Gelin Bu Defteri Güzel KapatınCumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, darbe anayasası yerine demokratik, özgürlükçü ve insan haklarını önceleyen bir Anayasa yapacaklarını kamuoyuna deklare etmiş durumda… Buna sevinmemek mümkün değil. Parlemanto çoğunluğuna ve yirmi iki yıllık iktidar tecrübesine sahip bir hükümetten beklenilen en öncelikli konu bu olmalıydı herhalde. Sayın Erdoğan, Cumhurbaşkanı olarak herkesi ve herkesimi eşit vatandaşlık düzleminde kucaklayacak, demokratik ‘sivil bir anayasa' yapılmasına öncülük ederek, son sayfayı güzel yazmalıdır… Önümüzdeki 29 Ekim'de Cumhuriyetin 100. Yılı kutlanacak. Düşünün Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne yüzyıla yakın bir süredir, hala gelişmiş ileri ülkeler düzeyinde, sivil inisiyatifle oluşturulmuş bir Anayasaya, buna dayalı da bir hukuk düzeni ve bir yönetim sistemi kurabilmiş değiliz!.. Ne yazık ki darbeler sonucu asker gölgesinde yapılan, özgürlükleri kısıtlayıcı, merkeziyetçi ve otoriteryenlik kokan, kuvvetler ayrılığı ilkesi gözardı edilmiş bir anayasaya sahibiz! Kemalizmin/Atatürkçülüğün, belli dünya görüşlerini Atatürk üzerinden hayata geçirmek için sonradan çıkarıldığını biliniyor. Atatürk sonrasında ve Atatürk adına ortaya konan Atatürkçülük/Kemalizm ve Laikçiliğin sahibi olarak, kendini laik, seküler, ulusalcı, modernist, aydın ve Cumhuriyetin gerçek sahibi olarak niteleyenlerin siyasi, askeri ve sivil bürokrasisinin bugüne kadar takip ettikleri politikalar ve yaptıkları ortada…. Maalesef darbeler, baskılar, otekileştirmeler, ayrımcılık, kutsal değerlere hakaret, parti kapatmaları, başörtü ve kılık-kıyafet gibi ritüeller üzerinden baskılar, dini özgürlükler alanına müdahale, sürekli laiklik, modernlik, gericilik, irtica, uluslaşma, din, dini kurumlar üzerinden tartışmalar; toplumun devlet eliyle ve ağırlıklı cebri-zorlayıcı bir yöntemle sözde modern ve adam edilmesi yönünde dönüştürülmesini savunma anlayışlar ve uygulamalar sonucunda, toplumla-devlet arasında yaşanan gerilimler, kopuşlar vb. uygulamalar ve politikalar ağırlıklı olarak bu kesimin eseri olarak tarihimizin değişik zamanlarında yer almıştır… Maalesef, “Sivil Siyasi ve Demokratik İnsiyatif Güçler” bu askeri ve bürokratik ve oligarşik azınlığın baskısına boyun eğmiş, bugüne kadar, “surda bir gedik açma” kabilinden çıkışların ötesinde, ileri gelişmiş ülkeler düzeyinde Demokratik bir Cumhuriyete götürecek anayasa da yapamamışlardır. Kendini sol olarak niteleyen ancak ideolojik ve tutucu politikalardan kurtulamayan, Avrupa solu gibi; insan hakları, eşitlik, adalet, adil gelir dağılımı, emekçilerin korunması, inanç ve fikir özgürlüğü, azınlık hakları gibi evrensel sol değerlerden uzak, şekilci, toplumu adam etmeyi hedeflemiş ideolojik anlayışların egemen olduğu partilerden ülkenin önünü açacak, özgürlükçü Demokratik bir Anayasa yapacakları umudunu taşımak, ne kadar gerçekçi olabilir ki? Eğer sol batı tarzında bir dönüşümü yapabilmiş olsaydı, ülke şimdi çok farklı seviyelerde olacaktı! Bunu yapamadığı için de muhalefet partisi olarak kalmıştır... Bu nedenle, devletin ve sistemin yeniden yapılanmasını sağlayacak ve özgürlükleri teminat altına alacak bir Anayasa yapmak; Ak Parti'nin özellikle kendi tabanına ve topluma karşı sorumluluğun ve bugüne kadar savunduğu değerlerin bir gereği olarak görülmelidir. Bunu yapmadığı takdirde hayalleri ve ümitleri kırarak sayfasını kapatmış olacaktır. 1950 yılında Demokrat Parti iktidarıyla birlikte bugüne kadar iktidara gelen demokrat muhafazakâr partiler, kısmen de olsa sistemin dışladığı kesimlerin umutlarına, dini inanç ve fikir özgürlüğüne, teşebbüs hürriyetine umut olmaya, askeri ve bürokratik oligarşinin baskısını kırma yolunda hep bir çıkış aradılar… N. Fazıl'ın dediği gibi “Surda bir gedik mukaddes mi mukaddes, ey kahpe rüzgâr hangi yönden esersen es” misali… Muhafazakâr partiler, dini inançların serbestçe yaşanmasını sağlayan açılımların yanında bayındır bir ülke kurma, kalkınmacı ve refahı artırıcı politikalarla yollar yaparak, fabrikalar kurarak, barajlar inşaa ederek, köprüler ve kanallar yaparak; sosyal politikalarla da unutulan, horlanan, dışlanan vatandaşı ve köylüyü devlet imkanlarıyla buluşturmaya çalıştılar. İslami değerler vurgusu fazla olan bir olarak, demokrat muhafazakâk bir parti çizgisinde sayılan Ak Parti de; yirmi iki yıllık iktidarında toplumun siyasal islamdan beklediklerinin çoğunu karşılamış durumda. İnsanlar, inançlarını rahatça yaşama ortamına sahipler. Tarikat ve cemaatler her yerde boy gösterebilmektedirler. Milli ve dini bir heyecan uyandıran Ayasofya'nın camiye çevrilmesi, Taksim'e Cami yapılması, başörtösü yasağının kaldırılması, İmam Hatip Okullarının çoğaltılması, dini kimlikli insanların rahatlıkla yönetim kademelerine gelebilmeleri gibi uygulamalar... Ancak sadece muhafazak toplumun inançsal anlamdaki bu taleplerini karşılamakla yetinmek büyük bir yanılgı olacaktır. Tüm toplumsal kesimlerin hak ve hukukunu eşitlik ve adalet ilkesine uygun ekonomik ve hukuksal yasal düzenlemeleri de yaparak bu defterin çok iyi bir şekilde kapatılması gerekiyor… Çünkü gelinen noktada, ekonomik zorluklarla boğuşan bir duruma düşülmüş. Güçlülere, zenginlere ve malı-mülkü olanlara yarar sağlayan bir ekonomik çark dönmeye başlamış. Toplum kesimleri arasında gelir dağılımında ciddi farklar oluşmuş, ekonomik zorlukların yükü fukara ve sosyo-kültürel alt tabakanın, dar ve sabit gelirlilerin sırtına vurulmuş durumda. Muhafazak demokrat hareketlerin önem verdikleri yoksulu koruyan sosyal politikalar unutulmuş, insanlar kutuplaştırılmış. Devlet görevlileri ve çalışanları arasında ücret dengesizliği artmış, aynı işi yapanlar arasında ücret eşitsizliği çok belirgin olmuş, çalışma hayatının adeletini ifade eden “eşit işe eşit ücret” ilkesi adeta yok sayılmış, tüm bu ücrette ve gelir dağılımındaki eşitsizlikleri giderecek adil ve eşitlikçi bir personel yasası çıkarılamamıştır. Memur alımlarının birçoğunda torpil ve kayırma söz konusudur. Örneğin, Hukuk fakültesini bitirmiş, sınavlarda çok iyi puan almış biri bir siyasi, bir sendika veya dernek-vakıf bağı yoksa, yargıda veya diğer üst memurluklarda görev alması güçleşmiştir. Mülakat denen yanlışta ısrar edilmiş. Görevlerde liyakat ve ehliyet esasları gözetilmez olmuş. Tüm uzmanların Türkiye ile ilgili söyledikleri şudur: Eşitsizlik, enflasyon ve kamusal israf ülkenin en büyük sorunudur… İktidarda olduğu günden bugüne kadar çok ciddi ekonomik gelişmelere, yollara, limanlara, kocaman hastahanelere, kanal ve köprülere imza atan kalkınmacı, milli hamleci, yerli silah sanayisindeki büyük atılımı ve dış politakadaki milli duruşuyla takdir alan bir partiye bu durum yakışmamaktadır. Bu defter böyle kapanmamalıdır… İslami değerlerden beslendiğini iddia eden bu kadroların; İslam'ın ruhuna uygun barış, kardeşlik, eşitlik, adalet, insan hakları, hakça bölüşüm, hukun üstünlüğü gibi gelişmiş ileri ülkelerin de ortak değerlerine dayalı bir yönetim, ekonomik ve hukuki düzeni kurmaları beklenmektedir. Bunun yolu da tüm bu değerleri kapsayan ileri bir Anayasa ve ona dayalı düzen kurmaktan geçer. Öncelikle kendisine sığınılarak yapılan yanlışların önünü almak adına laikliğin çok iyi tanımlanması gerekiyor. Laik bir devlet, din dışı yaşam biçimini benimseyenlere sağladığı güvence gibi, dindarların yaşam biçimlerini, temel hak ve özgürlüklerini de teminat altına alan; Hak ve hukuku, eşitliği ve özgürlüğü esas alan, vatandaşlarını etnisite, din, inanç, fikir ve yaşam farkı gözetmeden eşit kabul eden, şahıs, grup ve partilerin laiklik, Atatürk, Vatan, Millet, Müslümanlık gibi milli ve manevi olan ortak değerlerin su-i istimal edilmesine fırsat vermeyen; Diyanet Başkanlığının, yüzde doksanı Müslüman olan bu toplumda, hiçbir siyasi, mezhebi, etnisite ayırımı yapmadan görevini yerine getirmesi sağlayan bir yapıya dönüştüren; Toplumsal kimliğini korunması ve varlığının devamının ancak İslam'ın güzel değerleriyle yetişecek nesiller yetiştirmekle mümkün olacağının bilinciyle; eğitim kurumlarımız ve Diyanet teşkilatlarımızın işe koyulmasını sağlayacak; gençliğin uyuşturu ve sefahat bataklığına düşmelerinin önünü alacak düzenlemeler içeren; Dünya ile birlikte, evrensel değerlerini de benimseyen, ancak biz biz yapan, doğru ve düzgün bir Müslüman olarak, Anadolu coğrafyasının ruhuyla, kendimiz olarak yolumuza devam etmemizi sağlayan bir Anayasa yapılmasını mevcut İktidardan, özellikle Sayın Cumhurbaşkanımızdan bekliyoruz… Gelin bu defteri güzel kapatın!... Sevgi ve saygılarımla…
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?11 Ağustos 2024 Düşünme Örgümüz ve Ülfet Tuzağı: ATEİZM VE AGNOSTİSİZM25 Haziran 2024 Bilimsel Bilgiye Müslümanca ve Ateistçe Bakış!
|