Dini Olan İle Kültür Olanın AyrımıYaşadığımız çağda bir kısım düşünce akımlarının, İslam'a yönelik haksız ve bilgi eksikliğinden kaynaklanan eleştirileri arasında en çok yer alan konuların başında; çok evlilik, kölelik, cariye, miras ve benzeri toplumsal ve kültürel nitelikteki dini konular gelmektedir. Tüm dinlerde olduğu gibi İslam dininde de, bağlayıcı nitelikte "DİN" diyebileceğimiz; tevhid, ahiret, ubudiyet, adalet ve ahlak gibi temel esas niteliğinde konular; vahye dayalı İlahi dinlerde aynı olduğu gibi; tüm peygamberlerde İlahi mesajlarının temel esaslarını oluştururlar. Yani tüm vahye dayanan İlahi dinler; Allah'ın varlığı ve birliğinde, tüm evreni ve canlıları yarattığına; hayatımızın hesabını vereceğimiz, davranışlarımızın da karşılığını göreceğimiz ahiret konusunda; yalan, dedikodu, kibir, haksızlık, kul hakı, zina, hırsızlık gibi ahlaki veya oruç, namaz ve dua gibi ubudiyet konularında, içerik zenginliği veya biçimsel farklılıklar olmakla beraber hemen hemen aynı esasları benimsemişlerdir. Bir de dinin bu temel esaslarının yanında yer alan; ancak, toplumun gelişmişlik seviyesi ve sosyal yapısına göre değişiklikler gösteren; kölelik, esaret, evlilik, ticaret, miras, yönetim, vb. sosyo-kültürel konulardır ki, tüm dinlerde, farklı nitelikte ve nicelikte olabilmektedirler. Öncelikle bilinmesi gereken; bu konuların dini veya dinin temel esası olmaktan çok; toplumsal, kültürel ve töresel (örf) özellikler taşıdığıdır… Peygamber Efendimiz Hatem-ül Enbiya; İslam dini son din; Kur'an-ı Kerim son ilahi kitap olduğundan; tüm diğer dinlerdeki tevhid, ahiret, ahlak, adalet ve ubudiyet gibi temel esaslar, en mükemmel düzeyde İslam dini içerisinde yer almıştır… Peygamberlerin temel misyonu; Allah'tan aldıkları dinin bu temel esaslarını oluşturan ilahi mesajın insanlara ulaştırılmasıdır. Ancak, peygamberler bu dini temel görevlerinin yanında; toplumsal düzeni ve gelişimi sağlayan uygulamalar içerisinde de olmuşlardır. Hz.Adem'in dil gelişiminde; Peygamber Efendimizin Medine Site Yönetiminde gösterdiği toplumsal liderliğindeki ve diğer uygulamaları; Nuh'un gemi yapımında; İdris peygamberin terzilik mesleğinde, Hz.Yusuf'un ekonomi ve tarım yönetiminde, kendi çağının özelliklerini taşıyan uygulamaları gibi… İslam geldiği toplumda ve çevresinde kendine özgü bir kısım toplumsal olgularla karşılaşmıştır. Çok evliliğin ve köle edinmenin normal olduğu; peygambere karşı çıkanların büyük kısmı biz kölelerle bir olamayız denebildiği, kadınların bir nesne gibi kullanıldığı ve mirastan mahrum bırakıldığı; insanlar arasında katı hiyerarşi ve eşitsizliklerin diz boyu olduğu; birçok toplumsal durumla karşı karşıya kalmıştır. Peygamber Efendimiz dinin temel konularında inançla ilgili problemleri; Kur'an'a dayanarak kesin bir dil ve çok kapsayıcı içerikteki açıklamalarla düzeltme yoluna gittiği halde; sosyal ve kültürel konularda, kural, ilke ve önerilerle aşamalı bir değişim ve gelişimi izlemiştir. Örneğin: Öncelikle İslam; namazı, orucu emrettiği gibi, “köleler edinin” veya “dört kadınla evlenin” demez. Kölelerin hürriyete kavuşturulması ve iyi davranılmasının sevap olduğu; çok evlilikle adaletin sağlanamayacağı, bu nedenle tek eşle yetinmenin daha iyi olacağı; bütünüyle mirastan yoksun olan kadınlara asgari düzeyde de olsa ikide bir oranında miras verilmesi gibi konularda, önerilerde bulunarak toplumun daha iyi duruma geçişini sağlayan ve bunların da insan eliyle değişim ve gelişimini öngören düzenlemeler yapmıştır. İslam tek eşle evliliği dört eşliye çıkarmış değildir. Onlarca kadınla evlenme geleneği olan toplumsal olguyu makul düzeyde aşma çabasını ortaya koymuştur. Savaş dolayısıyla eşlerini kaybeden birçok kadının dul kaldığı ve sahip çıkılması gereken bir toplumda veya güçlü ve zengin olan insanların çok evlat isteme arzularının baskın olduğu bir toplumda, çok evliliği yasaklamak gerçekçi de olamazdı. İşin aslına bakılırsa, tek eşlilik esas olmakla beraber, özel durumu olanların ikinci bir eş almalarına yasak getiren bugünkü medeniyet kanunları; toplumun evlilik dışı gayri meşru ilişkilerine (dost hayatı, vb.) yol açarak aile hayatında sorunlara yol açtığı açıktır. İşte İslam bu durumun kişisel ve kültürel yapıyla ilgili olduğunu, katı ve sınırlayıcı kuralların toplumlarda problemler doğuracağını dikkate alarak, kişisel tercihe bırakmıştır. Kölelikte de aynı durum söz konusuydu. Kölelik savaşın ağır bir bedeli olarak insanlık aleminde yer almıştı. Savaşı göze alanlar aynı zamanda köleliği ve esirliği de kabullenmek zorundaydılar. Esaret ve kölelik, aslında savaşı engelleyen bir yaptırım olarak yer alıyordu. Bir de güçlü ve zeki insanların hile yoluyla sahipsiz insanları köle yapabiliyordu. Bu durum sadece Arap toplumunda değil, dünyanın diğer yerlerinde de geçerliydi. Bir çok toplumsal konuda olduğu gibi kölelik konusunda da, Peygamber efendimizin çağın değerlerini aşan uygulamaları olmuştur. Eşi tarafından kendisine köle olarak verilen Zeyd'i hürriyetine kavuşturmuş, Mute savaşında da komutan olarak atamıştır. Aynı şekilde, Şam'a gönderilen ordu arasında, Hz. Ömer gibi büyük sahabeler bulunduğu halde, askeri seriyyenin başına, azatlı Zeyd'in oğlu Hz. Usame'yi de komutan olarak atamış, böylece köleliğin basamak basamak kalkmasını sağlayan bir geçiş önermiştir. Mekke'de büyük baskılara maruz kalan ve dinlerini yaşayamayan Müslümanlar; daha özgür bir ortam arayışı sonucu önce Habeşistan'a, daha sonra da Medineye hicret etmek zorunda kalmışlardı. Peygamberimiz, müşrik, Yahudi ve Hiristiyan gibi farklı kabile ve inanç topluluklarının yer aldığı Medine'de; Kur'an'dan aldığı ilham ve insani tecrübesini de işe koşarak, toplumsal barış ve güvenliği sağlama adına tüm inanç gruplarının katılımını sağlayan, yazılı bir anayasa niteliğinde, 52 maddelik “Medine Vesikasını” hayata geçirmiştir. Peygamberin, Kur'an'ın “aranızda işlerinizi danışarak yapın” önerisine uyarak, ortak aklı devreye koyan, danışma ve işbirliğini geliştiren bir anlayışla farklı inanç ve etnik grupları barış ve güven içinde yönetmeye çalışması; modern çağlarda bile yeterli uygulanamayan inanç ve fikir özgürlüğünü; insanların ve grupların bir birlerini yok etmeye çalıştığı bir dönemde hayata geçirmeye çalışması, gerçekten çağlar üstü ve hayran olunacak bir durum değil midir? Biz Peygamber efendimizin bu tür uygulamalarından toplumsal barış içinde yaşama, inanç ve fikir özgürlüğüne dayalı bir anayasal sistem çıkarımında bulunabiliriz. İslam, zekât, sadaka, dürüstlük, üreticinin önemsenmesi gibi uygulamalarla da topluma sıçramalar yaşatmıştır. Medine'de Yahudilerin pazarında faiz ve tekelin (kartel vb.) baskısıyla üretici sömürülmekteydi, Peygamberimiz alternatif bir İslam Pazarı kurdurdu, dürüstlüğü esas aldırdı ve “üreticiyle tüketici arasına girene lanet olsun” diyerek fahiş fiyat ve tekelciliği kırmaya çalıştı. Peygamberin tüm sosyal ve kültürel konularda çıkarımlar yaparak, bir kısım önerilerini çağımıza taşıyabiliriz. Elbette o günün toplumsal koşullarında, bugünkü düzeyde bir yönetim önermek güçtü. Çünkü insanlık âlemi bu tür konularda gelişimsel bir seyir izlemiş, toplumsal gelişmişliklerde bir anda sıçramalar yaşanmamıştır. ABD de bu yüzyılın başında kölelik kaldırıldıktan kısa bir süre sonra, tek başına mücadele edemeyeceklerini anlayan köleler efendilerine geri dönmüşlerdir. Sosyal ve kültürel hususlar, insani gelişmişlikle ilgili bir durumdur. Tüm peygamberlerde olduğu gibi Peygamberimiz de temel dini görevinin yanında; toplumun sosyal, kültürel ve yönetsel konularda gelişimine katkı yapan uygulamaları olmuştur. İyi bir devlet kurmak veya dürüstlüğe ve adil bölüşüme dayalı ekonomik sistem kurmak için Peygamberimizin bu tür uygulamalarından yararlanılabilir ve yararlanılmalıdır… Ancak, İslam bir devlet modeli, ekonomik veya eğitim modeli önermez, belki iyi bir devlet düzeni kurmaya veya ekonomik model geliştirmeye açılım sağlayan genel ilke ve esaslar önerir. Toplumsal alandaki değişim ve gelişimi de insan çabasına bırakır. Unutmayalım, İslam'ın getirdiği esaslar sayesinde, bedevi bir toplum, medeni bir topluma dönüşmüş, sahabi ünvanıyla diğer milletlere önder ve öğretmen olmuşlardır. Sonrasında İslam'a uyan Abbasi, Endülüs Selçuklu, Osmanlı, vb. toplumlar ve devletler, tüm hata ve eksikliklerine rağmen, diğer milletlere göre daha üstün bir konumda bir yönetim, toplum düzeni ve medeniyet kurabilmişlerdir… Böyle bakıldığında İslam'ın bu tür önerilerinin toplumun önünü açan, insanlığa yol gösteren ve bugün de hala geçerliliği olan ilke ve önerilerde bulunduğu görülecektir. Dolayısıyla İslam dinin toplumsal ve kültürel yaşamla ilgili önerdiği ilke, kural ve düzenlemeleri; kendi tarihsel koşulları içinde ve toplumun mevcut yapısı dikkate alınarak değerlendirilmelidir. İslamın sosyal hayat ile ilgili düzenlemelerini (kölelik, cariye, çok evlilik, miras, yönetim, ekonomi, vb.) dinin bağlayıcı temel esasları gibi görerek, bunlar üzerinden İslamı eleştirmek doğru ve ilmi bir yaklaşım olamaz… Sevgi ve saygılarımla… YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?11 Ağustos 2024 Düşünme Örgümüz ve Ülfet Tuzağı: ATEİZM VE AGNOSTİSİZM25 Haziran 2024 Bilimsel Bilgiye Müslümanca ve Ateistçe Bakış!
|