KİM KİMDİR FİRMA REHBERİ Hemen Üye Ol Üye Girşi
Uye Girişi
Giriş
Beni Hatırla
Yeni Üye Kayıt
Haber sitemizin aktivitelerinden yararlanmak için üyelik başvuru yapın.
Hemen Üye Olun
Uye Hizmetleri
 
09 Ekim 2024 Çarşamba
°C
Savaş Sekin
savassekin@gmail.com

Düşmek üzere yükselmek ve ayakları üzere yükselmek

25 AĞUSTOS 2017 CUMA 17:35
4
8970
0
AA aa

Büyümek ve yükselmek, her bireyin ve her toplumun en büyük arzu ve hedeflerinin başında gelir.

Türkiye'de bu kavramlar son yıllarda sosyal yaşamda ve siyasette kendine önemli ölçüde yer bulmaya başladı.

Bunun sebebi yine, Türkiye'de yakın tarihe nazaran daha aktif, gelişen, değişen, üreten ve etrafında belirleyici olmaya çalışan bir kimliğe bürünmesi yatmaktadır.

Yani bu millet kendi genetik kodlarına döndüğü, tarihi sorumluluğunu fark ettiği ve bunun gereğini yaptığı ölçüde büyüyebilir ve gelişebilir. Temel nokta burası.

Peki büyümekten ne anlıyoruz? Gelişmekten ne anlıyoruz?

Sorumluluktan ne anlıyoruz?

Bu sorulara doğru cevap veremediğimiz sürece doğru yolda olduğumuzu iddia edemeyiz.

Ekonomik olarak büyüyor muyuz? Doğrudur

İyi kötü teknoloji üretebiliyor muyuz? Doğrudur

İnsanlarımız daha iyi imkânlara kavuştu mu? Doğrudur

Coğrafyamızda iyi kötü söz sahibi miyiz? Doğrudur

Bu kadar doğru yeterli midir? Yanlıştır!

Ekonomik olarak, teknolojik olarak, siyasal olarak ve daha nice maddi alanda büyümüş olabiliriz.

Sadece bu büyümeler yeterli olsaydı, bugün Dünyayı yakıp yıkan Amerika'nın ve medeniyet maskesine bürünmüş diğer yandaşlarının yeryüzünün en ahlaklı ve en erdemli toplumları olması gerekirdi!

Şu bir gerçek ki;

Maya olmadan hamur olmaz.

Ahlak olmadan insan olmaz

İlim olmadan fikir olmaz

Ruh olmadan cesedin bir kıymeti olmaz.

Yükselmek, yüksek görünümlü yükselmişler gibi olmak değildir.

Tarihi misyonumuzun bize yüklediği sorumluluklar, çok daha farklı bir yükselme vizyonuna sahip olmayı gerektiriyor.

Bu yükselme;

Ayakları yere basarak yükselmektir.

Toprağa kök salarak yükselmektir.

Yüksekten bakmadan yükselmektir.

Yükseldikçe toprağa yakınlaşarak yükselmektir.

Bahsettiğimiz yükselme, ancak yüksek bir ilim, yüksek karakterli ve yüksek ruhlu bir toplumla mümkün olabilecek bir yükselmedir.

Bizim için esas mesele şudur; biz bu yükselme ufkunun neresinde bulunuyoruz ve buna dair bir gelecek vadedebiliyor muyuz ?

Vakıa odur ki; bir yanımız yükselirken bir yanımız alçalıyor. Cebimiz dolarken, kalbimiz boşalıyor. Makamlarımız yükselirken, kalitemiz alçalıyor. İmkanlarımız artarken imanımız azalıyor.

En tehlikeli kısmı da; fiziki, ekonomik ve sosyal anlamda yaşadığımız rahatlıklar, gözümüzü ve kalbimizi perdeleyerek esas tehlikeyi görmemizi engelliyor. Bu anlamda çoğu şeyi bilmiyoruz ve ne yazık ki; bilmediğimizi de bilmiyoruz.

Devletin bu anlamda yeni bir toplum ve yeni bir nesil inşa etme noktasında geleceğe yönelik uzun vadeli ve etkin bir devlet politikası olmalıdır.

Bu politika öncelikle aile kurumunu, çocukları, gençleri, bilumum eğitim sistemini hedef almalıdır.

Yeni nesiller kendi medeniyet birikiminden, geleneklerinden, tarihinden istifade etmeden geleceğe yürüyemez. Geleceğe gelenekle yürümeyenler ne geleceğe sahip olabilirler, ne de geleneklerinden bir eser kalır.

Bu kadar kadim bir medeniyete sahip bir toplumun eğitim ve insan yetiştirme politikası kendi köklerinden kopuk olamaz.

Bu sebeple yeni nesiller evvela kendi medeniyetlerini, tarihlerini, geçmiş birikimlerini, değerlerini ve kimliklerini çok iyi tanımalıdır. Bu tanıtımı yapmak devletin en asli görevidir. Yeni nesiller daha kendilerini tanımadan başkalarıyla, ecnebi kültürlerle tanıştırılıyor. Bu haliyle ne kendileri olabiliyor, ne de başkası olabiliyorlar. Böylece kendimize yeni bir nesil hazırlayacağımız yere, adeta yeni düşmanlar hazırlıyoruz.

Bugün gençlerin anne ve babalarına ve büyüklerine karşı tavırları, davranış tarzları, had bilmezlikleri gelecek adına ciddi tehlike sinyallerini barındırıyor.

Yukarıda değindiğimiz eksiklikler sadece gençler için değil, başka bir tezahür şekliyle toplumun daha ileri yaşlardaki kısmı için de geçerlidir.

Çoğumuz hayatımızda bir efkar, bir dava, bir sancı, bir ızdırap sahibi değiliz. Düşünen, çalışan, gelişen, yürüyüş içinde olan insanlar değiliz.

Çoğu kişi haddi hesabı olmayan bir mal mülk ve makam sahibidir. Ama esasen malları, mülkleri ve makamları onlara sahiptir. Ömrünüzü neye adarsanız, sahibiniz odur.

Yine toplumun önüne bilgili ve alim diye servis edilen birçok kişiye bakarsak, bu noktada da büyük zaaflarımızın olduğunu görebiliyoruz.

Adam biraz okuyarak isminin başına bir unvan almış ve kendini allame sanarak herkesin üstünde görebiliyor. Bu milletin asırlarca beyninde ve gönlünde taht kurmuş, ömrünü ilme ve insanlara adamış büyük alimlerine ve gönül sultanlarına edepsizce ve hadsizce laflar dizip hakaretler yağdırabiliyor. Karşısına tartışmak için biri çıktığında amacı hakikati ortaya çıkarmak veya kendi fikrini usulünce beyan ederek insanların takdirine bırakmak değil, karşıdaki muhatabını her ne pahasına olursa olsun, alt edip egolarına zirve yaptırarak kendini alkışlatmaktır.

Bu medeniyetin asırlarca üzerinde ittifak ettiği, benimsediği, üzerlerine ciltler dolusu eserler telif ettiği, değerleri, kavramları ve kişileri karalamayı ve itibarsızlaştırmayı bir farklılık, üstünlük ve bilginlik alameti zanneden ve adeta “ben tabuları yıkıyorum” intibaını uyandırmaya çalışan nice akıl ve ahlak fukarası var.

Diğer yandan hepimizin günlük yaşamında önemli bir yere sahip olan sosyal medyayı yakından analiz ettiğinizde, ahlak ve karakter seviyesinin ne durumda olduğunu rahatlıkla görebiliyorsunuz.

Bu anlamda gerçek hayattaki karakterlerle, sosyal medyadaki karakterler arasında devasa farkı ne ile izah edebilecek bir şey bulamazsınız.

Hiç görmediği, tanımadığı veya uzaktan tanıdığı insanlara ağıza alınmayacak küfürler eden, hakaretler eden insanlar, o kişilerle sosyal hayatta karşılaştıklarında yüzlerine karşı hiçbir laf edemezler ve varsa yüzleri kızarır. Bu ortamdaki davranışlar insanların gerçek karakterlerini, gerçek düşüncelerini ve bilinçaltlarını ifade ediyor.

Sorunları ana hatlarıyla kabaca ifade etmeye çalıştım. Detaylara indiğimizde meselenin çok daha fazla ve farklı boyutları var.

Bizim yükselme anlayışımız Batı gibi olmaz. Büyüme anlayışımız Batı gibi olamaz. Onlar kibirlenmek ve yüksekten bakmak için yükselir. Korkutmak ve ezmek için büyür.

Biz ise toprağa yaklaşmak ve olgunlaşmak için yükseliriz, yükseldikçe ve olgunlaştıkça buğday başağı misali başımız öne eğilir. Güven vermek için ve umut olmak için büyürüz ve büyüdükçe merhametimiz de büyür.

Kısacası temelsiz yükselirseniz, düşmeye mahkûmsunuz. Düştüğünüzde, yükselmenizden önceki halinizden çok daha aşağılara düşersiniz.

Bu sebeplerle bizim yükümüz çok ağır, yolumuz çok uzun, sorumluluğumuz çok büyüktür.

Bu büyük sorumluluğun muhatabı olarak esaslı noktalarda bu kadar zayıf kalırsak, bu tarihi sorumluluğun hesabını veremeyiz.

İş artık geri dönülmesi imkansız bir noktaya gelmeden, eksik kalan yönlerimize derhal en kapsayıcı ve en etkili bir şekilde el atarak gerekli her türlü önlemi almak zorundayız.

Bu krediyi tüketme gibi bir lüksümüz yoktur.
 

YORUM YAZIN
Profiliniz ziyaretci statüsünde görünüyor. Yorumlarınız aşağıdaki isimle yayınlanacaktır
Değiştir
Dilerseniz web sitemize üye olarak daha özgün bir profil oluşturabilir ve yorumlarınızı hesabınızdan takip edebilirsiniz
Kodu Girin
Yapacağınız yorumların şiddet ve hakaret içermemesine lütfen dikkat edin. Aksi taktirde yorumlarınız onaylanmayacaktır. Gönder
Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir
©Copyright 2017
Haberler, Fotoğraf Galerisi, Video Galerisi, Köşe Yazıları ve daha fazlası için arama yapın