Sivil Toplumun Gölgesinde Kalan GerçeklerSivil toplum örgütleri, demokratik hayatın vicdanıdır. Devletin ulaşamadığı yerlere dokunur, siyasetin duymadığı sesleri duyurur. Dernekler, vakıflar ve platformlar, toplum ile yönetim arasında köprü kurar. Amaç; millete hizmet etmek, eksiklikleri dile getirmek ve çözüm üretmektir. Ne yazık ki, son yıllarda bu amaç bulanıklaşmış durumda. Bazı dernekler, artık toplumun değil, kişisel hedeflerin aracı haline geliyor. Faaliyetler, projeler ya da açıklamalar; kamu yararı için değil, bireysel vitrin oluşturmak için planlanıyor. Kimi, belediye başkanlığına hazırlanıyor; kimi, milletvekilliği hayali kuruyor. Bir açıklama, bir fotoğraf, bir paylaşım… Hepsi, “bakın ben de varım” demenin dolaylı bir yolu haline geliyor. Siyasetin içinde yer almak elbette bir tercihtir. Ancak sivil toplumun özü, siyasetten bağımsız bir denetim mekanizması olmaktır. Dernekler, partilerin arka bahçesi değil; milletin ortak sesi olmalıdır. Fakat kimi zaman bu denetim görevi, tarafgirliğe dönüşüyor. Bazı dernek veya platform temsilcileri, gözüne kestirdikleri makamların mevcut sahiplerini hedef alıyor. Yaptıkları açıklamalar, toplumsal fayda taşımaktan çok “yıpratma” amacı güdüyor. Bu tutum, çoğu zaman belli bir siyasi görüşe yaranma çabasının ürünü. Adeta, “Bakın, ben nasıl da eleştiriyorum; günü geldiğinde bu makama en uygun kişi benim” mesajı veriliyor. Bu anlayış, sivil toplumun inandırıcılığını zedeliyor. Oysa milletvekili ya da belediye başkanı olmak herkesin hakkıdır. Ancak bunun yolu, sivil toplum üzerinden değil, açık bir vizyon ve somut projelerle toplumu ikna etmekten geçer. Gerçek liderlik, perde arkasından mesaj vermekle değil, açıkça fikir üretmekle mümkündür. Dernek başkanlığı bir güç gösterisi değil, bir hizmet alanıdır. Bir koltuğa değil, bir sorumluluğa talip olmaktır. Eğer sivil toplum temsilcileri, kendi alanlarında eksikleri tespit edip çözüm üretmek yerine, siyasi ve bürokratik hesaplarla uğraşıyorsa; orada artık “sivil” bir yapıdan değil, bir çıkar grubundan söz ediyoruz demektir. Sivil toplumun görevi, siyaseti dizayn etmek ya da bürokratik kadroları yönlendirmek değildir. Tam tersine, onların icraatlarını yapıcı biçimde denetlemektir. Ancak bu görev de kimi zaman öç alma veya karalama aracına dönüşüyor. Bir kamu görevlisinin icraatını eleştirirken, kişiliğini hedef almak; bir yanlışlığı düzeltmek yerine intikam duygusuyla davranmak, sivil toplum ruhuna aykırıdır. Bu tabloya sosyal medyada da sıkça rastlıyoruz. Farklı düşünenler hedef alınıyor, gerçekleri dile getirenler “taraf” olmakla suçlanıyor. Eleştiri kültürü yerini etiketlemeye, diyalog ise sessizliğe bırakıyor. Derneklerin “hizmet için” kurulduğu gerçeği unutuldukça, toplumun sesi de giderek kısılıyor. Kimi isimler, “Bingöl için” başladıkları yolda “benim için” çizgisine sapıyor. Oysa bu şehir, “biz” duygusuna en çok ihtiyaç duyan şehirlerden biridir. Gerçek sivil toplum ruhu, işte bu “biz” anlayışında yatar. Bingöl'ün sivil yapıları, şehrin geleceğine yön vermek istiyorsa, önce kendi iç hesaplaşmalarını değil, toplumun gerçek sorunlarını konuşmalıdır. Sivil toplum örgütleri, siyasetin gölgesinde değil; toplumun kalbinde yer almalıdır. Dernek başkanları, bir makamın değil, bir sorumluluğun temsilcileridir. Siyaset, bir hedef değil; toplumla el ele verildiğinde ulaşılabilecek bir sonuçtur. Gerçek sivil toplum, kişisel hedeflerin değil, toplumsal vicdanın adıdır. Dernek tabelaları, birilerinin gözüne girmek için değil, halkın gözüne ışık tutmak için asılır. Ozan Şinasi der ki: “Unvan için değil, inançla çalışanlar kalıcı olur. Makam geçer, hizmet kalır; sivil olmak, sessiz çoğunluğun değil, vicdanın gür sesidir.”
YORUM YAZIN ![]()
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ
|