· Merkezi sınav sistemi kaliteyi geliştirmekten uzak...
· Kalite ile öğrenci tercihleri arasında bir ilişki yok...
· Öğrenciler ve aileleri sadece diploma istiyor...
· Merkezi sınava baraj koyma uygulamasını kaldıralım....
Işık Üniversitesi 2006-2007 akademik yılı 9 Ekim 2006, Pazartesi günü Üniversitenin Şile kampusünde yapılan törenle açıldı. Merkez Bankası Eski Başkanı Süreyya Serdengeçti'nin ilk dersi verdiği törende, Serdengeçti'ye Işık Üniversitesi fahri doktora ünvanı verildi.
Törende Rektör Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu yaptığı konuşmada YÖK, ÖSYM, Sınav sistemi ve tercihlere dair görüşlerini açıkladı ve 2006 2007 eğitim öğretim yılının bizim için zorlu başladığı hepinizin malumlarıdır. ÖSYMnin bu yıl uyguladığı yeni sınav sistemine öğrencilerin uyum göstermesinde yaşanan zorluk nedeniyle üniversite öğrencisi adaylarının sayılarındaki müthiş azalmadan en ciddi olarak etkilenen Üniversitelerden birisi de maalesef biz olduk. Akademik yetkinliğimizi bu derecede geliştirdiğimiz, eğitim ve araştırma kalitesinde büyük bir atılım içinde olduğumuz bir dönemde karşılaştığımız bu durumu hakketmediğimizi düşünmekteyiz. Ancak, bu durumun bize bazı gözlem ve saptamaları yapma olanağı sunduğunu da inkar edemeyiz.' dedi.
'Öncelikle vurgulamak isterim ki, Merkezi Sınav sistemimiz (ÖSYS) Üniversitelerimizin eğitim ve araştırma kalitesini geliştirmeye yardımcı olmaktan uzak bir görüntü çizmektedir' diyen Kalacıoğlu, 'Her yıl bir önceki yılın sınav sonuçlarına göre öğrenci yerleştiren sistem, kendisini eğitim ve araştırmada geliştirmek isteyen üniversitelerimizin önünde büyük bir engel olarak dikilmektedir. Bugün, düşük puanla öğrenci alan programlarda atılım yapmak isteyen bir üniversite, eğer Nobel almış öğretim üyelerini bile kadrosuna alsa, öğrenci tercihlerini etkileyebilecek durumda değildir. Hal böyleyken YÖK tarafından hazırlanıp Cumhurbaşkanlığına sunulan Stratejik Rapor Taslağında belirtilen kalite arayışının nasıl gerçekleştirilebileceğini sormak gerekir. Bizim Üniversiteler olarak araştırma ve eğitim kalitemizi artırmak için bugünkü ÖSYM uygulamaları sürecek olursa ne gibi bir müşevvik vardır?' diye sordu.
Kalaycıoğlu konuşmasını şöyle sürdürdü:
'İkinci olarak gözlemiş bulunuyoruz ki, Üniversitelerin sunduğu eğitim ve araştırma kalitesi ile öğrenci tercihleri arasında hiçbir ilişki yoktur. Şimdi bize deniyor ki takkeyi önünüze koyun ve düşünün. Biz de düşündük, gözlemledik, araştırdık ve ulaştığımız sonuç şudur: Öğrenci adayları ve aileleri ucuz eğitim talep etmektedirler. Alacakları eğitimin kalitesini de pek umursamamaktadırlar. Zaten umurlarında olan eğitim veya bilgi olmayıp diplomadan ibarettir. Çocuklarına ders verecek olan kişilerin programda okutulan dile, bilimsel bilgiye, etiğe vakıf olup olmadıkları, doktora dereceleri olup olmadığı, bu derecelerin nerelerden alındığı, ve hepsinden önemlisi bu öğretim kadrosunun yayın yapıp yapmadığı, yani bilimsel yayınlara katkı yaparak izleyip izlemediği de umurlarında değildir. O zaman bizim de YÖKün bize hedef gösterdiği (ve galiba izleme gafletinde bulunduğumuz) eğitim ve araştırma kalitesini unutup, ders veriyormuş gibi gözüken, araştırma yapmayan, hatta akademisyen bile olmayan öğretmenlerle, laçka bir eğitimi yok pahasına sunmamız mı gerekiyor? Bilmem YÖK bizim bu ulaştığımız sonuçtan başkasına ulaşmış mıdır? Ulaştılarsa, herhalde yakında açıklarlar ve öğreniriz. Aksi halde, YÖKün kalite konusundaki üniversitelere koyduğu hedefi nasıl uygulamaya geçirebileceğini anlamaktan aczimizi sizinle paylaşmak isterim.
Üçüncü olarak yaptığımız saptama YÖK Stratejik Rapor Taslağının yerinden yönetim önerirken ne kadar haklı olduğudur. ÖSYMnin uyguladığı merkezi yerleştirme sistemi, her merkezi sistemde olan tüm olumsuzlukları da barındırmaktadır. Düşününüz ki 1,490,000 öğrenci sınava girmektedir ve 202,000 kontenjan mevcuttur. Bu durumda yapılan iki yerleştirme sonunda 33,000 kontenjan hala açıkta kalmıştır. Birinci yerleştirme sonunda Vakıf Üniversitelerinin tümünde 7900 boş kontenjan mevcutken, ikinci yerleştirme sonucunda boş kontenjan sayısı 8900 olmuş, yani yerleştirmeler sonunda kontenjanlardaki boşluk 1000 adet artmıştır! Bu sonuç uygulamanın sorunlu olduğunu göstermiyorsa, hiçbir başka veri de gösteremez. Sınav tabii merkezi olabilir. Ancak, sınavın yaptığı bir sıralamadır. Sıralama yapıldıktan sonra 185 puan gibi bir baraj konulmasının anlamı nedir? Bu baraj neyi ölçmekte ve neden bazı öğrencilere sen Türkiye üniversitelerinde okuyamazsın denmektedir? Unutmayınız, bu sınavda barajın altında kalanlar Türkiye dışında okuyabilmekte, aldıkları diplomalar da YÖK tarafından tasdik edilebilmektedir. O zaman, bu çocuklarımız neden Türkiyedeki üniversitelerde okuyamamaktadırlar? Burada bir öneride bulunmama lütfen, müsaade ediniz. Merkezi sınava baraj koyma uygulamasını kaldıralım. İstenirse bugünkü gibi, ama sınava giren tüm öğrencilerin katılımıyla tercihler ve yerleştirilme yapılsın, istenirse öğrenciler üniversitelerin programlarına aldıkları puanları ibraz ederek başvurmak suretiyle yerleştirilsin ve bu garip, yurtdışından bakıldığında traji-komik gözüken ve üniversitelerimizi ve ülkemizi mağdur eden durumdan kurtulalım. Unutmayalım Vakıf Üniversitelerinde bundan sonraki beş yıl zarfında okuyamayacak olan çoçuklarımızın onlara maliyeti 500 milyon YTL, ülkemize maliyeti, sair masraflar da gözönüne alınırsa 800 milyon YTL civarında olacaktır. Bu çocuklarımız yurtdışına giderlerse, ayrıca bu rakama ilaveten 700 milyon YTL civarında ulaşımdan eğitim masraflarına kadar bir ek ödeme olacağını da düşünmeliyiz. O zaman ekonomimize olan toplam kaybın en az 1,5 milyar YTL civarında olacağını düşünmeliyiz. Bu büyük bir kamu zararıdır. Burada zarar eden sadece Vakıf Üniversiteleri değil, eğitim sektöründen ulaştımaya, gıda sektöründen tekstil sektörüne kadar geniş bir ticari kesimdir, ülkemizin bütünüdür.
Yerinden yönetimi esas alan bir sisteme geçilmesini öneren Stratejik Rapor Taslağına karşın YÖK merkeziyetçi uygulamaları devreye sokmaya devam etmektedir. 2006 Temmuzunda çıkan bir yasaya göre merkezi sınavla araştırma görevlisinden öğretim görevlisine kadar çeşitli kadrolara atama yapma zorunluluğu getirilmesi bunun en tipik örneğini oluşturmaktadır. Bunun nedeni bazı kurumları denetim altında tutmak olsa da, Işık Üniversitesi bunlardan birisi değildir. Buna rağmen Üniversitemiz sahip olduğu niteliklere karşın merkeziyetçi uygulamaların tüm olumsuzluklarına maruz kalırken, yerinden yönetim ayrıcalığının meyvelerini de toplayamamaktadır. Bu görüntüsüyle, yüksek öğretim sistemimiz akademik değerleri ön plana çıkartan, kaliteye önem veren kurumlara bigane kalmaktadır.
Son olarak belirtmek isterim ki, YÖK Stratejik Rapor Taslağının hedef gösterdiği üçüncü husus olan yönetişimin önemi bir kez daha ortaya çıkmıştır. Yönetişim şu anda dünyanın uygar demokrasilerinde de, gelişmiş ekonomilerinin büyük işletmelerinde de kullanılan temel yönetim biçemidir. Bu yönetim uslubu paydaşlar (stakeholders) arasında rıza ve gönüllü katılıma dayanan karar vermeyi esas alır. Biz de Işık Üniversitemizde aynı usluba uygun olarak çalışıyoruz. Umarız YÖK ve ÖSYM de biz üniversitelerin paydaşları olduğu gerçeğinden hareketle bugün içine düştüğümüz ve hem bizlere hem de ülke kaynaklarına önümüzdeki beş yıl zarfında en az 1 milyar dolarlık kayba neden olacak bugünkü sınav uygulamasını gözden geçirip, bu büyük sorunu en az maliyetle atlatmamızı sağlayacak adımları acilen atar.
Öyle zannediyorum ki Stratejik Rapor Taslağını kamuya açıklayarak yönetişim, kalite ve yerinden yönetimi hedef gösteren YÖK öncelikle bu hedefleri gerçekleştirmede Üniversitelerimize öncülük etmek büyüklüğünü gösterecek ve bizlerin bu hedeflere ulaşmasını sağlayacak adımları tasarlayacaktır. YÖKün gösterdiği hedefleri benimseyip ona göre hareket eden üniversiteleri hüsran beklemekteyse, o zaman YÖK Stratejik Rapor hedeflerinin amacına nasıl ulaşacağı hususunu da ilgililerin takdirine sunmak isterim.