Sezer : ''ılımlı islam, geriye gidiştir'Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Veda Niteliğindeki konuşmasında Rejim, Cumhurbaşkanlığı Seçimi, Seçim Barajı ve gündemdeki diğer birçok konuya ilişkin çarpıcı söylemlerde bulundu.![]() Sezer, Harp Akademileri Komutanlığı'nda dün "veda" niteliği taşıyan konuşmasında, kuruluşundan bu yana cumhuriyeti sinsi bir gölge gibi izlemiş olan gerici tehdidin bugün ulaştığı boyutlarla kaygıya neden olduğunu vurguladı. Türkiye'nin laik düzenini hedef alan etkinliklerle dini politikaya yansıtma çabalarının toplumsal gerginlikleri artırdığını kaydeden Sezer, konuşmasında özetle şunları söyledi: Ilımlı İslam Geriye Gidiştir Türkiye'yi çağdışı rejime sürüklemek isteyenlerin demokrasiden söz etmelerinin bir oyun olduğu görülmelidir. Türkiye'de siyasal rejim, cumhuriyet kurulduğundan beri, hiçbir dönemde günümüzde olduğu kadar tehlikeyle karşı karşıya kalmamıştır. Laik cumhuriyetin temel değerleri ilk kez açıkça tartışma konusu yapılmaktadır. İç ve dış güçler, bu konuda aynı amaç doğrultusunda çıkar birliği içinde hareket etmektedir. Dış güçler, Türkiye'nin İslam ülkelerine model olabilmesi için öncelikle siyasal rejiminin 'laik cumhuriyet'ten, 'demokratik cumhuriyet' adı altında, 'ılımlı İslam cumhuriyetine' dönüştürülmesini öngörmektedir. Ilımlı İslam, devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal düzeninin din kurallarından belli ölçüde etkilenmesi anlamına gelmektedir. Bu niteliğiyle ılımlı İslam modeli, İslam'ı kabul eden diğer ülkeler için bir ilerleme sayılsa da, Türkiye Cumhuriyeti yönünden büyük bir geriye gidiş, daha açık söylemiyle, 'irticai' bir modeldir. Türkiye bölge için, ancak laik, demokratik hukuk devleti niteliğiyle örnek oluşturabilir, bu yöndeki deneyimlerini paylaşmaya hazırdır. Rejim 84 Yıl Önce Seçildi Kimi ülkelerin düşün önderlerinin son yıllarda Atatürk'e ve Atatürkçü düşünce sistemine yönelttikleri yoğun eleştirilerin anlamı ve amacı açıktır. İşin dikkat çekici yanı, Türkiye Cumhuriyeti rejimini ılımlı İslam'a dönüştürmek için, dış ve kimi iç odakların çıkar birliği yapmaları ve bunu demokratikleştirme adı altında gerçekleştirmeye çalışmalarıdır. Oysa bu odakların bilmesi gereken üç önemli gerçek vardır: Birincisi, ister 'ılımlı', ister 'köktenci' olsun, din devletiyle demokrasinin yan yana getirilmesi, tarihe ve bilime ters düşen bir yaklaşımdır. İkincisi, ılımlı İslam'ın çok kısa sürede radikal İslam'a dönüşmesi kaçınılmazdır. Üçüncüsü de, Türkiye Devleti, rejim seçimini cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte 84 yıl önce yapmıştır. Bu rejim, Atatürk ilke ve devrimleriyle ulusçuluğuna bağlı, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti temelinde biçimlenen aydınlanmacı ve çağdaş bir rejimdir. Cemaat Uyarısı Türkiye'de son 15-20 yıldır yaşanan toplumsal ve bireysel yaşamda sergilenen çağdışı görüntüler, dinci fetvalar, saldırılar ve karışmalar, kamusal alanlarda türban kullanılmamasına ilişkin tüm yüksek yargı kararlarına karşı tutumlar, görevi din adamı yetiştirmek olan okulları bitirenlerle tarikat ve cemaat mensuplarının devletin her kademesine yerleştirilmeye çalışılmaları, Türkiye'nin nereye götürülmek istendiğinin anlaşılması için yeterli olacaktır. Demokrasiyi yanlış yorumlayıp değerlendirenlerin tutum ve davranışlarının en büyük zararının cumhuriyete ve demokrasiye olacağı gözden uzak tutulmamalıdır. Görüşlerimin Arkasındayım Laiklik, sadece din ve inanç özgürlüğüne indirgenemez. Laiklik ilkesinin, Anayasa'nın 24. maddesindeki tanımı ve içeriğiyle, din kurallarının toplumsal yaşam dışında yalnızca bireysel yaşam alanını düzenlediğinin kabulü zorunludur. Anayasa Mahkemesi Başkanı iken savunduğum 'Cumhurbaşkanı'nın görev ve yetkilerinin parlamenter demokrasinin gerekleriyle bağdaşmadığı' görüşünün arkasındayım. Ancak cumhurbaşkanının, kurallar değişmedikçe Anayasa ile verilen görevleri yerine getirmesi, yetkileri kullanması zorunludur. Üstelik, laik cumhuriyet rejimini, Anayasa'nın uygulanmasını gözetme bağlamında koruyup kollama görevi, bu zorunluluğu kimi zaman daha da artırmaktadır. Anayasa'mızda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş düşüncesi, tek ulus ve ulusal devlet, tekil devlet, laik devlet, demokratik devlet, sosyal devlet, hukuk devleti ilkelerine dayandırılmış ve bu ilkeler, kurallarla anayasal belirginliğe kavuşturulmuştur. Anayasal kuralların bağlayıcılığı yanında, içtiği ant ve anayasanın uygulanmasını gözetme görev ve yetkisi, cumhurbaşkanını, yukarıdaki ilkeleri özümseyerek uygulamak ve uygulatmakla yükümlü kılmaktadır. Başka bir anlatımla, uzlaşma ve uyum ancak anayasal rejim çerçevesinde olanaklıdır. Bunun dışında bir uzlaşma aramak, anayasal kuralları savsaklamak anlamına gelecektir. Cumhurbaşkanı Tarafsızdır Cumhurbaşkanının tarafsızlığı siyasal tarafsızlıktır, Anayasa'da "Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir" ifadesi yer almaktadır. Başbakan yürütme görevinde, ancak ilişkin bulunduğu siyasal görüşü temsil edebilir. Oysa Cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk Ulusu'nun temsilcisidir. Temelinde Atatürk ilke ve devrimleri bulunan çağdaş Türkiye Cumhuriyeti ideolojisi, tüm yurttaşların taraf olması gereken bir devlet ideolojisidir. Cumhurbaşkanı, anayasal devlet rejimine egemen olan değerleri savunurken, toplumun çeşitli kesimleriyle birlik içinde olabilir. Cumhurbaşkanının anayasal ilkelerden yana taraf olması, siyasal taraflılık biçiminde yorumlanamaz. Atatürkçü Cumhuriyet rejiminin temel ilkelerine karşı ortaya konulan eylem ve uygulamalara karşı çıkmak ve engel olmak, cumhurbaşkanının içtiği andın ve anayasal görevinin gereğidir. Bunun "siyasal muhalefet"le karıştırılması son derece yanlıştır. İçtüzük de Denetlenir (367 formülü tartışmalarına ilişkin olarak) Anayasa'nın 148. maddesinde, Anayasa Mahkemesi'ne yasa, yasa gücünde kararname ve TBMM İçtüzüğü'nün Anayasa'ya uygunluğunu denetleme yetkisi verilmiştir. Bu yetki aynı zamanda anayasal devlet rejiminin korunması yükümlülüğünü de içerir. Anayasal rejimin korunup sürdürülmesi yönünden görev ve yetki verilen bir başka organ Cumhurbaşkanlığı'dır. Anayasa'nın 104. maddesinde, devletin başı sıfatıyla cumhurbaşkanına, Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil etme, Anayasa'nın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetme görev ve yetkisi verilmiştir. Cumhurbaşkanına ve Anayasa Mahkemesi'ne verilen görev ve yetkiler, siyasal iktidar gücünün dengelenip frenlenerek 'çoğunluk diktatörlüğüne' dönüşmesinin önlenmesi, Anayasa'da somutlaşan devlet rejiminin korunması yönünden çok önemlidir. TSK'ya karşı oyun oynanıyor Dünyanın en büyük ve en kahraman ordularından birinin başkomutanlığını temsil görevini, yaşantımın en mutlu ve onurlu anılarından biri olarak koruyacağım. Tekil devlet ve laik cumhuriyetin güvencesi olan TSK, ilk kez iç ve dış odakların hedefi olmuştur. Bu odaklar niyetlerini açıkça sergileyerek işi 'hesap sorma' söylemine kadar vardırmıştır. TSK, anayasal rejimin korunması yönünden taraftır. Orduyu yıpratarak etkisizleştirmek için bir oyun oynanmaktadır. Oysa, küresel güçlerin ülkemiz üzerindeki planlarının açığa çıktığı günümüzde ordumuzu yıpratmak, bu planlara destek olmak amacı taşımıyorsa, hiç düşünülmemesi gereken bir olgudur. Kuzey Irak'a seyirci kalamayız Kimi grupların Irak halkının ortak istencini gözardı ederek, kendi dar görüşlü gündemleri doğrultusunda kazanım peşinde koşmaları kabul edilemez. Irak bağlamında Türkiye için bir başka kaygı kaynağını bölücü terör örgütünün, Irak'ın kuzeyindeki varlığı oluşturmaktadır. Türkiye, kendi ulusal güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik böylesine önemli bir tehdide karşı uzun süre izleyici konumunda kalamaz. Bu nedenle Iraklı ve Amerikalı yetkililerle yürüttüğümüz temasların hızla somut sonuçlar vermesini diliyoruz. Bu sorun bir an önce çözülmelidir. Dokunulmazlık uyuşmuyor Milletvekillerinin yasama işlevi dışındaki eylemleri nedeniyle dokunulmazlık zırhına bürünmeleri, saydam toplum istemleriyle bağdaşmamakta, yolsuzlukla savaşım çabalarına olumsuz etki yapmaktadır. Ayrıca, bu durum, ceza adaletinde eşitlik ilkesiyle çelişmekte, Yüce Meclis'in saygınlığına gölge düşürmekte ve yasama erkinin yüceliğiyle bağdaşmamaktadır. Yasama dokunulmazlığının kaldırılması, hukuk devleti ilkesiyle demokratik değerlerin gereğidir ve toplumsal beklentilere olumlu yanıt oluşturacaktır. Seçim barajı düşürülmeli Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun oluşumunda bir siyasal parti mensubu olan bakanın ve onun buyruk ve yönergeleriyle hareket eden müsteşarın yer alması yargı bağımsızlığını, dolayısıyla hukuk devleti ilkesini zedelemektedir. Yargının siyasallaştırılmasının zararlarından, tüm devlet kurumları, insani değerler ve bireyler paylarını alacaklardır. Seçim sisteminin, ulusal istencin adaletli olarak Meclis'e yansımasını sağlayacak biçimde ivedilikle düzeltilmesinde, başka bir deyişle ülke geneli barajının düşürülmesinde yarar bulunmaktadır. MİLLİYET YORUM YAZIN ![]()
|
|