KİM KİMDİR FİRMA REHBERİ Hemen Üye Ol Üye Girşi
Uye Girişi
Giriş
Beni Hatırla
Yeni Üye Kayıt
Haber sitemizin aktivitelerinden yararlanmak için üyelik başvuru yapın.
Hemen Üye Olun
Uye Hizmetleri
 
17 Haziran 2025 Salı
°C

Türkiye, pamuk'un değerini bir gün anlar

Nobelli yazarın kendi yolundan yürüdüğünü söyleyen Rushdie, halkı ona bir gün sahip çıkacağına inanıyor

Türkiye, pamuk`un değerini bir gün anlar
18 MART 2007 PAZAR 11:29
0
832
0
AA aa
Salman Rushdie, üslubunun temelinde, Hindistan'daki sözlü anlatım tekniklerinin yattığını söylüyor ve 'Hindistan'da hâlâ birçok kişinin okuma yazması yok. Sözlü gelenek canlı' diyor. Kendi yolundan yürüyeceksin. Angela, kimseler gibi yazmazdı. Kimselere benzemezlik Orhan ve Joyce için de geçerli. Nabza göre şerbet vermeyince, halkının sana sahip çıkması zaman alabilir

 
Salman Rushdie ile söyleşimizde yalnız kalmadık hiç. Balzac'tan Borges'e, Joyce'tan Grass'a, Tanizaki'den Murakami'ye... Sürekli birileri girip çıktı odaya.
Yazarlığı kadar okurluğu konuşmaktan da zevk alan Rushdie, sık sık favori yazarlarına getirdi sözü. Başka yazarlar için övgüsünde de, yergisinde de cömert olabildiğini gördüm. Keşfetmekten usanmadığını, edebiyatın uzak köşelerini hâlâ genç bir okurun/yazarın heyecanıyla gezdiğini sezdim.

Üslubunuzun izini geriye doğru sürsem nereye ulaşırım?
Hindistan'daki sözlü anlatım tekniklerine... Hindistan'da hâlâ birçok kişinin okuma yazması yok. Sözlü gelenek canlı. Bu hikâyecilerin anlatımı doğrusal değildir hiç. Mitolojik bir hikâyeyi alır, sürekli saparak anlatırlar. Konuyu siyasete, ardından kendi hayatlarına bağlarlar. Az sonra şarkı söyler, fıkra anlatırlar. Sonra mitolojiye dönerler, derken yeniden siyasete uzanırlar... Daire içinde daire çizerler.
Bu teknik, insanlar hikâye anlatmaya başladığından beri var. Üstelik anlatıcı, hikayenin işlememeye başladığını derhal anlar, çünkü dinleyici kalkar gider. Sapaklar dikkat dağıtmaz, dikkati hikâyede tutar. Cambaz gibi birleştirir farklı teknikleri. Bunu yazıda denedim.

Geldiğiniz dünyayı romana taşımanın başka yolları?
Hintçe, Urduca kelimeleri İngilizceye katma çabam da oldu. "Soytarı Şalimar"da yaptım, çünkü Keşmircenin tınısının duyulmasını hedefledim. Biliyorsunuz, çok baskı görmüş bir dil. Günter Grass, "Teneke Trampet"i yazarken, diyaloğun bir kısmını, Kaşubya'nın unutulmuş lehçesinde yazmıştı. Almanya-Polonya sınırında, Grass'ın büyüdüğü yerde konuşulan dildir. Grass, "Bu dil de var" demek istemişti. Ben de "Keşmirce de var" diyorum.

Nasıl yazıyorsunuz?
Romanı planlarken, defterlere not alırım. Yazarken, bilgisayar başındayım. Yazdıklarımı basar, üzerinden kalemle düzeltirim. Kitabın cümlelerini ise elle yazamam. Zira kalemin ucundan çıkan cümlelerin iyi mi, kötü mü olduğunun kararını veremem. El yazısı o kadar öznel bir şey ki, yazdıklarımın olduğundan daha iyi ya da kötü olduğunu düşündürtebilir bana. Ancak daha objektif bir dizgiye bakınca eleştirel olabiliyorum.

"Pamuk'a yapılan Joyce'a da olmuştu"

Orhan nasıl İstanbul'un yazarıysa James Joyce da Dublin'in yazarıydı, ama kendi ülkesi ve şehri tarafından tahkir edildi


Yazarın sevilme isteği ile bağımsızlığı arasındaki ikilemden konuşalım...
İlle de bağımsızlık. Orhan Pamuk'un Nobeli'ni Türkiye'de bazılarının kutlamadığını duydum. Bunu iyi anlıyorum. James Joyce'un başına gelenlere bakın. Orhan nasıl İstanbul'un yazarıysa, Joyce da Dublin'in yazarıydı. Ama Joyce yaşarken, kendi ülkesi ve kendi şehri tarafından tahkir edildi.
Onlara göre Joyce pornocuydu, kutsala saygısızdı. Akla gelen bütün saçmalıkları söylediler Joyce için. Hayatının büyük bölümünü Dublin'den uzakta geçirmek zorunda kaldı.
Ona bu nedenle de saldırdılar; "İrlanda'da bile yaşamıyor, bizden biri değil" dediler. Tabii, şimdi Joyce, İrlanda Edebiyatı'nın bir tür koruyucu azizi. Çünkü bağımsız kalmayı bildi.

Grass ve Carter örneği

Ama sevilme arzusu bugüne ilişkin...
Bazı toplumların sahip oldukları insanın değerini bilmesinin bunca uzun zaman alması utanç verici. Gençken, Geceyarısı Çocukları'nın Almancası yayımlandığında, Almanya'ya gittim, Günter Grass'ı tanıdım. Alman medyasında benimle söyleşi yapanlar, adeta bana "Grass pek de iyi bir yazar değil" dedirtmek için uğraşıyorlardı. "Teneke Trampet'i yazmasının üzerinden çok zaman geçti. Ondan beri ne yaptı ki" diyorlardı.
Ben de, "Teneke Trampet'i yazmasaydı da diğer kitapları onun çok büyük bir yazar sayılmasına yeterdi. Üstelik bir de Teneke Trampet var" derdim. "Grass ne yapmalı, onun büyük bir yazar olduğunu kabul etmeniz için ölmesi mi lazım?" diye sorardım.
Aynı şey, hayattaki en sevgili arkadaşım, romancı Angela Carter'ın başına geldi. Yaşadığı sürece, "garip, marjinal, önemsiz bir romancı" muamelesi yaptılar ona. Bugün, ölümünden 10 yıl sonra, Angela Carter, üniversitelerde en fazla üzerinde çalışılan İngiliz yazarlarından. Bunu yaşarken bilse ne iyi olurdu.

'Modaya uyarsan unutulursun'

Buna rağmen bağımsızlık mı?
Kendi yolundan yürüyeceksin. Angela kimseler gibi yazmazdı. Kimselere benzemezlik Orhan ve Joyce için de geçerli. Nabza göre şerbet vermeyince, halkının sana sahip çıkması zaman alabilir. Gene de, uzun süre okunmak amacıyla yazıyorsan, üzerinde durmaman gereken tek şey modadır. Asla kalıcı olmayacak olan tek şey "hip" olandır; çabucak unutulur. Ama Orhan Pamuk'un ne büyük bir değer olduğunu bir gün bütün Türkiye anlar.

İlham kaynakları öyle çok ki...

Kitaplar eski kitapların içinden çıkar. Hiçbir fikir kendi kendisini doğurmaz. Geçmişle bugün arasında, belli bir tarihsel anda kıvılcımlanan bir kombinasyondur 'yeni'...


Grass ve Joyce'a hayranlığınızı biliyorum. Başka hangi yazarlardan etkilendiniz?
Öyle çok ki. Mesela, "Öfke"yi yazarken çok Balzac okudum. Özellikle de "Eugenie Grandet." Bir karakterin toplumsal ve tarihsel kontekst içine yerleştirilmesini öğrenmek için. Balzac, Eugenie Grandet'de bir kamera gibi, karaktere yavaş yavaş "zoom" yapar.
Der ki, şöyle bir şehir var. Bu şehir şöyle bir yer. Ve bu şehirde şöyle bir mahalle var. İnsanlar bu mahalle hakkında şunu düşünür. Bu mahallede şöyle bir ev var. Bu evde şöyle bir oda var. Hadi odaya bakalım. Odanın ortasında bir kadın sandalyede oturuyor ve bu da onun hikâyesi... Sandalyedeki kadına eriştiğinizde, hayatına ilişkin çok şey bilirsiniz. Şeytan Ayetleri'ni yazarken en çok etkilendiğim ise Mikhail Bulgakov'un Usta ve Margarita'sıydı.

'Nobel'i birlikte kutladık'

Çağdaş yazarlardan sevdikleriniz?
Don DeLillo'ya gerçekten hayranım. New York'ta arkadaş olduğum yazarlar, DeLillo, Paul Auster, Patrick McGrath, Peter Carey. Hepsinin kitaplarını severim. Zaten birbirinin kitaplarını sevmeyen yazarların akşamları birlikte oturup içtiğini düşünemiyorum. Haruki Murakami'yi de çok severim; Somalili yazar Nuruddin Farah'ı da.
Ve tabii Orhan... Nobel Ödülü'nün açıklandığı gün onunla birlikteydim. Columbia Üniversitesi, ona "Hoş geldin" yemeği düzenlemişti. O sabah ödül açıklanınca, "Hoş geldin" yemeği, Nobel kutlamasına dönüştü. Orada olmaktan çok memnundum.

'Erotizmin ustaları Japon'

Milan Kundera yeni kitabında, romanların ancak belli romanlarla ilişki içinde anlam kazandığını anlatırken, Şeytan Ayetleri'ni, Herman Bloch'un Uyurgezerler'i ve Carlos Fuentes'in Bizim Toprak'ı ile ilişkilendiriyor...
Milan'ın kitabını daha okuyamadım. Neden bu iki romanı, benimkine bağladı acaba? Yazarken ikisi de kafamda yoktu. Ama romanlar arası ilişki meselesine aynen katılıyorum. Romanlar çok farklı romanlara bağlıdır. Benim yazarlığım İngilizce. Ama okurluğum Rus, Latin Amerikalı, Japon. Hele bazı Japonlar...
Mesela, (Cuniçiro) Tanizaki, (Yasunari) Kawabata. Ama (Yukio) Mishima kesinlikle değil. Mishima, fazlasıyla abartılmış bir yazar. Bir hiç. Yapıtları can sıkıcı. Hayatı ise ucuz bir macera filmi. Tek özelliği, ilginç ölümü. (Mishima harakiri yaparak intihar etmişti. YÇ) Diğer iki Japon yazar ise nazif ve son derece erotik. Edebi erotizmin büyük ustası Japonlar.

Büyülü gerçekçiliği neden önemsiyorsunuz?
"Soğuk realizm" diyebileceğimiz natüralist gelenek, roman tarihine öylesine egemen oldu ki, öteki çok ilginç yaklaşımları kenara itti. Kundera, romanın ana babası olarak Laurence Sterne'ün "Tristram Shandy"si ile Samuel Richardson'ın "Clarissa"sını gösterir. Clarissa'nın çocukları dünyayı doldururken, Tristram Shandy'den gelen diğer gelenek itilmiştir. Oysa dünyanın büyük başyapıtlarının çoğu bu diğer gelenekten; "Don Kişot" gibi, "Gargantua" gibi.
Büyülü geleneğin kökleri gerçekliktedir. Don Kişot'a bakın. Sıska bir atın üzerinde gerçek bir adam. Tek farkı deli olmasıdır. Romanı yapan da deliliğidir. Sonu acıklıdır; deli olduğunu anlar, ölürken aklı başına gelir. Kitabın da bizim için yarattığı o karnaval yiter gider.

Delilikte, büyüde Doğulu bir yan var mı?
Benim gibi hayatta ilk işittiği hikâyeler, "Binbir Gece Masalları" geleneğine uygun olan birisi için, gerçekliğin sınırlarını zorlamak daha kolay. Edebiyatın ilk farkına vardığımda, hikâyelerin "doğru" olmadığını anladım. Hikayedeki insanlar aslında yoktu. Bu Madame Bovary için de, Ali Baba için de böyle. Doğru olmayan bir hikâyede, halılar uçabilir, lambaların içinden cin çıkabilir. Tümünün de amacı, bizi yaşadığımız dünya hakkında, insan doğası hakkında bir tür gerçeğe ulaştırmaktır.

"Gerçek" dediğimiz zihinsel bir kurgulama değil mi zaten?
Romanda yegane gerçek, okurun "gerçek" olarak hissettiği şeydir. Kimse sarsılmaz doğruları bulmak için roman okumaz. Romanda bununla karşılaşırsam, okumayı bırakırım. Okurun güvenebileceği, içinde yaşayabileceğine inandığı sahici bir dünya kurmalı roman; onun gerçekliği buradadır.

"Dünyanın haritasını çizmeyi siyasetçilere bırakamayız" sözü sizin. Roman nasıl harita çizer?
Dünyayı değiştirebilen roman fazla yok. "Tom Amca'nın Kulübesi" belki istisna. ABD'de kölelikle ilgili tutumun değişmesinde ve İç Savaş'ın başlamasında rolü olmuştur. Romanın siyasi işlevi daha bireyseldir. Bir kitabı gerçekten severseniz, o kitap sizi değiştirir. Orhan'ın romanındaki gibi, "Bir gün bir kitap okursunuz ve bütün hayatınız değişir." "Yeni Hayat" Orhan'ın en çok sevdiğim romanıdır. Hayatları değiştiren kitaplar vardır ve Orhan bunu güzel anlatır.

Alice ve Kurgular

Sizin hayatınızı değiştiren kitap hangisi?
En başta "Alice Harikalar Diyarında". Yetişkin biri bu kitabı okuyunca, "Bu bir çocuk kitabı değil" der. Ama tabii, çocuklar bayılır, dolayısıyla da çocuk kitabıdır. Ayrıca Borges'in "Kurgular"ı... Kurgunun olanaklarını bana gösteren kitaptır. Birçok açıdan da üzerimdeki etkisi olumsuzdır. Çünkü sadece Borges, Borges gibi yazabilir. Borges'te insan ve duygu yoktur; onların yerini hareket halindeki fikirler alır. Hiç kimse böyle yazmaya çalışmamalı. Çok başarısız olan ilk romanım "Grimus" Borgesvariydi.

Şeytan Ayetleri'nde sormuştunuz. "Yenilik bu dünyaya nasıl gelir?"
Yanıt, her zaman gerçmişle şimdiki zaman arasında. "Yeni" her zaman geçmişten çıkar. Kitaplar eski kitapların içinden çıkar. Hiçbir fikir kendi kendisini doğurmaz. Geçmişle bugün arasında, belli bir tarihsel anda kıvılcımlanan bir kombinasyondur "yeni..." Bu sanatsal, felsefi, dinsel buluşların tümü için geçerli. "Yeni" sorunsalı, en azından İngilizcedeki adı "yenilik" ile doğrudan bağlantılı olan roman sanatının göbeğindedir.

Ya yazmakta olduğunuz roman?
Kısmen İmparator Ekber'in döneminde, Hindistan'ın kırsal bölgelerinde, kısmen de, Rönesans İtalyasında geçiyor. Biri, Doğu'dan Batı'ya, diğeri, Batı'dan Doğu'ya iki yolculuk anlatıyor. Kitabı düşünmeye başladığımda, birbirinden çok farklı iki dünyayı tokuşturacağımı sanıyordum. Okudukça gördüm ki, bu iki dünya aslında birbirinin aynısı. Şimdi tıpatıp aynı iki dünya hakkında yazıyorum. Biri Hindistan'da, diğeri İtalya'da. Felsefenin yüksek meselelerinden gündelik hayatın basitliklerine kadar her şey birbirine öyle benziyor ki.

Milliyet / Yasemin Çongar


YORUM YAZIN
Profiliniz ziyaretci statüsünde görünüyor. Yorumlarınız aşağıdaki isimle yayınlanacaktır
Değiştir
Dilerseniz web sitemize üye olarak daha özgün bir profil oluşturabilir ve yorumlarınızı hesabınızdan takip edebilirsiniz
Kodu Girin
Yapacağınız yorumların şiddet ve hakaret içermemesine lütfen dikkat edin. Aksi taktirde yorumlarınız onaylanmayacaktır. Gönder
17.06.2025
02:37
Özturan`dan yeni yönetim mesajı!
Özturan'dan yeni yönetim mesajı! 'Omuz omuza, inanç ve kararlılıkla…'
Önceki yönetime teşekkür edip yeni yönetim kurulu üyelerini tebrik eden 12Bingölspor Kulübü Başkanı M.Engin Özturan; 'Bu sezon, sıradan bir mücadele değil; şampiyonluk inancıyla atılan adımların, birlik ruhuyla kurulan temelin ve memleket sevdasıyla büyüyen bir hayalin sezonudur. Kurulan bu güçlü yönetim; omuz omuza, inançla ve kararlılıkla yürüyeceğimiz bu zorlu yolculukta, kulübümüzün hedeflerine ulaşmasında en büyük teminat olacaktır.'
17.06.2025
02:36
Arıcıların ilgisi büyüdü! Başvurular 7 kat arttı
Arıcıların ilgisi büyüdü! Başvurular 7 kat arttı
Bingöl Valisi Usta: 'Bu artış hem kalite bilincinin yaygınlaştığını hem de Bingöl Balı'nın marka değerinin üreticilerimiz tarafından da benimsendiğini göstermektedir' dedi.
17.06.2025
02:35
Çoban 3 ay için 1 milyon TL isteyince…
Çoban 3 ay için 1 milyon TL isteyince…
Bir çoban 3 aylık otlatma için 1 milyon TL isteyince köylüler imece usulüne geri dönerek kendi hayvanlarını sırayla otlatmaya başladı.
17.06.2025
02:33
Bingöl`de kuruldu! Türkiye`de üçüncü
Bingöl'de kuruldu! Türkiye'de üçüncü
Bingöl Valisi Ahmet Hamdi Usta: 'Bu stratejik yatırımın Bingöl'de hayata geçmiş olması sadece Bingöl'ümüz değil hem bölgemiz hem de ülkemiz için büyük bir güç ve onurdur' dedi.
17.06.2025
02:32
Bingöl Valiliği`nden orman yasağı!
Bingöl Valiliği'nden orman yasağı!
Bingöl'ün Genç ilçesinde çıkan örtü yangını ekipler tarafından söndürüldü. Valilik, ormanlık alanlara girişlerin 01 Ekim 2025'e kadar yasaklandığını duyurdu!
17.06.2025
02:31
2 Bini aşkın aileye kurban eti ulaştırdılar
2 Bini aşkın aileye kurban eti ulaştırdılar
İhtiyaç sahiplerine yönelik birçok alanda yardım faaliyeti yürüten Bingöl Umut Kervanı Derneği, Kurban Bayramı'nda binlerce ihtiyaç sahibi ve muhtaç ailenin umudu oldu ve 2 binden fazla muhtaç ve ihtiyaç sahibi aileye kurban eti ulaştırdı.
Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir
©Copyright 2017
Haberler, Fotoğraf Galerisi, Video Galerisi, Köşe Yazıları ve daha fazlası için arama yapın