KİM KİMDİR FİRMA REHBERİ Hemen Üye Ol Üye Girşi
Uye Girişi
Giriş
Beni Hatırla
Yeni Üye Kayıt
Haber sitemizin aktivitelerinden yararlanmak için üyelik başvuru yapın.
Hemen Üye Olun
Uye Hizmetleri
 
14 Mayıs 2025 Çarşamba
°C
`Ermeni açılımı`nın anlamı
'Ermeni açılımı'nın anlamı
Bugün gelinen noktada, Türkiye, istese de kulağının üstüne yatamıyor, üç maymunları oynayamıyor veya birikmiş sorunları halının altına itemiyor. Tarafı olduğu olayların ciddiliği, bugünkü uluslararası şartlar ve dış politikada benimsenen 'vizyoner yaklaşım' buna izin vermiyor da ondan...

'Ermeni açılımı'na, yani İsviçre'nin arabuluculuğunda Türkiye ile Ermenistan'ın üzerinde uzlaştıkları iki protokole bu açıdan yaklaşmak gerekiyor.

Açılımı duyar duymaz hemen ayağa kalkanlara ilk uyarı: Bu açılımı başlatanlar da sizin kadar konunun hassasiyetinden haberdarlar. Evet, Ermenistan Türkiye ile sınırlarını içine sindiremiyor, 'soykırım' iddiasını anayasasına geçirmiş bir ülke ve en yakın müttefiğimiz Azerbaycan'ın topraklarını da işgali altında tutuyor... Bunların hepsi doğru; ancak girişim de tam bu amaçla başlatıldı işte: Türkiye, 'Ermeni açılımı' ile, komşusu Ermenistan'la arasındaki bütün sorunları makul bir zemine oturtup varolan ihtilâfları ortadan kaldırmayı amaçlıyor.

Parlametoların devreye girmesi öncesinde, kamuoylarının konuyu hazmetmesi için altı haftalık bir süre öngörülmüş... Bu süre, öncelikle Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan'ın iki ülke milli takımlarının altı hafta sonra yapacakları karşılaşmayı izlemek üzere Türkiye'ye gelmeye kendini hazırlaması için verilmiş bir süre gibi. İlk karşılaşmaya Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Erivan'a kadar giderek katılmıştı; Sarkisyan ise ziyaretini anlamsız şartlara bağlama eğiliminde gibi...

İlk güven sınavını o ziyaretin gerçekleşip gerçekleşmemesiyle verecek Ermenistan...

Protokolde Ermenistan için 'samimiyet sınavı' sayılabilecek başka unsurlar da var: Ermenistan için en önemli sorun, Türkiye ile sınırının açılması ve diplomatik ilişkinin başlaması; protokoller o noktaya varılmasını amaçlıyor, ama bölgedeki bütün ülkeler arasında sınırların açılması ve diplomatik ilişkilerin kurulması şartıyla... Bununla arzulanan, Ermenistan'ın Azerbaycan'la olan Karabağ ihtilâfını ortadan kaldırması...

Diplomatik ilişkiler kurmak için ülkelerin birbiriyle can ciğer kuzu sarması olması gerekmiyor elbette; ancak komşusunun topraklarının kapılarını sonuna kadar açmasını bekleyen ülkenin komşu topraklarında gözü olması ve komşusunu 'soykırım' gibi uluslararası ayıplanmış bir suçla itham etmesi herhalde normal karşılanamaz.

Normalleşme, ancak iki tarafın da birbirine anlayış ve samimiyetle yaklaşmasıyla gelebilir...

Türkiye, diplomasiyle erişilen 'protokollere' taraf olmakla, Ermenistan'a ve uluslararası camiaya bunu sağlama fırsatı veriyor.

Bunun için de, Ankara, kapsamlı ve kalıcı bir bölgesel düzen arayışına girişilmesini bekliyor. Yeni düzenin uluslararası hukuka saygı, karşılıklı bağımlılık, ekonomik işbirliği, ihtilâfların diyalogla çözümü, teknik ve kültürel alanlarda işbirliği gibi yapı taşları olmasını öngörüyor. 'Mezopotamya Havzası' projesinin bir tür Kafkasya izdüşümü bu.

“Peki ya Azerbaycan?” sorusunun tek bir cevabı var: 17 yıldır süren işgalle 'donmuş' görünen Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki ihtilâf da, Ankara'nın Erivan'la karşılıklı atacağı diplomatik adımlarla çözülmüş olacak...

Azerbaycan'ın rahatsız olması değil, açılımı desteklemesi kendisi için daha akıllıca...

Süreç aslında uluslararası camianın köklü ihtilâfların çözümü konusunda da bir samimiyet sınavı olacak. Dünyanın dört bir tarafından gelen baskılarla girilen bir yol bu açılım; imzalanan protokolün sonuç alması için mızıkçılık yapan ülke üzerinde aynı türden baskıların devam etmesi şart. Ermenistan-Türkiye ve Ermenistan-Azerbaycan arasındaki ihtilâfların çözümüyle Kafkas bölgesine gelecek huzur ve güven ortamı uluslararası camiayı da rahatlatacaktır.

Unutmayalım: Dünya enerji hatları bu bölgeden geçiyor ve Türkiye de bölgenin kilit ülkesi...

Yenişafak

02.09.2009
13:33
0
1251
0
Savaş ve barış
Savaş ve barış
Aslında savaş, barıştan çok daha net bir durumdur.

Düşman bellidir, amaç da belidir.

İnsanın ölmesine aldırmıyorsan, “acaba bu çocukların kurtulması için bir yol var mıydı” diye soracak bir vicdanın yoksa savaştan iyisi yoktur.

Senden çok uzaklarda olan, sana bir zararı dokunamayacak “düşmanına” verip veriştirirsin, düşmana en iyi hakaret eden en kahraman olur.

Falih Rıfkı'nın anlatımıyla söylersek, “cephede her çocuk öldüğünde senin göğsünde bir madalya pırıldar.”

Gerçek kahramanlar toprağa ve unutulmaya bırakılırken sen şan şöhret kazanırsın.

Hatta oy bile kazanırsın.

Alçalmak, alçaklaşmak, çocukları ölüme yollamak seni yeni makamlara, yeni mertebelere yükseltir.

Alçaldıkça yükselirsin.

Vicdanı olmayan insanlar için savaş muhteşem bir fırsattır.

Barış öyle değildir ama.

Çok daha zordur, karmaşıktır.

Onca zaman savaşmış olanlar barıştan en kârlı çıkmak isterler, bedava kahramanlık arayanlar seni “hain” ilan ederler, kimse tam memnun olmaz, savaş boyunca ruhu intikam isteğiyle dolanlar sana kızarlar.

Her adımda bir engelle karılaşırsın.

Bütün bunlara rağmen direnirsen çocukları kurtarırsın, insanları huzura kavuşturursun, toplum ve tarih sana ödülünü verir.

Ama barış elde edilene dek çok hırpalanır ve yaralanırsın. Onun için ucuz politikacılar savaşı barıştan daha çok severler.

Şimdi ülkemizde bir barış hareketi başladı.

Politikacılığın en sefil örnekleri de bununla birlikte tedavüle girdi.

Hiçbir çözüm önermeyen, ırkçılığa, ilkelliğe sıkı sıkıya yapışmış, hamasetin en kanlı, en sefil örneklerini diline pelesenk etmiş politikacı tayfası, akan kandan kendine biraz oy derlemek için her rezilliği deniyor.

Barışın öncülüğünü üstlenmiş olan AKP bir yandan hayatın da zorlamasıyla ileriye doğru hamle yaparken, bir yandan da karşılaştığı saldırılarla oy ve güç kaybetmemek için dengeli davranmaya çalışıyor.

Bu aşamada “çok dengeli” olmaya çalışmak hem ülke için hem de “barışın öncülüğünü” üstlenmiş parti için tehlikeli sonuçlar verir.

Çünkü “barışın” ödülü, uzun yolculuğun en sonundadır, barışı sağlarsanız o güne kadar savaşın acısını çeken toplum, barışın ne olduğunu görür, barışın getirdiği huzur ve zenginliği fark eder ve sizi ödüllendirir.

Ama “barış yolunda” ödül ararsanız bulamazsınız.

O yola çıktıktan sonra yapılabilecek tek şey kararlı biçimde barışa doğru yürümektir.

Eğer o kararlılığı gösteremezseniz, barışı elde edemezseniz, o yolda yürürken aldığınız yaraları iyileştirecek ve lehinize çevirecek tek imkân olan barıştan yoksun kalır ve ezilirsiniz.

O yola çıkan ya hedefe varır, barışı sağlar ve ödülünü kazanır ya da hedefine varamaz ve ufalanır.

Arada bir sendeleyen, tedirginleşen, denge aramaya çalışan AKP'nin ciddi bir yardıma ve desteğe ihtiyacı var.

Bu toplumun vicdan sahibi insanları AKP'nin bu girişimini açıkça destekliyor ve bu insanların sayısı da epey kalabalık.

Ama siyaset sahnesinden de destek gelmesi gerekiyor.

Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, çoğunun evladı dağa çıkıp asker tarafından öldürülmüş insanların karşısında, “askere sıkılacak kurşun bana sıkılsın” dedi.

Sonra da ekledi, “devlet de, gerillaya sıkılacak kurşun bana sıkılsın desin.”

Baydemir'in sözleri barış girişimini çok kuvvetlendirecek.

Şu aşamada benim görebildiğim kadarıyla en önemli şey, “barış yolunda bir mutabakat” sağlamaktır, o mutabakat sağlandıktan, o irade beyan edildikten, toplumda destek bulunduktan sonra adımlar daha kolay atılacaktır.

Şimdilik AKP bir “barış iradesini” seslendiriyor, bunun içini doldurmakta zorlanıyor, anayasa değişimini iki yıl sonraya bırakıyor.

12 Eylül anayasasıyla bu ülkede ne Türklerin ne Kürtlerin mutlu olması mümkün, bu askerî anayasayla köklü bir barış da olmaz ama barışın ilk adımları en zor olanlarıdır, bu dönemde “iradeyi” kuvvetli tutmak bile büyük aşamadır.

Bu barış olacak.

Bunun aksi mümkün değil, hayat ve tarih Türkiye'yi barışa zorluyor.

Baydemir büyük bir adım attı.

Umarım “devletten” biri de aynı cesareti gösterip “dağdaki çocuklara sıkılacak kurşun bana sıkılsın” der.

Biliyorum benim bir önemim, sözümün bu işlerde bir değeri yok ama gene de Baydemir'in sözlerini tekrarlamadan, içimden geçeni söylemeden duramayacağım.

Askere de, dağdaki çocuklara da sıkılacak kurşun bana sıkılsın.

Yeter ki şu çocuklar kurtulsun.

Ahmet Altan

02.09.2009
13:32
0
1423
0
Yüzüne dokunamayan medya
Yüzüne dokunamayan medya
Münevver Karabulut cinayeti, medyatik düzenimizi belki temellerinden sarsmadı...
Ama yüzündeki maskeyi fena düşürdü.
Altından da çıka çıka bir hologram çıktı.
Kendi yüzüne dokunamayan sanal bir ucube, lazer ışığından bir heykel...
O korkunç cinayetten sürükleyici bir hikâye çıkaran, bu soğukkanlı hologramdı.
Altı ay boyunca bir gerilim dizisi halinde o senaryoyu bize izleten de...
Kızının başı kesilmiş bir babayı, bu hikâyenin baş kahramanı yapan da...
Ekran ekran dolaştıran da...
Ve nihayet, hikâyeye yakışacak trajik bir son hazırlayan da...
Baba Süreyya Karabulut, şimdi aynı hologramın kurbanı oldu.
Kızının kan parası olarak, zanlının ailesinden 3 milyon Euro istemekle suçlanıyor.
Hikâye tüketildi, demektir.
Sonlarına geliyoruz.
Malum hologram, yakında kendini başka bir stüdyoya ışınlar yine...
Başka bir vahşete karşı mağdurun yanında yer alır önce...
Sonra da kahramanlaştırdığı mağdurun sahtekârlığını ortaya çıkarır, rezil rüsva eder.
Ardından da öğütecek yeni hikâyelerin peşine düşer.
Hologramların hayatı böyledir.
Maliyet yok, vicdan yok, azap yok...
Ayna karşısında mahçup olacak bir yüz bile yok.
İşler kızıştığında, sıkıntıya da gelmezler.
Sıkışıklıktan ferahlığa, ışınlatır geçerler kendilerini.
***
Aslımız kaçırılıp, gizli bir yere saklanmış.
Nerede olduğunu biz de bilmiyoruz.
Söylememişler...
Ortalıkta suretlerimiz dolaşıyor.
Holografik bir gerçeklikte yaşıyoruz.
Dokununca dağılan ışıktan yapılmış sanki yüzlerimiz.
Kendi ellerimizle bile dokunamıyoruz...
Asılların yokluğunda, suretlerimize kalmış dünya.
Her şeyimiz  bir TV stüdyosunda cereyan ediyor.
Canlı yayında tartışır gibi konuşuyoruz.
Seyrederken bile, oraya lazerle ışınlanmış suretlerden ibaretiz.
Aslımıza ne oldu peki?
Bu sahte ışık gösterisine nereden düştük?
Çağın gerçeği olarak kabullenip, geçmeyelim bence.
Diyelim ki Süreyya Karabulut, kötü bir baba çıktı.
Diyelim ki zanlı Cem Gariboğlu, acımasız bir katil.
Peki bu holografik medya düzeni, çok mu iyi?
Çok daha mı merhametli?
Gelin de inandırın, siz beni

Radikal
02.09.2009
13:31
0
1168
0
Süper lig`de son dakika transferleri!
Süper lig'de son dakika transferleri!
Transfer döneminin son gününde oldukça hareketli saatler vardı. Takımlar kadrolarını güçlendirmek için büyük çaba sarfetti. Sürenin dolmasına saniyeler kala bile transfer yapıldı...
02.09.2009
09:06
0
1202
0
Hangi alana kaç öğretmen atanacak?
Hangi alana kaç öğretmen atanacak?
MEB, 4 bin 800'ü kadrolu 15 bin 800 öğretmen atayacak. Atamada en fazla kadro okul öncesi ve sınıf öğretmenliklerine ayrıldı. Atama yapılacak alanlar, taban puanları ve kontenjanlar şöyle...
02.09.2009
09:04
0
1296
0
Lisanssız balıkçılıkla mücadele ittifakı
Lisanssız balıkçılıkla mücadele ittifakı
91 ülkenin yasa dışı avlanma yapan balıkçılıların önüne geçmek ve onların avladığı ürünlerin pazarlarda satılmasını engelemek için anlaşma imzaladı...
02.09.2009
09:01
0
1256
0
Süreç tıkanırsa ayrılmayı tartışırız
Süreç tıkanırsa ayrılmayı tartışırız
DTP'li Tuğluk: "PKK'nın kitle gücü var. Akıllı devlet, Öcalan'ı sürece katar"
02.09.2009
08:51
0
1206
0
Dünyada sadece 4 kişide var!
Dünyada sadece 4 kişide var!
Biri de Türkiye'de...
02.09.2009
08:49
0
1211
0
Bergüzar defilede aniden fenalaştı
Bergüzar defilede aniden fenalaştı
Güzel oyuncu korkuttu...
02.09.2009
08:46
0
1278
0
Atina ve selanik`te bombalı saldırılar
Atina ve selanik'te bombalı saldırılar
Yunanistan seri patlamalarla sarsıldı...
02.09.2009
08:44
0
1354
0
Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir
©Copyright 2017
Haberler, Fotoğraf Galerisi, Video Galerisi, Köşe Yazıları ve daha fazlası için arama yapın