KİM KİMDİR FİRMA REHBERİ Hemen Üye Ol Üye Girşi
Uye Girişi
Giriş
Beni Hatırla
Yeni Üye Kayıt
Haber sitemizin aktivitelerinden yararlanmak için üyelik başvuru yapın.
Hemen Üye Olun
Uye Hizmetleri
 
12 Ekim 2024 Cumartesi
°C
Prof. Dr. Gıyasettin Baydaş
Belirtilmemiş

Bilimin gelişimine İslam mı, Müslümanlar mı engel oldu?

06 HAZİRAN 2024 PERŞEMBE 16:52
49
4051
16
AA aa

İslam âleminin ilk 500 yılı İslam dünyasının altın çağı olarak bilinir. Bu dönemde, batı karanlık dönemi yaşarken, İslam coğrafyasının, bilgi birikimi, bilimsel ilerleme, teknolojik buluş ve icatlar bakımından batının çok ilerisinde olduğu bilinmektedir. Ayrıca İslam'ın altın çağı sadece kendi dönem ve bölgesini etkilemekle kalmamış aynı zamanda batı medeniyet ve gelişiminde de ön ayak olmuştur. Bu dönemde İslam medeniyetinin gelişimi, bilimde, felsefede ve ekonomide akılcılık, yorum ve içtihat, özgürlük, çok kültürlülük anlayışı ile sağlanmıştır. Ancak bu dönem sonunda her alanda olduğu gibi bilimde de bir durağanlık ve gerileme başlamıştır.

Moğol istilası ve Haçlı Seferlerinin İslam dünyasındaki bilimsel gelişmeleri engellemesi dışında bilim merkezlerindeki eğitim sistemi ve İslam dünyasında fen ve felsefeye bakışını bu yazımızda ele almaya çalışacağız.

İslam Dünyasında Bilimlerin Sınıflandırılması

İslâm dünyasında yapılan sınıflandırmada ilimler Nakli (tefsir, kelam, hadis, fıkıh ilmi gibi) ve akli (matematik, astronomi, kimya, tabiat bilimleri, tarih, coğrafya vb.) olmak üzere genelde iki kısma ayrılır. Nakli ilimler olarak adlandırılan temel İslam bilimleri, Kur'an ve Sünnet 'ten kaynaklanan ilimlerdir. Ancak bu dönem âlimleri ispatta akıl ve mantığa dayanmayı da caiz gördükleri için nakli ilim tanımı yetersiz kalabilir. En çok akıl unsurunu kullanan kelam ilminin de bu ilimler arsında yer alması nakli ilim ifadesinin tüm İslami ilimleri kapsamasında yeterli olmadığı düşünülebilir.

İslam'ın altın çağında akli ilimlere verilen önem neticesinde tıp, matematik, astronomi, optik, fizik, mühendislik, coğrafya, kimya ve biyolojik bilimlerde dünyaya yön veren ilim adamları yetişmiş ve eserleri daha sonra tercüme edilerek Avrupa medeniyetinin gelişmesine zemin hazırlamıştır.

İslam Âlimlerinin Anlayış Tarzından Dolayı Bilim Geriledi

İslam Dünyasında bilim kurumları medreselerdi. Bu eğitim kurumlarında İslam'ın ilk döneminde tüm ilimler okutulurdu ve Dünya'ya yön veren ilim insanları, filozoflar bu kurumlarda yetişirdi. Ancak, 13. Asırdan sonra medrese eğitim sisteminde meydana gelen değişikliklerle bu kurumlarda İslam âlemi ve batıya etki eden ilim erbabının yetişmesi bazı istisnalar haricinde artık mümkün olmamaya başladı. Dönemin Üniversiteleri mahiyetindeki medreselerin bu çöküşünü hazırlayan en önemli sebeplerin başında fen bilimlerinin okutulmasının ihmal edilmesi ve bu alanda çağdaş gelişmenin çok gerisine düşülmüş olmasıdır. 

Aslında medreselerde fen bilimlerinin okutulmasının önüne geçilmesinin ötesinde birçok medrese hocası fen bilimlerine adeta savaş açmış ve bu ilimle ilgilenenleri adeta tekfirle suçlamaya başlamıştır. Bu dönemde suçlanan bazı âlimlerle ilgili örnekler aşağıda verilmiştir:

Osmanlının en önemli matematikçisi Molla Lütfi Efendi zındıklıkla suçlanarak idam edilmişti.

Takiyüddin Mehmed Mısrî Efendi'nin rasathanesi gaipten bilgi ve haberler veriyor  diye yıktırılmıştır.

İbrahim Hakkı ‘Marifetnamede' yıldızlar, gezegenler hakkında verdiği bilgilerden dolayı zındık ilan edilmekten son anda verdiği ifadeden dolayı kurtulabilmişti.

Sultan II. Mahmut İptidaî mektepler açıp eğitimde yenileşmeyi başlattığı ve buna benzer başka sebeplerden dolayı ‘Gâvur Padişah' olarak anılmaya başlanmıştır.

Darülfünun Müdürü Hoca Tahsin Efendi'nin canlıların havasız ortamda yaşayamayacağını deneylerle sınıfta göstermesi zındık ilan edilmesine sebep olmuştu.

Kâtip Çelebi, bu dersler felsefiyattır diyerek kelam ilminin meşhur eserlerinden Haşiye-i Tecrîd ve Şerh-i Mevâkıf derslerinin medrese müfredatından kaldırıldığını belirtmektedir.

Asrımızda, Nobel ödülünü alan ilk Müslüman Pakistanlı Muhammed Abdusselam Pakistan'ın nükleer silah geliştirmesini sağlayan bilim adamı olmasına rağmen Medreselerin tepki be baskısına maruz kalmış ve ülkesini terk etmiştir.

Bu liste daha çok uzatılabilir. İslam tarihinde fikirleri sebebiyle katledilen çok sayıda insan olmuştur, bu durumu tarif etmek için kullanılan “Müslümanların Engizisyonu” şeklinde ifadelere katılmak mümkün olmamakla beraber kendimizle, geçmişimizle, tarihimizle yüzleşmek adına öz eleştiri yaparak yapılan hatalardan ders almak gerekir.

Medreseler muasır ilmi yakalayamadı

Medreseler zamanla nakli ilimle, içinde de ağırlıklı olarak sadece Arapça öğreten bölümler haline dönüşmeye başlamıştır. Eğitimde standart ve birbiriyle homojen bir yapı olmadığından tamamen medreselerdeki hocaların inisiyatifinde bir eğitim verilmiştir.

 Cevdet Paşa'nın konu ile ilgili belirttiği şu ifade manidardır;

“Medrese vardır talebesi hayatı boyunca Arapça öğrendiği halde Arapça bilmez. Basit bir Türkçe kitabetinden geri döner. Medrese vardır Arapça'dan başka Farsça'yı da öğretir. Hatta Matematik ve Astronomi üzerinde eğitimi yaygınlaştıran medreselerde vardı.”

Bu dönemde medreselilerin ilmi yetkinlikten mahrum kişi yetiştirmesi hakkında yapılan şu eleştiriye de hak vermemek mümkün değildir;

Bir abdest almak için veya bir ilmihal kitabı okutmak için öğrenciler on sene sarf ederlerse, acaba yüksek din ilimleri, hikmet, kimya ve hendese meselesini anlamak için kaç asra ihtiyaç duyulmaktadır.”

Belağatı bilememe, ezbercilik, nakilcilik, lafızperstlik, kafiyeperestlik, asrın gereğini kavrayamama ve tam bir yoğunlaşmanın olmaması sebebiyle medreseler fonksiyonlarını icra edemediler.

Medresedeki eğitim sisteminde görülen bu çöküşün yanında zamanımızdaki öğretim elemanları gibi Müderrislerin bir kısmı görevini savsaklamaya, ya da hiç görev yapmamaya başlamışlardı. Hatta aylarca, bazen yıllarca medresesine uğramayan müderrislerin olduğuna yönelik kaynaklar mevcuttur. Ahmet Hamdi Akseki bu durumu şu veciz sözle özetlemektedir; İslâm maarifi şirazesinden çıkarak bir daha tarik-i salime girememiştir"

Medrese eğitim sistemi sadece tek tip insan yetiştirmekteydi, ihtisas şubeleri yoktu. Bu nedenle talebeler fıtrî yeteneklerine uygun gelişme göstermiyorlardı. Arapça ve buna bağlı temel ilimlerden oluşan alet dersleri asıl derslerin yerine geçmişti. Bu kurumlarda eğitim gören talebeler bunların ötesine geçememekte, ömrü ibare çözmekle tükenmekteydi.

Medreseler nezdinde akli ilim erbabı bilim adamı olarak kabul görmezdi

İslam bilim geleneğinde, ‘alim' yahut ‘bilim adamı' sıfatlarının kullanımında bir ayrışma yoktur. Örneğin ilk kelamcılar, aynı zamanda ilk fizikçilerdi. İslam filozofları aynı zamanda tıpçı, yahut matematikçi idi. Bunun örneklerini Kelamcı olarak bilinen Cahız ve Nazzam'da, filozof olarak bilinen İbn Sina, Zekeriya er-Razi ve İbn Nefis'te görmek mümkündür. Ancak Temel İslami Bilimlerle ilgilenen medrese hocaları, akli ilimlerle ilgilenenleri alim olarak kabul etmemeye başladılar. Özellikle 16. yüzyıldan sonra ‘âlim kime denir?' gibi sathi tartışmalar yeniden gündeme gelmiş; hadis, fıkıh, tefsir, Arapça gibi dallarda yetişenlere âlim denmiş; Tıp, Fizik, Kimya, Astronomi, Biyoloji gibi alanlara yetişenlere âlim denmeyeceği belirtilmiştir.

Medreseler ile Tekkeler Arasında Ciddi Ayrışmalar oldu

Fatih döneminden sonra, aklî ilimleri (matematik, felsefe gibi) okumanın câiz olup olmadığı tartışmalarıyla gündemi işgal eden Kadızâdelilerle Sivasîzâdeler arasındaki çekişmeler medrese ve tekke mensupları arasındaki ayrışmayı körüklemiş ve huzursuzluk ayyuka çıkmış, birbirlerini tekfir ve zındıklıkla suçlayarak idamlarına sebep olacak kadar ileri gitmişlerdir. Bu durum medreselerde eğitimi özellikle akli ilimlerin eğitimini durdurma noktasına getirmiştir.

Oysa bu dönemde Avrupa'da Skolastik düşünce yıkıldı. Deney ve gözleme dayanan pozitif düşünce ortaya çıktı, özellikle astronomi ve fizik alanında yapılan araştırmalar ve geliştirilen kuramlar sonucunda bilimde çok büyük bir atılım gerçekleştirilmiş ve bilim, diğer düşünsel etkinlikleri yönlendiren bir konuma yükselmişti. Bu nedenle Batı için bu çağ, bilim tarihçileri tarafından bilimsel devrimler çağı olarak adlandırılmıştır. Bu döneme kadar bilim, sanat ve medeniyet alanlarında İslam Dünyası öncülük yaparken, modern bilimin geliştirilmesi ile Batı dünyası İslam ülkelerinin önüne geçti ve bir daha bu öncülüğünün İslam dünyasına kaptırmadı.

Batı İslam Filozoflarından Yararlanırken İslam Dünyası Aynı Filozofları Tekfirle Suçluyordu

Batı Dünyası, İslam'ın Altın Çağındaki Alim ve Filozoflarının akli ilimlerle ilgili eserlerini rehber edinerek modern ilim, teknoloji ve sanayi devrimini başlatırken, İslam Dünyası aynı filozof ve bilim insanlarını tekfirle suçluyordu. Oysa fen bilimleri kainattaki tekvini kanunları ve bunların nasıl işlediğini inceler. Yani Yaratıcının koyduğu kuralları ve işleyişini inceler ki dinin bu ilimlere karşı olması mümkün olmadığı gibi bu ilimleri teşvik edici birçok ayet ve hadis de bulunmaktadır.

Şu hususun göz ardı edilmemesi gerektiğine inanırım. Yüzyıllar önce yaşamış büyük alim ve filozofların bazı ilimlerdeki bilgilerinin bugünün lise seviyesinde olduğu, yaptıkları yorumların da o dönem mevcut ilmi verilerle gerçekleştiği bu nedenle bugün önemsemediğimiz ve hatta karşı çıktığımız yorumlarının o dönemin şartlarına bağlanması gerektiği kanaatindeyim. Ayrıca o dönemlerin siyasal koşullarının getirdiği baskıyı da unutmamak gerekir.

Mesela Gazâlî'nin, matematiği gerekli ve yararlı görmesine rağmen, bu ilimde fazla ileri gidilmemesi gerektiğini ifade etmiş olması bugün için matematiğin bütün akli ilimlerin temeli olduğunu veya her türlü teknolojik ve elektronik gelişmenin matematiksel modellemelerle gerçekleşebildiğini bilmemesinden kaynaklanabilir. Ancak var olan şu gerçeği de göz ardı etmemek gerekir, İslam'ın Altın Çağından sonra İslam Dünyasındaki ilmi gerilemelerin en önemli sebeplerinden biri medrese eğitiminin yozlaşması ve bu dönem alimlerinin bir kısmının akli ilimlerle iştigal etme konusundaki menfi tutumlarıdır.

Medreseler yüzyıllar boyunca kendini yenileyemedi, hatta geriledi ve bilgi üretemediler. Yaptıkları önceden yazılmış kitaplar şerh etmek, hatta şerhin şerhini yapmak; oysa dünya hızlı bir şekilde değişmekte, teknoloji ve sanayinin temeli olan pozitif bilimler batı dünyasında aydınlatma dönemini başlatırken İslam aleminde bu bilimlerin medreselerde okutulmasının önüne geçildi.

İslami bilimler inanç, ibadet ve ahlak esaslarını Kur'an ve sünnet olmak üzere, dinin ana kaynaklarını esas alarak, tecrübe, gelenek ve modern araştırmalarla eğitim-öğretim vermeye çalışmaktadır. Peki tüm İslami ilim alimleri bir araya gelse günümüz teknolojisine bir katkı sağlayacak üretim yapabilir mi? Elbette hayır; o nedenle Üniversiteler başta olmak üzere tüm bilim kurumlarının Dünya'daki ilim ve akıllı teknolojiyi geliştirme deneyimlerini rehber edinecek şekilde yönetilmeleri ve finanse edilmeleri gerekmektedir.

Aslında bir avuç olan İsrail'in, FİLİSTİN'de soykırım yaparken iki milyar Müslümanın yaşadığı yaklaşık 50 Müslüman ülke sadece kınama mesajları verebiliyorsa, asırlardır bilim ve teknolojiye yeterli ehemmiyetin verilmemesinin önemli katkısı olduğu muhakkaktır. Fiili dua kavli duadan daha ziyade kabule karindir.

Bediüzzaman ilmin yaşlandıkça artığını, halbuki kuvvetin ihtiyarladıkça gerileyip azaldığını, bu sebeple kuvvete dayanan Orta Çağ devletlerinin yıkılmaya mahkûm olduğunu, ilme dayanan muasır hükümlerin ise Hızırvari (ölümsüz) bir ömre mazhar olduklarını belirtir.

Sonraki yazımızda Kur'an ve Sünnet Işığında modern ilimleri değerlendireceğiz….

 

 

YORUM YAZIN
Profiliniz ziyaretci statüsünde görünüyor. Yorumlarınız aşağıdaki isimle yayınlanacaktır
Değiştir
Dilerseniz web sitemize üye olarak daha özgün bir profil oluşturabilir ve yorumlarınızı hesabınızdan takip edebilirsiniz
Kodu Girin
Yapacağınız yorumların şiddet ve hakaret içermemesine lütfen dikkat edin. Aksi taktirde yorumlarınız onaylanmayacaktır. Gönder
Misafir Kullanıcı (@Misafir_111425)
08 Eylül 2024 Pazar 00:09
Sayın hocam yazınızı okudum ilim,bilgi birikiminiz,belagat ve hitabetinize bir kez daha hayran oldum, ağzına yüreğiniz sağlık. Selam ve saygılarımla..
Misafir Kullanıcı (@Misafir_110060)
16 Haziran 2024 Pazar 07:42
Bağımsız düşünce düşünce ve ifade hürriyeti ile ilgilidir. Bu olmazsa tam anlamıyla bilim üretilemiyor. Çinli bilim insanları mesela pozitif bilimlerde çok iyidir ama sosyal bilimlerde değildir. Eleştiriye, sorgulamaya, alternatife kapalı ve yenilenemeyen sistemler günümüzde özellikle Batıya mağlup olmaya mahkumdur. Hangi bilim dalına bakarsanız bakın yüzde doksanı onların tekelindedir ve hızlarına yetişmek nerdeyse mümkün değildir. Aksini iddia eden varsa buyrun göstersin. Bağımsız düşünce dini figürlere taş atmakla elde edilmez; öyle olsaydı K
Misafir Kullanıcı (@Misafir_110059)
16 Haziran 2024 Pazar 07:21
Bağımsız düşünce demek bilimsel birikimi takmamak demek değildir. En bağımsız olduğunu iddia eden bilim ve araştırmacılar bile zihin olarak ciddi etki altındadır. Sosyoloji konuşan birinde misal Weber veya diğerlerinin, Felsefe konuşanda Kant vs İktisatta A Smith, Fizikte Newton bilinçaltında kendini hep hissettirir. Dahası Tefsirde Razi, Fıkıhta Şafi, Kelamda Cürcani, Hadiste Buhari alanda zihin inşa eden kişilerdir. Tasavvuf da üvey evlat değil. Bu alanda da örneğin Bağdadi ekolü epey etkilidir. Bağımsız düşünmek demek saldım çayıra demek değildi
Misafir Kullanıcı (@Misafir_110009)
12 Haziran 2024 Çarşamba 15:25
Ortaçağ avrupasında katolik kilisesinin rahip ve kardinalleri insanların Tanrı'yı bulmaları ancak kendi aracılıklarıyla olabileceğini söylerlerdi. O nedenle insanların bağımsız düşünmelerini afaroz ederlerdi. Malesef dönemimizde Bazı Medrese Hocaları ve Tarikat Şeyhleri de benzer iddialarda bulunmaktadırlar. Kişi mürşidi olmayınca Allah'ı bulamaz demektedirler
Misafir Kullanıcı (@Misafir_111661)
23 Eylül 2024 Pazartesi 10:47
@Misafir Kullanıcı Misafir 110058, Allah'ın kendileri hakkında hiçbir hüküm indirmediği şeyhlerin peşinden giderek mi Allah'a ulaşılır? Peygamberimiz (s.a.v) veda hutbesinde 'size iki şey bırakıyorum bunları rehber edindikçe doğru yoldan ayrılmazsınız, bunlar Allah'ın kitabı ve Resulünün sünnetidir.' buyurmaktadır. Allah'ın kitabı ve Resulünün sünnetinde şeyhlere tabi olun diye bir hüküm yok.
Misafir Kullanıcı (@Misafir_110080)
21 Haziran 2024 Cuma 22:15
@Misafir Kullanıcı Tarikatler Peygamberimizden yaklaşık 300 yıl sonra ortaya çıkmış. suistiaml edenler dışında yararlı faaliyetleri de olmuştur. Allah gönderdiği kitabı ve onu tebliğ eden peygamberi ile her müslümana ulaşacak şekilde gerekli tebliği ve metodu belirtmiştir. Kur'an ve sünneti yeterli bulmayıb başka birinin vesilesi ile Allah'a ulaşılabilir düşüncesi sadece safsatadır
Misafir Kullanıcı (@Misafir_110058)
16 Haziran 2024 Pazar 07:03
@Misafir Kullanıcı Herhangi bir ilim veya uzmanlık tahsilinde işin erbabından yardım alıyorsunuz. Diploma, sertifika mezuniyet vs ise işi artık öğrendiğiniz anlamına geliyor. Peki normalde beş duyu organı ile bilgi edilemediğiniz bir metafizik konusunda nasıl uzman olacaksınız? Diploma için 4 sene pek çok hocadan ders alıyorsun da Allah'a ulaşmayı beleş mi sanıyorsun? Tek başına nasıl olacak bu? Metafizik boyut üstelik bir muamma! Fiziki dünyayla karıştırmayın. Ama tek başıma hallederim diyorsanız Allah işinizi gücünüzü rast getirsin.
Misafir Kullanıcı (@Misafir_110008)
12 Haziran 2024 Çarşamba 15:22
Tüm mesele Allah'ın verdiği aklı başkasının cebine koymadan kullanmaktır.
Misafir Kullanıcı (@Misafir_109967)
10 Haziran 2024 Pazartesi 17:36
Günümüzde gerçek anlamda üretilen bilimin yüzde doksanını ABD, Çin ve Avrupa üretiyor. Diğerleri ise onların ürettiğini tekrar ediyor ya da çoğaltıyor. Dünyanın geri kalanı çalışmıyor ya da tembel değil ama bu devlerle rekabet edemiyor. Burada en önemli problem ilimde uzmanlaşma ve yenilikçilikte zaafiyettir. Herşeyi biliyoruz ama spesifik bir şeyi çok aşırı derecede iyi bilmiyoruz. Nüans noktası burada. Gadamer yorum bilime 70 yılını vermiş. Tek kavram 70 sene! Bizim Tefsirciler bile metodolojisine kulak vermek zorunda kalıyor!
Misafir Kullanıcı (@Misafir_109961)
10 Haziran 2024 Pazartesi 11:49
Çok fazla eskiye gitmeye gerek yok, Türkiye'deki bir çok üniversite rektörüne bakılırsa bu modern çağda bile ülkemizin pozitif ilimlere yeteri kadar önem vermediği anlaşılır.
Misafir Kullanıcı (@Misafir_109955)
10 Haziran 2024 Pazartesi 00:32
Dünyaya ve özellikle Ortadoğu coğrafyasına baktığımızda Her tarafta, laboratuvar, kütüphane, üniversiteler, hayat boyu eğitim kursları, bilimsel projeler, yüksek lisans doktora yapanlar, kurstan kursa sınavdan sınava koşan çocuklar. Bin yıl önce biri görse bu durumu bilimsel altın çağ esas buymuş derdi. Fakat günün sonunda en iyi ve en fazla bilimi yine Batı ve Çin üretiyor. Bunca kaynak, emek ve zaman heba mı oldu oluyor yani? Batıyı da zamanın şartlarını da iyi anlayamadık. Adamlar hep çıtayı en yukarıya çıkarıyor. Geri kaldın mı hapı yutuyors
Misafir Kullanıcı (@Misafir_109954)
10 Haziran 2024 Pazartesi 00:17
1979 Nobel ödülünü Müslüman ortağı Abdu Salam ile birlikte alan fizikçi Steven Weinberg 'Batı'da verimli bir şekilde çalışan Müslüman kökenli yetenekli bilim adamları olmasına rağmen, kırk senedir Müslüman bir ülkede çalışan bir fizikçi veya astronomun okumaya değer tek bir makalesine bile rastlamadım' demiştir. Bin sene önce çölde çiçek gibi açan alanının en iyileri olan İbni Heysem, İbni Sina, Biruni, Razi, Cezeri vs lerden bugüne geldik. Şimdi toprak, iklim, güneş, hava herşey ilim bilim için müsait ama şampiyonlar hep Batıdan çıkıyor. İ
Misafir Kullanıcı (@Misafir_109953)
10 Haziran 2024 Pazartesi 00:03
Meşhur tarihçi Bernard Lewis şunu özellikle vurgular: 'Yüzyıllar boyunca İslam dünyası, insan uygarlığının ve başarılarının ön saflarında yer aldı.' Ama Batılı bir yorumcu bugün Müslüman dünyasında bilimi çöle benzetir maalesef. Lewis'in bahsettiği dönemler üzerinden epey zaman geçti. Nerdeyse bin yıllık bir ihmalin olduğu anlaşılıyor.
Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir
©Copyright 2017
Haberler, Fotoğraf Galerisi, Video Galerisi, Köşe Yazıları ve daha fazlası için arama yapın