Bunlardan ilki ABD'nin desteği, ikincisi büyük sermaye gruplarının onaylaması, üçüncüsü ordunun yol vermesi, dördüncüsü de kamuoyunun desteği dedi. Kamuoyu yönlendirilebilir ve oluşturulabilir bir olgu olduğundan, sıralanan ilk 3 faktörün kamuoyunun yönlendirilmesinde de büyük ölçüde belirleyici olduğunu söyledi. Buna örnek olarak da son dönemde sıklıkla yayınlanan kamuoyu araştırmalarına dikkat çekti. Bu araştırmaların kamuoyunun nabzının hangi istikamette attığının bir fotoğrafını çekmekten daha ziyade, kamuoyunu yönlendirme amacıyla yapıldığını söyledi.
Türkiye'de iktidar olmanın yolunun nereden geçtiği tartışmaya açık derin bir mevzu. Bu yazıda bu konuyu tartışmaya açmak istemiyorum. İleride bu konuyu daha ayrıntılı ele almak istiyorum.
Bugünkü yazımda, yukarıda temas ettiğim mevzu ile de bağlantılı daha güncel bir meseleye temas etmek istiyorum.
Avrupa Birliği Komisyonu dün aldığı bir tavsiye kararı ile kendinden bekleneni yaptı. Gümrük Birliği Ek Protokolü'ne rağmen limanları Rumlara açmayan Türkiye'ye yaptırım uygulanması gündeme geldi alındı. Avrupa Komisyonu, 35 müzakere başlığından sekizinin açılmamasını tavsiye etti. Açılan başlıkların da kapanmamasını istedi. Alınan kararlara bakıp moral bozmaya gerek yok. Gelir geçer hepsi...
Telaşa gerek yok...
AKP öncesi hükümetler de dahil bugüne kadar Ankara'nın bu konudaki temel yanlışı şu oldu. Sandılar ki, biz AB'ye girme konusunda ne kadar istekli davranırsak AB'ye girme şansımız o kadar artar. Bu anlayış temel bir yanılgı oldu.
Halbuki biz AB'ye girmek istediğimiz için oraya alınacak değiliz. Türkiye'ye AB'ye almak eğer kendi çıkarları açısından gerekli ise, ondan dolayıı alınacağız. Onlar bizi kendi çıkarları açısından AB'ye almak isteyip de, Ankara'da bu konuda naz yapan bir hükümet olursa, işte o zaman onlar bizim kapımızı aşındırmaya başlayacaklar. İş o noktaya geldiğinde, kriterlere ne kadar uyum sağladığımız ve benzeri birçok etken bile sıradanlaşacak ve önemini kaybedecek. Hele bir gelen, bakarız çaresine diyecekler. Uluslararası diplomasi çarkı tarih boyu hep böyle istemiştir.
Bugüne kadar Ankara'daki Hükümetler bunun tersini yaptı. Evden kaçıp damat evine kapak atmaya meraklı kız gibi davrandı. Kız tarafının eli zayıfladı. Kıscası Ankara'nın geleneksel AB politikası, Kopenhag Kriterleri'nin de ötesinde daha başka konuşların dayatılması konusunda karşı tarafı cesaretlendirdi.
Kurdukları her parti kapatılma endişesi yaşayan Refah Partisi geleneğinden gelen siyasetçilerin yoğun olduğu AKP ise, Ankara'da dar alanda siyaset yapmanın zor olduğunu bildiğinden, 3 Kasım seçimlerinin hemen ardından dışa açılma hamlesi başlattı. Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan 3 Kasım seçimlerinin hemen ertesinde, Washington'dan Brüksel'le, Moskova'dan Pekin'e küçük bir dünya turuna çıktı.
Başbakan Erdoğan biliyor ki, eğer AB süreci sekteye uğrarsa, Ankara'da Hükümeti ablukaya almak için pusuda bekleyen zinde çevreler var. Herşey hızlıca tersine dönebilir. Bu yüzden olsa gerek Başbakan Erdoğan, AB dayatmaları karşısında açıkça rest çekemiyor, Ankara'ya kapanmayı göze alamıyor. Doğrusu kapanmamalı da...
Ama bunu yaparken, geniş halk kesimlerinin desteğini almaya yaracak bir iletişim stratejisi de izlemeli ona uygun söylem ve eylem planı gerçekleştirebilmeli...
Halk ne diyor...
Türkiye Cumhuriyeti'nin yaşadığı en ağır ekonomik bunalımlardan olan 2001 ekonomik krizinin etkilerinin yoğun hissedildiği günlerde, 2002 yılının hemen başında yapılan bir araştırma, Türk halkının Avrupa Birliği'ne bakışını çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştu.
Genar Araştırma kuruluşu tarafından Türkiye'nin büyükşehir belediyesi statüsündeki (Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kocaeli, Konya, Samsun gibi) 13 ilinde kotalı örneklem türüne göre 3798 denek üzerinde yapılan ve benim de danışman olarak katkıda bulunduğum araştırma, çarpıcı bir gerçeği ortaya koymuştu.
Denekler araştırmada sorulan; ‘Türkiye AB'ye Girdiği Takdirde, Sizce Ülkemizde Ne Tür Değişiklikler Olur?' sorusuna büyük oranda, “ülkenin ekonomik bakımdan güçleneceği' cevabını vermişlerdi. AB'ye girildiğinde ekonomik açıdan zenginleşceeğini düşünen Türk kamuoyu, aynı soru bir başka açıdan sorulduğunda bambaşka bir cevap veriyordu.
Kıbrıs'ı verelim mi?
‘Sizce Türkiye AB'ye Girmesinin Bedeli Olarak Kıbrıs'tan Vazgeçmeli mi?' sorusuna, deneklerin yüzde 86'sı, ‘Kesinlikle Hayır' cevabı verdiği görülüyordu.
Yani, karşılığında hangi dünyevi bedel olursa olsun, bayrak, vatan, millet gibi kavramlar söz konusu olduğunda, Türk halkının manevi duyarlılıklarının en üst seviyeye çıktığı dikkati çekiyordu.
haber7