Geçtiğimiz hafta sonunu Antalya'da geçirdim. Giderken havaalanı daha sakin olur diye Cumartesi sabahı 9.00 uçağını seçtim. Hakikaten de sıfır gecikme ve sıfır kuyruk ile konforlu bir şekilde uçtum. Ancak aynı gün öğleden sonra gelmeyi seçen arkadaşlarım bir saati aşan gecikme yüzünden perişan oldular. Dönüşümü ise yine daha sakin olur diye Pazar akşamı 21.15 uçağına aldım. Biraz rötar oldu ama çok fenalık geçirtecek gibi değildi. Uçağa bindiğimde Business Class sınıfının olduğu koltuklarda büyük bir sürpriz vardı. Bülent Ersoy, makyajı ve mavi elbisesi hep birlikte birinci sırada oturuyorlardı. Tüm magazinsel merakımla plasenta ile yenilenmiş cildini görmeye çalıştım ama kadın çok akıllıydı. Yeni cildini herkesten saklamak için ileri derecede kalın, büyük bir ihtimalle tek parça halinde takılıp çıkarılabilen bir makyaj tabakasının altına saklamıştı. Mavi elbisenin kumaşından ise düşünün bana bile iki elbise rahat rahat çıkardı. Göz altlarındaki bakır renge parıltıların uçağımızı nasıl aydınlattığına girmeyeceğim bile. Neyse uçuşumuz tamamlandı, İstanbul'a vardık. Tüm uçak, havalanına giriş yapacağımız kapıya gitmek üzere otobüse sığıştık. Ama bekle Allah bekle otobüs kımıldamıyor. Uçak rötarı yapmadık diye sevinirken, bu kez otobüs rötarına maruz kaldık derken bir süre sonra rötarın sebebi uçağın merdivenlerinde göründü. Bir uçak dolusu insan, merdivenlerden nazlı nazlı inen Bülent Ersoy'u bekliyordu. Bir koala zarafeti ve yavaşlığında merdivenden inen Ersoy, biz ölümlülerin yanına gelmektense şoförün yanına oturmayı tercih etti. Ki bildiğim kadarıyla bu da kurallara aykırı. Aramızdan sesini yükseltenler oldu ama hedefleri yanlıştı. Bu rezaletin tek sorumlusu o gurur duyduğumuz Türk Hava Yolları şirketi idi. Şirket tüm yolcularını, ünlü tek bir yolcu için bekletiyorsa ünlü insana bunun keyfini sürmek düşer. Bu çok çirkin bir hizmet anlayışı!
3G nasıl bir özgürlük vaat ediyor?
KARDEŞİM geçen hafta, bir operatörün kampanyasından 3G'ye abone oldu ve şu yeni küçük dizüstü bilgisayarlardan aldı. Bana da “Ablacım, o kocaman dizüstünü taşıma, al bununla rahat rahat gazeteye yazını yollarsın” dedi. Türkiye'de yeni bir teknolojinin ne kadar riskli olduğunu bildiğimden bu teklife yanaşmadım. Ve her adımda bir kilo daha ağırlaşan dev dizüstü bilgisayarımı attım sırtıma Antalya'nın yolunu tuttum. Ve bu kararımda ne kadar haklı olduğumu anlamam uzun sürmedi. Otelde, İstanbul'dan gelen arkadaşlarımın hiç birinin telefonundan bir yeri aramak mümkün olmuyordu. Sadece ben rahatlıkla sağı solu arayabiliyordum. Çok geçmeden konuya uyandık. Ben geçen hafta, köşemde de anons ederek 3G'den 2G'ye geri döndüğüm için rahatça konuşabiliyordum. Ama Lara sahilinde 3G çekmiyordu ve herkesin cep telefonu iletişimine geçebilmek için 2G'ye dönmesi gerekti. Yani büyük özgürlükler için “sistemin biraz daha oturmasını” bekleyeceğiz gibi görünüyor.
Bu gidişin, dönüşü olacak mı?
ÖZGE, evliliğinde sürekli şiddet görmekten sıkılıp ailesinin evine dönünce eşinin şiddet konusunda nasıl da sınır tanımadığı ortaya çıkmış. Olcay bey, eşinin sığındığı ailesinin evine (nasıl bir hayal gücüdür anlamak mümkün değil) molotof kokteyli atmış. Bu öyle, mohito tadında bir kokteyl değil takdir edersiniz ki, bahçe kapısı filan fena yanmış. Polis çağrılmış. Öfkeli koca tutuklanmış. Ama yasaların er veya geç kendi tarafında olacağını bilen koca polis otosunda avucunu sıkıp baş parmağını kaldırarak “her şey yolunda” işareti yapmaktan kaçınmamış. Bir de fotoğraflarını çeken muhabirlere nara atmış: “Bunun dönüşü de var, yine geri geleceğim!” demiş. Ne yazık ki bu ülkede, bu adamın geri dönmeyeceğinin garantisini Özge'ye kimse veremez. Bir “iyi hal” kurtarıverir Olcay'ı hapisten. Olcay kendi isteği ile dönmekten vazgeçmediği sürece Özge'nin yatağında rahat bir uyku uyuması, korkmadan bakkala gidebilmesi mümkün değildir. Biz çok daha kanlı dönüş hikayeleri gördük. Bu ülkede bir kadın olarak bu tarz “geri dönüşlerin” yaşanmasından nefret ediyorum!
Yabancıyım senin cennetine
MANGA'ya ölüyorum, bitiyorum, onları tek tek sarılıp öpmek istiyorum. Yeni albümleri tam 16 şarkılık “gerçek” bir albüm. Ve ben bu albümden ikinci videolarını çektikleri “Beni benimle bırak” şarkısını tüm hafta sonu boyunca herhalde yüzlerce kere dinledim. Hayko Cepkin'i andıran bir altyapıya sahip olan şarkı hem sözleri hem de muhteşem rock altyapısı ile ruhumda senfonik yaralar açıyor. Bu arada şarkıya çekilen video da kuşkusuz bu güne kadar çekilmiş en iyi videolardan biri. Kafasında maske takılı kemancılar ve akıl çıkartan efektler şarkıyı daha da karanlık kılmış. Manga'yı zaten çok severdim, ama artık saygı da duyuyorum bu genç çocuklara!
haberturk