'Kurşun laikliğe değil, AK Partiye...'Utah Üniversitesi öğretim üyesi Doçenti M. Hakan Yavuz'a göre, Danıştay'a saldırı komplo değil ve o kurşun laikliğe değil, demokrasiye ve AK Parti'ye sıkıldı.![]() Türkiye yine “aşina” olunan bir sürece itiliyor. Bu sürecin asıl önemli tarafı ise toplumun belli bir kesiminin anında harekete geçmiş olması. Bir tür “laiklik gösterisinin” inşası olan bu türden eylemlerde rol alan aktörlerin irdelenmesi son derece önemli. Özetle, karşımızda incelenmesi gereken “labaratorik bir olay” var. Özellikle basının büyük kesiminin tavrı ise tam bir içler acısı. Buna ek olarak devletin kimi kurumlarının da hemen bu olaydan “rant” elde etme çabasına girmesi, Türkiye'deki istikrarın çok hassas olduğu bir dönemde bu olayın vuku bulması, her an daha büyük bir depreme maruz kalabileceğini de gözler önüne seriyor. Bu süreci başlatanlar hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız halde “olayın” yeri ve olayın basın ve kimi kurumlar tarafından kullanılması, eylemlerin amaç ve hedefleri hakkında bize ciddi ipuçları veriyor. Saldırıda asıl hedef AK Parti hükümeti... Açıkça görünen şudur: Olayın hedefi laiklik değil, hedefi genelde demokrasi, özelde ise AK Parti'dir. Genel amaçtan özel amaca doğru bakıldığında, olaylara ilişkin hedeflenen kimi kurumların güç kaybetmesine neden olan demokratikleşmeyi laiklik adına geriletmek ve AK Parti hükümetinin “meşruiyetini” sorgulamaktır. Danıştay saldırısı sonrası gelişmelerde seçimle meşruiyet kuramayanlar “silah” ya da “korku”larla meşruiyet kurma çabasını yeniden eyleme dönüştürmüşlerdir. Tarihte “şeriat elden gidiyor!” diyerek isyan eden, Osmanlı Devleti'ndeki dönüşüme engel olmak isteyen “tutucu” kesimler, şimdilerde “laiklik elden gidiyor!” diye yarattıkları hezeyanla yeni Türkiye'nin dönüşümüne engel olmak istiyorlar. Kısacası, bugün ülkedeki ciddi dönüşümden rahatsız olan kesimlerin laiklik söylemiyle bu süreci sekteye uğratma çabaları devam ediyor. Tabii ki burada sorulması gereken soru şudur: Türkiye'de laiklik niçin bir gerilim alanıdır? Bu gerilimin tarihsel arka planında kimler vardır ve bugün bunun devamını sağlayanlar kimlerdir ve amaçları nedir? Laiklik gitgide Türkiye'de kendine has bir özellik almaya başlamıştır. Bence bu kavram sosyoloji ve siyaset biliminde ele aldığımız “secularism” kavramından kayarak çok farklı bir ideolojiye dönüşmüş durumdadır. Bugün için Türk laikliğinin temel özelliği “güvenlikleştirilme”dir; bunun yanında laiklik “halka rağmen” bir azınlık rejimine ve bir siyasal “kimliğe” dönüşmüştür. Türkiye'de “laik/lik/çi” diye bir kimlik üretilmiştir. Amerika veya başka demokratik ülkelerde laiklik “dinsel kurumlarla devlet arasında bir duvar örülmesi” şeklinde algılanır. Ne din devlete, ne de devlet dine müdahale eder. Ama dindar insanlar yönetime katılır. Kimi dini söylemler hem kamu hem siyaset alanındaki tartışmalarda yerini bulur ve bu durum demokrasilerin de gereğini teşkil eder. Ülkemizdeki laiklik ise hem dini kamusal alandan kovar, hem de dini devletin ihtiyaçlarına uygun şekilde düzenler. Demokratikleşme süreciyle beraber hem dindar siyasetçilerin varlığı hem de laiklik anlayışının ‘din ve vicdan özgürlükleri' şeklinde yorumlanması Türkiye'deki “laiklik rejimi”ne sorun yaratmıştır. Rejim ise dindar siyasetçileri ve söylemleri “illegalize” ederek çözüm bulmuştur. Bulunan çözüm ne yazık ki demokratik olmamış ve sandıkla gelen meşruiyet bu rejimin çözümünü etkisiz kılmış ve her zaman din ve vicdan özgürlüğü yönünde genişleme talepleri, rejim tarafından “güvenlik” sorunu haline getirilmiştir. Laiklik üzerinden yürütülen iktidar savaşı Anayasa ve diğer mahkemelerin laiklik yorumları son derece “sığ ve anti-demokratiktir”. Ortaya çıkan demokratik talepler, sürekli olarak rejimin “güvenliği” ekseninde ele alınmış ve demokratik oluşumlar rejim karşıtı hale getirilmiştir. Türkiye'deki siyasetin demokratikleşmesi ve düşünce özgürlüğünün gelişmesi için radikal ve uluslararası normlara uygun bir laiklik tanımı gerekmektedir. Dini kamusal alanda yasaklayan ve kamusal alanı “polisin olduğu her yer” şeklinde tanımlayan bir anlayış, gerilim üretmeye devam edecektir. Bugünkü bunalımlarımızın temelinde laikliğin, rejimin güvenlik ideolojisine dönüştürülmesi fikri vardır. Özellikle bu tür laiklik anlayışının koruyucusu olarak kendilerini ilan eden kimi kurumlar ne yazık ki halk nezdinde büyük bir meşruiyet bunalımı içindedirler. Daha kaygı verici olan ise ülke güvenliğinden sorumlu olan kurumların kendilerini rejim güvenliğinden mesul hissetmeleri; yine adalet dağıtmakla görevli olan yargının ise rejimin güvenliği adına son derece “politize” olmalarıdır. Yargı demokratikleşmenin ve özgür düşüncenin güvencesi değil, aksine kısıtlayıcısı olmuştur. Uluslararası alanda yapılan birçok çalışmada da Türk yargı sisteminin ‘niçin' yasakçı olduğunun sebepleri irdelenmektedir. (Örneğin son iki yılda çıkan 4 bilimsel makale, Mısır ve Türkiye'de yargının rollerini karşılaştırmaktadır. Makalelerdeki temel soru şudur: Mısır'da yargı sistemi daha özgürlükçüyken, Türkiye'deki yargı neden daha yasakçıdır?) Ne yazık ki Türk yargı sistemi ciddi bir kriz içindedir. Yargı kendisini rejimin güvenliğinden sorumlu hissederek demokratik oluşum ve söylemleri “illegal” alana itmekte ve asli görevini yerine getirmemektedir. Bu durum uzun dönemli istikrar ve halkın devlete güveni açısından oldukça sorunludur. 28 Şubat sürecinde büyük bir meşruiyet kaybına uğrayan kurumların son derece dikkatli olmaları gerekmektedir. Danıştay'daki eylemin asıl amacı demokratik oluşumu önlemekti. O kurşun Sayın Sezer'in açıklamasının tersine, laikliğe değil, demokrasiye ve AK Parti'ye sıkıldı. Ne yazık ki eylemciler, bütün devlet kurumlarını kendi eylem planlarına dahil ettiler. Burada komplo aramak doğru değildir. Asıl düşünülmesi gereken şudur: Devletin kurumları bu eylem planına katılmaya bu kadar mı “hazırdı”lar? Psikolojik bu “hazır” olmanın arkasındaki sosyo-siyasi anlam haritasını (cognitive map) iyi okumak gerekir. Toplumsal barışı bozmak isteyen eylemciler, kimi devlet kurumlarıyla hükümet arasındaki güven sorununu çok iyi okuyor ve bu kurumların laiklik adına eylem planlarına katılmaya “hazır” olduklarını çok iyi biliyor ve ona göre hareket ediyorlar. Kısacası, Türkiye'nin laiklik anlayışı sadece demokrasimiz için değil, ülke güvenliği için de bir “güvensizlik ideolojisine” dönüşmüştür. Laikliğin bu şekilde toplum-devlet; hükümet-yargı çekişmesine dönüştürülmesi belki de en önemli sorunumuzdur. Yapılması gereken, laiklik anlayışının gerilim alanı olmaktan çıkarılması ve laiklik kavramının ve uygulamalarının uluslararası normlara uygun hale getirilmesidir. Ancak, kimi devlet kurumları ve özellikle muhalefet bu olayı “ranta” çevirme çabalarında büyük bir prestij kaybına uğradı. En kötüsü de kimi komplocuların, bu kurumların ani çıkışlarına bakarak, bunları halka eylem planının birer parçası şeklinde göstermeleridir. Başta hükümet ve aklıselim düşünenler komplo teorilerine değil, akla ve doğrulara kulak vermelidir. Gerçek olan şudur ki, AK Parti bu olaydan “mazlum” ve “haklı” çıkmıştır. Devlet kurumları birilerinin arka bahçesi mi? Sokaktaki gösterilere kimi devlet kurumlarının katılması ve olayı laiklik sorunsalına indirgemeleri o kurumların yıpranmasına ve geniş halk kitleleri nezdinde niyetlerinin sorgulanmasına neden olmuştur. 28 Şubat sürecinde büyük meşruiyet kaybeden Türk ordusunun sokağın sesine göre değil, ülkenin istikrarına göre hareket etmesi ise herkesin beklentisidir. Saldırı eylemcilerinin sadece kimi devlet kurumlarının değil, basının da kendi eylemlerine katılmaya “hazır” oldukları varsayımına göre plan yapmış olmaları, Türk basını açısından ciddi anlamda üzüntü vericidir. Basının büyük kısmı hâlâ ideolojik çerçeveden haber üretmek ve halkı yönlendirmek çabası içindedir. Bu hem demokrasinin hem de sivil toplumun güçlendirilmesi açısından son derece olumsuz bir gelişmedir. Sonuç itibarıyla Türkiye'deki istikrar laikliğin, demokratik söyleme göre yeniden yorumlanmasını zorunlu kılmaktadır. Laiklik savunuculuğunu kendilerine misyon edinen kurum ve kişilerin öncelikle kendi anlam haritalarını yenilemeleri gerekiyor. (*) The Emergence of a New Turkey: Demokrasi ve AK Parti (University of Utah Press, 2006) adlı kitabın editörü. UTAH ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ (*) (Zaman) YORUM YAZIN ![]()
|
|