Engelliler ve islam"Engelli" “Doğuştan veya sonradan, herhangi bir hastalık veya kaza sonucu, bedensel, zihinsel, ruhsal, sosyal, duyusal ve duygusal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılamada güçlükleri olan bireydir.”[1]
İnsan, Allah'ın yeryüzünde yarattığı en değerli ve en üstün varlıktır. Yaratılış ve temel haklar açısından insanlar arasında fark yoktur. Allah, insanları fiziki yapıları, engelli veya engelsiz oluşlarına göre değil iman, ahlak, takva veya inkar, isyan ve zulüm açısından değerlendirir. Allah katında en üstün insan en çok sorumluluk bilincine sahip (muttakî) olan insandır.
Kur'ân'da az sayıda fiziksel anlamda, çoğunlukla mecâzî anlamda görme, işitme, konuşma, ortopedik ve zihinsel engellilik ile genel anlamda hastalıklardan söz edilmektedir. Fiziksel anlamdaki engellilik, ya benzetme veya dîni görevlerde ruhsat bildirme veya tedâvi etme veya değer verme bağlamında zikredilmektedir.
Mecâzî anlamda engellilik; îman etmeyen insanların ilâhî gerçekleri anlamamaları, görmemeleri, duymamaları ve konuşamamaları bağlamında geçmektedir. Ahiret hayatında görme, duyma ve konuşma engelli olmak ise; hakîkî ve mecâzi anlamda, kâfirler için gerçekten kör, sağır ve dilsiz olmaları veya kendilerini sevindirecek şeyleri görememeleri, duyamamaları ve delil ile konuşamamalarıdır.
İslama göre malını akıllıca kullanamayan zihinsel özürlüleri yerme bağlamında değil, akıllarının yetersizliği, yararlı ve zararlı olanı ayırt edebilme yetersizliği, malını muhafazada zayıflığı sebebiyle onları koruyup kollamaları gerekeceği zikredilmiştir.[2]
Dinimiz kişileri ancak güçlerinin yettiği şeylerden sorumlu tutar.[3] Dolayısıyla özürlü, engelli ve hasta olanlar ibadetleri güçleri nispetinde yerine getirirler. Mesela namazı ayakta kılmaya gücü yetmeyen bir yere yaslanarak, buna da gücü yetmeyen oturarak, buna da gücü yetmeyen sırt üstü ve yanı üzerine yatarak ima ile kılar. Hasta kimseler hastalığı süresince oruç tutmaz, iyileşince kaza yapar. Tedavisi olmayan bir hastalığa yakalanmış ise imkanı varsa fidye verir.[4] Abdest uzuvlarından birinde yara ve sargı bulunan kimse yarayı yıkamak zarar veriyorsa sadece meshetmekle yetinir. Görme özürlü, kendisini Cuma namazına götürecek kimse yoksa Cuma namazı yerine evinde öğle namazını kılar. Aklî melekesini yitiren kimse dîni görevlerden sorumlu değildir.[5] Bedensel engeli bulunan veya sağlığı yerinde olmayan kimse hac görevini yerine getirmekle yükümlü değildir. Çünkü hac, ancak gücü yetenlere, imkanı olanlara farzdır.[6] Hasta ve bedensel engeli olanlar, ekonomik imkanları varsa yerlerine vekil gönderebilirler. Yani hiçbir engel Allah (c.c) kul olmaya engel değildir. İnsanın fizîkî ve ruhî varlığını sağlıklı olarak sürdürmesi temel görevidir. Bu görevin ihmali, insanda bir takım özürlerin meydana gelmesine sebep olabilmektedir. Öte yandan insan, ölümü ve hayatı ile imtihan halindedir. Bazen nimetlerle bazen de musibetlerle imtihan olur. Dolayısıyla başına gelen her sıkıntının müsebbibi bizzat kendisi olmayabilir. İlâhî imtihanın yanı sıra, anne-baba ve toplumun da ihmal ve kusurları olabilir.
Allah, musibetler karşısında insanların sabırlı olmalarını istemektedir. Biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz noksanlaştırmak suretiyle imtihan edeceğini bildirdiği âyetin sonunda “Sabredenleri müjdele. Onlar, başlarına bir musibet gelince ‘biz şüphesiz (ki her şeyimizle) Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na döneceğiz derler”[7] buyurmaktadır. Böylece Allah, hem insanların musibet ile karşılaşabileceklerini, hem de musibetler karşısında insanların nasıl tavır takınmaları gerektiğini bildirmektedir. İnsanın hastalık, sakatlık, bedensel veya ruhsal bir sıkıntıya düşmesi sabırlı ve metanetli olabilmesi, inkâr ve isyana dalmaması şartıyla kendisi için bir bağışlanmasına ve âhirette derece kazanmasına sebep olur. Enes b. Mâlik'in Hz. Peygamber'den naklettiği kutsi bir hadise göre Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Kimin iki sevgilisi (gözünü) alır da, buna sabreder ve ecrini Allah'tan umarsa, sevap olarak cennetten başka bir şeye razı olmam”.[8] "Mümin kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü hatta küçük bir tasa hali isabet edecek olsa, bunlar müminin bir bölüm günahlarına kefâret olur”[9] “Kul, Allah'ın kendisi için takdir ettiği dereceye ameli ile ulaşamazsa, Allah onun canına, malına veya çocuğuna bir musibet verir, sonra ona sabretme gücü ihsan eder ve böylece onu Allah'ın kendisi için takdir ettiği mertebeye ulaştırır”[10] anlamındaki hadisler bu gerçeği ifade etmektedir. İslam dini kişinin tedavi olmasını ve derde karşı dermanını aramasını ister. Zira Allah Teala “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın”[11] anlamındaki âyet; ve "Ey Allah'ın kulları tedavi olunuz. Zira yüce Allah hiçbir hastalık yaratmamıştır ki, şifasını da birlikte yaratmış olmasın”[12] anlamındaki hadis sağlığın korunması ve tedavi olunmasını öngörmektedir. Yani ister ilâhî bir imtihan sonucu, isterse kendisi ve diğer insanların kusuru sebebiyle olsun bir musibetle karşılaşan insanın bu sıkıntılarından kurtulmak için maddî ve manevî çarelere başvurmasına ve tedavi olması gerekir. Tedavi olmak, dertlere çare aramak Allah ve Peygamberin emridir. Ayrıca İslam, sosyal ilişkilere büyük önem vermektedir. Bu konuda sağlıklı ve engelli diye bir ayırım yapmaz. Ancak yardıma, ilgiye ve bakıma muhtaç insanlarla daha çok ilgilenmeyi teşvik eder. Peygamberimiz görme engellilere karşı kötü davrananları, mesela, onların yoluna engel olanları kınamıştır.[13] Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın “Harabât ehline hor bakma şâkir Defineye mâlik virâneler var” şiirinde ifade ettiği gibi, dış görünüşü itibariyle önemsenmeyen veya engelli pek çok kimse, zengin ve diri bir gönül yapısıyla Allah katında çok değerli olabilir. Peygamberimiz engellilere yeteneklerine göre kamu alanında görev vermiş, onları topluma kazandırmaya çalışmıştır. Engellileri başkalarına el açan bir dilenci ve toplumun üretken olmayan bir kesimi olarak görmemiştir. Aksine çeşitli hizmetlerde kendilerinden yararlanma cihetine gitmiştir. Örneğin, ortopedik özürlü (topal) Muâz b. Cebel'i Yemen'e vali olarak göndermiş, çeşitli vesilelerle Medine dışına çıktığında yerine vekalet etmek üzere 13 defa görme özürlü Abdullah İbn Ummi Mektum'u vekil bırakmıştır. İbn Ümmi Mektum, cemaate namaz kıldırmış, Mekke ve Medine'de uzun yıllar müezzinlik yapmıştır.[14] Sahabeden görme özürlü İtbân b. Mâlik kendi kabilesine imamlık yapmıştır. Peygamberimiz bu uygulamalarıyla, engellilerin yeteneklerine uygun alanlarda istihdam edilerek onların üretici bireyler olmalarını, onları topluma kazandırma kişiliklerinin geliştirmelerini amaçladığını ve gelecek nesillere yol göstericilik yaptığını söyleyebiliriz. Sonuç olarak diyebiliriz ki; Hayatı paylaşmak için engel yok. Engelli olmak sorun değil, engelliye engel olmak sorundur. Her engelli kendisine imkân verilirse topluma sağlamlar kadar yararlı olabilir. [1] Özürlüler hakkında hazırlanan kanun tasarısı; Madde 3/a. [2] el-Hâzin, Ali b. Muhammed, Lübâbü't-Te'vîl fî Meânî't-Tenzîl, (Mecmûatün Mine't-Tefâsîr), II, 10. Beyrut, tarihsiz. [3] Bakara, 2/286. [4] Bakara, 2/184-185. [5] Buhârî, Talâk, 11, VI, 168; Hudûd, 22,VII, 21; Ebû Dâvûd, Hudûd, 16, IV, 559; Tirmizî, Hudûd, 1, IV, 32; Nesâî, Talâk, 21, VI, 156; İbn Mâce, Talâk, 15. I, 658. [6] Âl-i İmrân, 3/97. [7] Bakara, 2/155-156 [8] Tirmizî, Zühd 57. IV. 602-603. [9] Buhârî, Merda, 1. VII, 2. Müslim, Birr, 52 [10] Ahmed, V, 272. Ebu Davud, Cenâiz, 1. III, 470. [11] Bakara, 2/195 [12] Ebû Dâvud, Tıb, 1. IV, 193. Tirmizî, Tıb, 2, IV, 383; İbn Mâce, Tıb, 1, II, 1137; Ahmed, l, IV, 278. [13] Ahmed, I, 217, 309. [14] Nesâî, es-Sunen'ül-Kübra, V. 181. 8605. Thk. Aulgaffâr Suleyman el-Bendârî, Seyyid Kusrevî Hasen.Dâru'l-Kutubi'l-Ilmiyye.Beyrut-1991,
YORUM YAZIN ![]()
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 24 Şubat 2015 Öfkeyi yutmak12 Şubat 2015 Allah'a iman etmenin bireye faydaları03 Şubat 2015 Ilmin kapısı: hz. ali (r.a)29 Ocak 2015 Bir kahramanlık abidesi: hz. ali (r.a)
|