BİR NEDEN DE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI MI (!)Ortadoğu'yu ve özellikle İslam ülkelerini bir savaş, işgal ve terör alanına çeviren batı (ABD, kıta ve ada Avrupası ve İsrail); ekonomik ve siyasi saikler yanında bir de medeniyetler çatışmasını mı sürdürmektedir diye düşünmeden edemiyoruz. İnsani olarak isteğimiz, dünyada bir medeniyetler çatışmasından çok, bir medeniyetler ittifakını ve kültürler arasında diyaloğu sağlayacak zeminlerin oluşturulmasıdır. Belki böylece çatışma, ötekileştirme, işgal ve emperyal uygulamalar son bulacak ve dünya barışına, insani uygarlığın gelişimine katkı sağlamak mümkün olabilecektir. Ama ne acıdır ki batı, kendi dışındaki toplumların sömürülmesini, işgallerle kontrol altına alınması, toplumsal ve kültürel dönüşüme yöneltilerek adam edilmesi yaklaşımı ve stratejilerini; yine kendi bünyesinde yetişen politikacı, düşünür-aydın ve bilim adamlarının fikir ve argümanlarına geliştirip uygulamıştır. Batının ötekileştirici, müdaheleci, işgalci, emperyal ve sömürgeci bu anlayışı, dünyada yaşanan çatışma ve huzursuzluğun da temel nedenlerini oluşturduğu artık sır olmaktan çıkmıştır. Batıyı sömürü, karmaşa, savaş ve işgallere götüren nedenlerin başında siyasi ve ekonomik kaygılar olduğu bilinmektedir. Ancak bir diğer önemli etmenin kültürel ve medeniyetler farkı ve çatışmasının olduğu da gözardı edilmemelidir. Özellikle Ç. Darwin, A.Comte, Spencer, Fukuyama, Huntington ve benzeri düşünür ve bilim adamlarının düşünceleri, batının dünya üzerindeki müdahale, işgal ve sömürgeleştirme politikaların meşrulaştırmasında arka plan referanslarını oluşturduğu görülmüştür. Ben bu yazımda önemli gördüklerimi dile getirmekle yetineceğim. Medeniyetler çatışmasında S.Huntington'un fikirlerinin temel itici bir faktör olduğu görülmektedir. Bilindiği gibi “Medeniyetler Çatışması” teziyle insanlığın başına türlü belalar açacak yeni bir tanımlamalar yapmıştır. Fukayama'nın aksine tarihin sonunun gelmediğini, suların durulmadığını, medeniyetler çatışmasının başladığını ve bitmeyeceğini ilan etmiştir. Huntington, uluslararası ilişkiler modelini farklı uygarlıkların çatışma temeline dayandırır. Tarihi bir medeniyetler tarihi olarak alır. Büyük medeniyetleri Batı, Konfuçyüs, Japon, İslam, Hint, Slav, Ortadoks, Latin Amerika, Afrika medeniyetleri olarak sıralar. Tarihte kırallar, uluslar ve ideolojiler arasında meydana gelen çatışmalar, uluslararası politikaların odak noktasını oluştururken, bu mücadelenin ardından şimdi sıra medeniyetler arasındaki mücadeleye gelmiştir. Batı ile Kominist Doğunun siyasi çatışma olarak nitelenen soğuk savaştan sonraki dönemde, sorunların ve çatışmaların temel kaynağı ideolojik ve siyasi görüşler değil, din ve kültürdeki farklılıklar oluşturacaktır tezini ortaya atmıştır. Medeniyetler çatışması tezine göre, soğuk savaş sonrası dünya çatışması en muhtemel olan iki medeniyet; askeri ve ekonomik anlamda diğerlerinden daha üstün olduğu kabul edilen Batı medeniyeti ile onun askeri üstünlüğüne meydan okumak için, işbirliği yapması ihtimal dahilinde olan Konfüçyüs ve İslam medeniyetiyledir diyebilmiştir. Huntington, “gücünün doruğundaki batı, dünyayı haklı olmayan şekillere göre yeniden şekillendirmek için giderek daha çok arzuya, isteğe ve kaynaklara sahip olan batılı olmayanlarla karşı karşıya geliyor” diyerek, çatışmanın gereğini yapmaya batıyı adeta davet etmiştir. Batı dünyasının izleyeceği politikalar için taşlar iyice yerine oturmuştur artık, geleceğin çatışması batı ve dünyanın geri kalan kısmı iledir… S.Huntington'un öğrencisi Fukuyama, “Tarihin Sonu” teziyle (özel ısmarlama bir kitaptır.) insanlık tarihinde bugüne değin yaşanan çatışmanın son bulduğunu, batı medeniyetinin (demokrasi, özgürlük, vb) bu savaştan üstün çıktığını, uygarlıklar düzeyinde tez-antitez ikileminin batı medeniyeti lehine sonuç verdiğini, tarihin sonuna gelindiğini, artık değişimin son bulduğunu, batı medeniyetinin daha da mükemmel olma yolunda ilerleyeceğini, diğer medeniyetlerin batı medeniyetini taklit ederek gerçek ideal bir medeniyete kavuşması gerektiğini söyleyerek Spencer ve benzerlerinin düşüncelerinin ileri aşamasını tamamlayacak nitelikte saçmalıklarla, batının şımarık, ötekini hakir görme ve yönetme arzusunu kamçılamıştır adeta. Bu konuda Darwin ve Sosyolog Spencer'ı da dikkate almak gerekir. Darwinizm, dünya emperyalizmi tarafından bir silah gibi kullanılmıştır. Darwinizm, insanların ve canlıların gelişimini yaşam mücadelesi kavramına dayandırır. Ona göre doğada acımasız bir yaşam mücadelesi, daimi bir çatışma vardır. Darwin bu çatışmanın insan ırkları arasında da geçerli olduğunu ileri sürmüş ve çatışmanın geri kalmış ırkları eleyerek, medeniyetlerin gelişmesine katkıda bulunacağını iddia etmiştir. Batılı bir çok siyasi ve düşünür evrimin bu kuramından ilham alarak, diğer milletleri medenileştirme çabalarına girişmiş; ayrıca bir çok soykırım ve savaşa da gerekçe yapıldığı uygulama ve itiraflardan anlaşılmaktadır. C.Darwin'in Hayatı ve Mektupları adlı kitapta, “doğal seleksiyona dayalı kavganın medeniyetlerin ilerleyişine hizmet edecektir. Düşünün ki çok değil birkaç yüz yıl önce Avrupa Türkler tarafından işgal edildiğinde Avrupa Milletleri ne kadar risk altındaydı, ama bugün bize gülünç geliyor. Avrupa ırkları olarak bilinen daha medeni ırklar, yaşam mücadelesinde Türkleri tam bir yenilgiye uğratılmışlardır. Dünyanın yakın bir geleceğinde çok sayıda daha asgari ırkların çoğunun medenileşmiş daha yüksek ırklar tarafından elimine edileceğini görüyorum” diyerek, batılılar tarafından yapılan ve yapılacak vahşetlerde referans olarak kullanılacak yaklaşımlar ileri sürmüştür. Elbette modern evrim biyolojisinin canlıların türleşmesi ve çoğalmasındaki süreçlerle ilgili bazı önemli tespitleri olmuştur. Allah evrimsel süreçlerde mi yoksa bir anda mı yarattı? sorusu esasında İslami inanç bakımından bir sorun da değildir, bu bilimin konusudur ve Hz. Allah şu veya bu biçimde bir süreç içerisinde yaratabilir, tüm zerreleri ve süreçleri planlayıp yöneten bir Allah'a inandıktan sonra gerisi önemli değil. Ben burada evrim teorisinin doğruluğu veya yanlışlığı üzerinde durmaktan çok, evrimle kuramıyla inanç, kültür, sosyal yaşam arasında kurulan yanlış bir ilişkiye, kullanılmasına dikkat çekmek istemekteyim. (Bu konuda ayrı bir yazı yazmayı da planlıyorum.) Sosyal bilimci İngiliz H.Spencer, toplumsal olaylara bakışında Darwin'den etkilenerek “sosyal evrim” düşüncesini geliştirmiştir. Toplumu biyolojik organizmalara benzeterek, aile, merasim, din, siyasetin vb. tüm kurumların evrim geçirerek sürekli değiştiği ve değişeceğini ileri sürmüştür. Özellikle biyolojik alemde cereyan ettiği sanılan evrim teorisini esas alarak insanların sosyal tarihini de aynı bağlamda açıklamaya çalışmıştır. Spencer, evrim teorisinden hareketle, insanlık tarihinin de evrim geçirdiğini, az gelişmiş ve yetersiz olan uygarlıkların güçlü ve zengin sosyal yapı karşısında sosyal seleksiyona (ayıklanma) uğradığını, mücadele sonucunda da yok olduklarını veya silik konumda, köle olarak kaldıklarını vurgulayarak evrim teorisindeki temel kavramları (mücadele, çatışma, ayıklama-doğal seçilim, mutasyon ve değişim) toplumsal tarihi açıklamaya çalışmıştır. Özetle, ilkel toplumlardan medeni toplumlara doğru bir sosyal evrim yaşandığı (İlk yaşayan insanların ilkel olduğu düşüncesi tartışmalıdır. Hz.Süleyman'ın kurduğu medeniyet ve zenginliği, Mısır Piramitlerinin nasıl inşa edildiği hala anlaşılamamıştır. İnka ve Astek gibi bazı medeniyetlerin binlerce yıl önce var olduğu biliniyor, Urfa'da bulunan 12 bin yıllık Göbekli Tepe'nin gizemi tarihe bakış açısını bile değiştirmiştir.); bunun sonucunda güçlü olan batı medeniyetinin diğer bütün medeniyetlere üstün geldiği ve batı sosyal düzeninin en gelişmiş uygarlık olduğu, diğer medeniyet sahiplerinin kendi medeniyetlerini, inançlarını bırakıp üstün olan batı medeniyetini taklit etmeleri gerektiği, gerekirse zorla bunun yapılabileceği gibi düşünceler, sömürgeci ve müdahaleci anlayışlara meşru kapılar aralamıştır. İslam dünyası ve Asya toplumlarında yetişen bir çok politikacı ve düşünür de batı kaynaklı düşüncelerin etkisiyle batılı sömürgecilerle işbirliği yaparak; kendi toplumlarını, çağdaş toplum düzeyine çıkarma, yani medenileştirip adam etme adına, kendi ülkelerinde baskıcı ve cebri modernleşme ameliyesine girişmiştir. Ne acıdır ki böylece birçok doğulu önder, kendi tarihsel zenginlikleri ve İrfani miraslarının tahrip edilmesinde dramatik roller üstlenmişlerdir. Son yüzyılda İslam ülkelerinin yaşadığı siyasal ve toplumsal sorun ve değişimlere bakıldığında rahatlıkla herkesin görebileceği bir tablo karşımızda duruyor. Hoşgörü kendimiz gibi olmayanları kendimize benzetmek değil; kendimiz gibi olmayanlarla birlikte yaşamayı kabul edip uygulayabilmektir. Batı böyle mi yaptı? İçimizdeki Batı böyle mi? Ünlü İngiliz tarihçi Tonby'nin Lordlar kamarasındaki konuşması, sömürgeci anlayışın sömürge ülkelerinde işbirlikçi bulma yöntemini çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Tonby, Lordlar Kamarasında, sömürge devletleri özellikle Hindistan'ı yönetmekte zorlanan İngiliz meclisine: “beyler Hindistan'ın İngiliz bir Vali ile İngiliz gibi düşünen bir Hintli Vali tarafından yönetilmesi arasında hiçbir fark yoktur” şeklinde seslenerek batının diğer toplumları adam edip yönetmenin sinsi bir yolunu açık yüreklilikle ortaya koymuştur. Bugün batı(kıta ve ada Avrupası, ABD), akıl ve bilimi esas alarak insan hakları, özgürlük ve demokraside elde ettiği değerleri ve kazanımları, öncelikle kendi iç bünyesinde hayata geçirmiş, ancak kendi ülkeleri ve ırkdaşlarının dışındaki diğer toplumlar ve milletler için hiç de uygun görmemiştir. Ayrıca geliştirdiği bu değerlerin diğer milletlerce yaşatılması adına yeterli bir çaba da göstermemiştir. Bu yetmezmiş gibi, bu değerlerine aykırı olarak çıkar ve emperyal hedefler uğruna İslam dünyası ve diğer az gelişmiş ülkelere dönük her türlü oyun kurmuş veya uygulanan oyunların ve karmaşaların içinde yer almıştır. Ancak, batılı düşünürlerin hepsini aynı kefeye koymak doğru değildir. Batıda İsevi nefesten ve kadim kültürden beslenen samimi aydın bir kitlenin varlığı bilinmektedir. Örneğin, Fransız düşünür Malraux, hiçbir uygarlığın diğer bir uygarlıktan üstün olmadığını, uygarlıkların insanoğlunun zengin bir ürünü olduğunu, uygarlıkların bu zenginliklerine sahip çıkılması ve korunması gerektiğini, uygarlıkların çatışma yerine, birbirlerini anlamaya ve zengin değerlerini paylaşmaya ihtiyaçları olduğunu vurgulayarak, batılı düşünür ve politikacılara seslenerek uyarılarda bulunmuştur. Aslında batıda Hz.Peygamberimize hayran olan ve çok güzel insani değerlere sahip aydın ve bilim adamları olduğu bir bir gerçek. (Bismark, Carley, Dostoyevski, Nikola Tesla,vb) Ne acıdır ki batı, Dekartları, Sponaza'ları, Eflatun'u, İbn-i Rüştü, Heidegger'leri, A.Camus, Malrauxlar gibi düşünürleri ve İsa'yı dinlememiştir. A.Comte ile başlayan bir kopuş var sanki batıda, artık batıda Russel, Sartres, Baudrilla, Feyarabant'lar yetişmiyor. YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 06 Kasım 2024 İlahiyatçıları/din adamlarını dinlerken ölçüleriniz olmalı07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?11 Ağustos 2024 Düşünme Örgümüz ve Ülfet Tuzağı: ATEİZM VE AGNOSTİSİZM
|