünkü on yaşımdan beri naz ve nimetiyle büyüdüğüm velinimetime nankörlük edemem. Bunca kan döktüğüm bu toprağı bırakıp, ta İran'a, Irak'a gidemem, dedim.

Şeyh Abdullah:
–Ben İran'da Acemlerin, Irak'ta ingilizlerin ekmeğini yiyemem. Ölüm her yerde Allah'ın emridir ve gelince hiç bir kuvvet menedemez, dedi.

Şeyh Said biraz kızarak:
–Zaten Kasım'la ikiniz, günlerden beri aranızda konuştuğunuzu görmemiş değilim, benimle gelen arkamdan gelsin, dedi.

Murad Nehri'ne doğru tepeden indi. Şeyh Abdullah ile ikimiz ve akrabamızla otuz kadar halk olduğumuz yerde kaldık. Şeyh Said kafilesi geçide vardıkları zaman, karşıdan silahlar atılmağa başlandı ve bunlar hemen geriye kaçtılar, silah sesleri devam ediyor. Şeyh Said ve bağlıları yanımıza geldiler. Kürtlerin nankörlüğünden ve hiyanetinden bahsetti.

Akşama iki saat kalmıştı. Dadan, Varto yolundan askerin geldiğini söylediler. Dürbünle baktım, bir bölük atlı ve otuz kadar yaya beraberlerinde vardı. Bulunduğumuz tepenin beş kilometre kuzeyinde Kulubaba dağının eteğinden Darabi köyüne indiler ve oradan bir müfrezesi batıya, biri de doğuya hareket ettiler. Diğer kısmı köyde kaldı. Dürbünle bu hareketleri gözlüyorum.

Beni çağırdılar. Şeyhler, beyler ayakta toplanmışlar, beni bekliyorlar.

–Ne var, dedim.

İki-üçü birden:
–Teslim olalım, dediler.

Ben Şeyh Said'e baktım:
–Evet teslim olacağız, dedi.

–Teslimiyetle ne ümid ediyorsun?
–Ne olursa olsun, vallahi teslim olacağım, dedi.

Bu teminatı alınca:
–Varto'da fırka karargahına gidelim teslim olalım, dedim.

Hemen:
– Beraberimizde gelmek isteyenler arkamızdan yürüsünler, dedim.
Murad kıyısına doğru inmelerini söyledim.

Akşam karanlığı basmıştı. Varto'yu istikamet aldık. Bir taraftan gecenin karanlığı ve çamurlar, sular; bir taraftan da beraberimizdekilerin büyük çoğunluğunda güvensizlik ve ihanet düşüncesi, diğer taraftan da muvaffak olup olmamak düşünceleri içinde yürüyüşe devam ediyor ve daima Şeyh Said'in yakınlarında bulunmaya çalışıyorum.

Hınzor köyü yakınında bir suyu geçtikten sonra akrabamdan biri geldi. Oğnut beylerinin Şeyh Said'i kandırıp fikrinden vazgeçirdiklerini, doksan atlı ile kendilerinin Şeyh Said'i muhafaza edeceklerini vaad ettiklerini, artık Varto'ya gidip teslim olmak fikri kalmadığını, Şeyh Said'in de biraz ilerimizde olduğunu söyledi.

Biraz sürat alarak yetiştim. Varto'ya birbuçuk saat mesafede tugay karargahı olan Çarihor köyüne yaklaştık. Varto yolu köyün kuzeyinden daha kestirme olduğu halde köye doğru iniyorlar:

–Bu yol köye iner, yanlıştır yukarıdan geçelim, dedim.

Şeyh Said:
–Bu yol da aşağıdan caddeye döner, dedi.

Köyü tamamıyla geçtik.

–Buradan sağa dönüş yapmak lazımdır, dedim.

Şeyh Said:
–Neden dönüş yapalım işte ben kurtuldum, dedi.

–Bu kurtuluş değildir; ancak tehlikeye atıldık çünkü karşıda köylerin hepsinde müfrezelerin mevcud olduğunu bilirsin, dedim.

–Evet, amma benim de Oğnut Beyleri gibi kahraman arkadaşlarım ve doksan atlı müfrezem var, dedi.

Beraberimde kardeşim Reşid ile üç akrabam, bir de hizmetçi var, yani altı kişiyiz. İki kilometre kadar yolda hep yeminlerini hatırlatarak kendisine böyle bir hareketin yakışmayacağını ve bu yüzden de arkada kalan iki yüz kadar halkın ve akrabamızın ateşte bırakılması ve bunların öldürülmelerine sebebiyet verilmesinin dinen mühim bir sorumluluk olduğunu söyledim. Aldığım cevaplar hep olumsuzdur. Varto suyu üzerindeki Abdurrahman Paşa Köprüsünü şeyhin bağlıları ve beyleri geçtiler. Şeyh Said de atından indi, köprüyü geçmek istiyor.

–Gitme, dedim.

Dinlemedi. Atımdan indim ve beylerle avanelerine bağırdım:
–Bizi nankörlükle töhmet altında bıraktınız. Son dakikamızdır. Geriye bakın, dedim ve ateş ettim. İki-üç mermi attım, karşıdan hiçbir cevap alamadım. Gerçi şafak ağarmak üzeredir, hava bulutlu olduğundan karanlık vardır. Elli metre karşımda bulunan bu kafilenin kaçıp savuştuklarını anladım. Benden önce akrabamdan ikisi köprüyü geçtiler. Ben de yayan olarak geçtim, gittim.

Seslendi:
–Dayı buradayız, merak etme, dedi.

Yaklaştım. Şeyh Said bir kayaya arkasını vermiş duruyor, yeğen de yolunu çevirmiş duruyor. Şeyh Said'le tam karşılaştım. Elindeki mavzer silahını kalbimin üstünde gezdirerek:
–Bak, dedi.

Ben namluyu sol elimle tutup, sola aldım:
–Altmış yaşından sonra bir de katil mi olacaksın, dedim.
Meğer arkamı terk etmeyen birader Reşid aynı zamanda silahını Şeyh'e nişan al vaziyetine getirmiş. İhtimaldir ki ateş etmemesinin maddi sebebi bu olmuştu.

Akrabamdan birisi:
–İkiniz de şu silahı bana veriniz, dedi.

Silahı vermek istemedi, fakat öteki çekti aldı. Fişenk yanakta, silah tetikte idi. Orada yarım saatten fazla tartıştık. Netice itibarıyla fırka kumandanına yazı yazmamı uygun gördü. Şeyh Said'le üç kişi var.
yazıyı şöyle yazdım:

“Şeyh Said'i, Abdurrahman Paşa Köprüsü üzerinde tevkif ettim. Ufacık bir müfrezenin sûret-i ızâmı marûzdur.” (Rumi. 15 Nisan 1341/1925. Çarşamba )

Ben Şeyh'e gösterdim, ısrarından vazgeçmedi:
–Gönderiniz, dedi.

Yazıyı hizmetçisi ile gönderdim. İki saat sonra Çarihor sırtlarında bir manga asker göründü. Biraz sonra da bize doğru geldiler. Uzaktan kimler olduğumuzu sorup anladılar.

Zabit yanıma geldi:
– Çarihor'a gidelim, Paşa ile telefondan görüşürsünüz, dedi.

Şeyh Said'in, bir katır üzerinde heybelerde dörtbin altın parası vardı. Çarihor'a gidinceye kadar heybeler açılmış, altınlar ortada yok.

Fırka kumandanı, istediğim müfrezeyi harekat şubesi müdürü yüzbaşı Ata Bey kumandasında göndermiş, köprüye gelmişler. Oradan da Çarihor'a geldiler. Paşa'nın bana hitaben sitayişkar yazdığı uzun mektubu verdi ve telefonlada paşa ile görüştükten sonra Varto'ya götürüldük.
 

YORUM YAZIN
Profiliniz ziyaretci statüsünde görünüyor. Yorumlarınız aşağıdaki isimle yayınlanacaktır
Değiştir
Dilerseniz web sitemize üye olarak daha özgün bir profil oluşturabilir ve yorumlarınızı hesabınızdan takip edebilirsiniz
Kodu Girin
Yapacağınız yorumların şiddet ve hakaret içermemesine lütfen dikkat edin. Aksi taktirde yorumlarınız onaylanmayacaktır. Gönder
25.04.2024
18:05
Bingöl İhh`dan Gazze`ye İnsani Yardım
Bingöl İhh'dan Gazze'ye İnsani Yardım
Gazze'ye yönelik insani yardımlarını sürdüren Bingöl İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Derneği (Bingöl İHH), işgalci İsrail'in saldırısı altındaki şehre 75 ton Un yüklü 3 TIR'lık yardım gönderdi. 1 Tır'da dayanıklı ekmek gönderen yardım derneği, 10 milyon TL de nakdi yardımda bulundu.
25.04.2024
13:07
Bingöl Zağ Mağaraları turizme kazandırılmayı bekliyor
Bingöl Zağ Mağaraları turizme kazandırılmayı bekliyor
Bingöl'de 2019-2022 yılları arasında yüzey araştırmaları çerçevesinde incelenen 5 katlı Zağ Mağaları'nın binlerce yıllık tarihi olduğu tespit edildi. MS 100 ve 200'lü yıllarda ilk Hristiyanlar tarafından inşa edildiği ileri sürülen mağaraları daha sonra Müslümanlar da ilim merkezi olarak kullandı. Tarihi alanın çevre düzenlemesi yapılarak turizme kazandırılması bekleniyor.
25.04.2024
11:51
Bingöl Teksas`a mı döndü?
Bingöl Teksas'a mı döndü?
Her defasında farklı bir mahallede farklı bir silahlı kavga haberinin duyulduğu Bingöl'de son günlerin en fazla kullanılan cümlesi 'Bingöl, Teksas'a dönmüş.' Bunca silahlanma ve olaya karışanlar hakkındaki işlemler ise muamma!
25.04.2024
11:25
20 yıl hapis cezası vardı! Yakalandı
20 yıl hapis cezası vardı! Yakalandı
Bingöl Valiliği, birçok suçtan aranan ve 20,5 yıl kesinleşmiş hapis cezası bulunan şahısın yakalandığını duyurdu.
25.04.2024
11:23
Bingöl İŞKUR`dan işgücü piyasa araştırması
Bingöl İŞKUR'dan işgücü piyasa araştırması
Bingöl Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürü Cevdet Baycuman, 2024 yılı İşgücü Piyasası Araştırması ile ilgili saha çalışmasının 15 Nisan- 17 Mayıs tarihleri arasında yapılacağını duyurdu.
25.04.2024
11:22
Meteorolojiden Bingöl için uyarı!
Meteorolojiden Bingöl için uyarı!
Meteoroloji 13. Bölge Müdürlüğü, Bingöl, Elâzığ, Malatya, Tunceli ve Adıyaman için toz taşınımı uyarısı yaptı.
Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir
©Copyright 2017
Haberler, Fotoğraf Galerisi, Video Galerisi, Köşe Yazıları ve daha fazlası için arama yapın