KİM KİMDİR FİRMA REHBERİ Hemen Üye Ol Üye Girşi
Uye Girişi
Giriş
Beni Hatırla
Yeni Üye Kayıt
Haber sitemizin aktivitelerinden yararlanmak için üyelik başvuru yapın.
Hemen Üye Olun
Uye Hizmetleri
 
13 Ekim 2025 Pazartesi
°C
Bünyamin Bayram
binbay12@hotmail.com

Faniyim, fani olanı istemem; Neyleyeyim?..

09 EKİM 2025 PERŞEMBE 05:03
8
604
1
AA aa

Ayrılığın Hüznü, Ölümün Gerçeği ve İmanın Sonsuz Tesellisi

Ayrılığın acısı, faniliğin hüznü ve ölümün korkusu insanın yakasını hiçbir zaman bırakmadı. İnsanoğlu, hayatın bütün güzelliklerini acılaştıran bu gerçeği bir anlam dünyası kurarak aşmaya çalıştı. Çünkü insanın duyguları ebediyete uzanır.

İnsan bir çiçeği arzuladığı gibi baharı da arzular; baharı arzuladığı gibi cennet gibi ebedî bir âlemi ister. O ebedî âlemde sevdikleriyle birlikte yaşama özlemi duyar. Fakat nafile... Hayat durmaksızın akıp gider. Gençlik, makam, mevki, refah, zenginlik birer birer elimizden çıkar. Sevdiklerimiz bizden ayrılır, nihayetinde biz de bu en kıymetli varlığımız olan hayatı terk ederiz.

Niyazi Mısrî'nin Aynasında Fanilik

Bu gerçeği büyük mutasavvıf Niyazi Mısrî şu mısralarla ne güzel dile getirir:

“Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere,

Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber.”

Yani, ömür binamın her gün bir taşı düşüyor; hayat yavaş yavaş bitiyor. Fakat can, bu yıkılıştan habersiz, gaflet içinde yaşamaya devam ediyor.

Mısrî, devamında şöyle der:

“Dil bekàsı, Hak fenâsı istedi mülk-ü tenim,

Bir devâsız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber.”

Kalbim beka isterken, ilahî hikmet bedenimin çöküşünü gerektiriyor. Hekîm Lokman'ın bile çare bulamadığı dermansız bir derde düştüm.

İnsanoğlu, ölümün ve ayrılığın hüznünü her çağda en derinden hissetmiştir. Bu hüznü aşmak için elinde yalnızca imana sarılmak kalmıştır. Ne modern ideolojiler, ne teknoloji, ne de materyalist felsefe bu derin yaraya merhem olabilmiştir.

İmanın Nuruyla Ölümü Anlamak

İşte tam bu noktada, Allah'a ve ahirete iman insanın imdadına yetişir. Mümin gönle iman şöyle seslenir:

“Mevt idam değil; tebdîl-i mekândır. Kabir ise zulmetli bir kuyu ağzı değil, nurlu âlemlerin kapısıdır. Dünya ise, bütün şaşaasına rağmen, ahirete nispetle bir zindandır.”
(Risale-i Nur)

Yani ölüm hiçlik değil, ebedî bir aleme geçişin kapısıdır. Bu dünya zindanından cennet bahçelerine, sevdiklerimizin huzur bulduğu rahmet yurduna gitmektir. Böyle bir yolculuk, zamanı geldiğinde korkuyla değil, sevinçle karşılanmalıdır.

Allah'a iman, yalnızca ölümün acısına merhem olmakla kalmaz; yaşadığımız hayatı da anlamlı kılar.

İman Hayata Güzellik ve Anlam Katar

Allah'a iman eden insan için, âlemler O'nun “Esmâü'l-Hüsnâ”sının tecelli ettiği bir sanat eserine dönüşür. Hayat, rahmet ve keremin aktığı bir bayram gününe, bir nimet sofrasına benzer. Görünüp kaybolan her varlık, bir bayram merasimi gibi gelir geçer. Bu gelip gidişlerin sürekliliği, ebedî olan bir Sahib'in varlığını gösterir.

Her şey fani olsa da insan, “Bâkî olan Rabbim var!” diyerek hüznünden kurtulur.

Kur'an-ı Kerim, bu hakikati şöyle dile getirir:

“Yerin üstünde olan herkes fânidir. Ancak senin azamet ve kerem sahibi Rabbinin zatı baki kalır.” (Rahman, 55/26-27)

"O, evvel ve âhir, zahir ve bâtındır. O her şeyi bilir." (Hadid, 57/3)

"Allah'ım! Sen evvelsin, senden önce olan yoktur; sen âhirsin, senden sonra da hiçbir şey yoktur. Sen zahirsin, senden daha açık ve üstün olan yoktur; sen bâtınsın, senden daha gizli ve senden öte hiçbir şey yoktur..." (Müslim, Zikr 61; Tirmizî, Da'avât 19)

 “Ve biz, yeryüzündeki her şeyi elbette kupkuru bir toprak hâline getireceğiz.” (Kehf, 18/8)

İnsana yüklenen görev

“Şüphesiz biz, insanların amel bakımından hangisinin daha güzel olduğunu deneyip ortaya çıkaralım diye yeryüzünde bulunan her şeyi bir ziynet yaptık.” (Kehf, 18/7)

Modern insanın anlamdan yoksun, bunalımlı hayatına ancak bu hakikatler cevap verebilir.

İmandan Kaçmak: Karanlığa Sığınmak

İnançsızlığın karanlığına dalmış insanlara hayret ediyorum:

Hayatınızı zehir etmek için mi imandan kaçıyorsunuz?

İnsanı ebediyete çağıran Kur'an'a ve Peygamber'e karşı bu gaflet nasıl açıklanabilir?

Acaba Peygamber ve Kur'an, “Doğru mu söylüyor? Ne söylüyor?” araştırıp öğreneyim çabasına girmezsen, kendi elinle kendini yokluk derelerine atmış olmaz mısın?

Düşünün; çocuğunuz ölüm döşeğinde iken bir doktor gelse, bir ilaç verse ve çocuğunuz kurtulsa, o doktora ne kadar minnettar olursunuz! Aynı şekilde, Peygamberimiz de bütün insanlığa sesleniyor:

“Ey insanlar! Allah bu âlemi kendini tanıtmak için yaratmıştır. Siz de O'nu tanıyın. Kendini sevdirmek için bu güzellikleri sergilemiştir; siz de O'nu sevin. Nimetlerine nankörlük etmeyin, şükredin. Allah size iyiyi de kötüyü de göstermiştir; siz iyiyi tercih edin. Nefsini kötülükten arındıran kurtulur. Ebediyet sizi bekliyor; sevinin, hüzünlenmeyin!”

Izdıraplı, ayrılık acısından ve ölümlü bu alemden kurtulmanın yolunu gösteren ve müjdesini veren bu zata karşı minnet duyup, ona kucak açıp koşmamız ve kendisine minnettarlığımızı arz etmemiz gerekirken, böyle yapmayıp ona sırt çevirenlere ne demeli…

Gerçek Bilgi, Gerçek Bilinç

İnsanoğlu, hakikî imanla bu fani hayatını ebediyete dönüştürebilir. Bilgi, bilim ve felsefenin, inançsızlığa düşüren bakış açısına bedel; Allah'ı bulduran, imana ulaştıran hakikatlerine sarılarak gerçeğe ulaşabilirsin. Bilgi, bilim ve felsefe; Allah'ı bulmaya ve imana ulaştırmaya vesile oldukça değerlidir.

Kur'an'ın ilk emri “Oku!” der; ama hemen ardından “Rabbinin adıyla oku!” diye ekler. Çünkü anlamdan yoksun, Allah'a götürmeyen okumalar, insanı karanlığa ve boşluğa iter…

Mevlânâ Câmî'den Vahdete Çağrı

Bu nedenle Mevlânâ Câmî, kesretten vahdete, yokluktan varlığa, fanilikten ebediyete yönelmek için şöyle der:

“Biri iste, biri çağır, biri talep et, biri gör, biri bil, biri söyle.”

Yani:

Biri iste; başkaları istemeye değmez, çünkü onlar da fanidir.

Biri çağır; başkaları imdada gelemez, çünkü onlar da acizdir.

Biri talep et; başkaları layık değildir, çünkü onlar da geçicidir.

Biri gör; başkaları bir var bir yoktur.

Biri bil; sena O'nu tanıtmayan bilgilerin bilginin faydası yoktur.

Biri söyle; Ona ait olmayan, Ondan haber vermeyen, hikmet ve irfandan yoksun bilgiler malayani bilgi sayılır.

Gerçek bilgi, insanı “Bir” olana, yani Allah'a götürmelidir. Felsefe, insanı bataklığa değil, irfana ulaştırmalıdır.

Bütün bir âlem, ayrı ayrı nağmelerle Allah'ın Vahdetine (birliğine) şahitlik eder.

Batanlar Rab Olamaz, Alakaya değmez…

Hz. İbrahim de Rabbini bulmak için yer yüzünü ve gökyüzünü gözlemlerken yazın ve kışın dönüşümünü, hayatı ve ölümü, yıldızların ve güneşin doğuşunu ve batışını değerlendirerek: “Batanlar Rab olamaz.” Benim Rabbim Güneşi, ayı, gece ve gündüzü, hayatı var eden ve sonra da yok edendir değerlendirmesiyle gerçek Tevhide ulaşmıştır.

Batan her şey kalbimde yara açar. Çünkü ben fanîyim; fanî olanı istemem.

Ben bâkî olanı isterim. Ancak O, ayrılıklarımı dindirir, yaralarıma merhem olur.

Fanîyi bırakıp Bâkî'ye sarılan insan, artık ölümden değil, hiçlikten korkar.

Hakiki vahdete ulaşma dileğiyle.

Sevgi ve saygılarımla.

 

 

YORUM YAZIN
Profiliniz ziyaretci statüsünde görünüyor. Yorumlarınız aşağıdaki isimle yayınlanacaktır
Değiştir
Dilerseniz web sitemize üye olarak daha özgün bir profil oluşturabilir ve yorumlarınızı hesabınızdan takip edebilirsiniz
Kodu Girin
Yapacağınız yorumların şiddet ve hakaret içermemesine lütfen dikkat edin. Aksi taktirde yorumlarınız onaylanmayacaktır. Gönder
Misafir Kullanıcı (@Misafir_116361)
09 Ekim 2025 Perşembe 09:30
Tebrik ederim Hocam; ancak keşke Efendimiz Hz.Muhammed (sa) den ve onun güzide eshabı kiramdan bier örnek verseydiniz daha etkili olurdu kanaatindeyim. saygılarımla;
Ubeyde b.Haris. (ra) şöyle diyor. 'Ne mutlu o kişiye ki hayatının sonucunda; Bulur Şanlı Nebiyi kendisinin baş ucunda...'
Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir
©Copyright 2017
Haberler, Fotoğraf Galerisi, Video Galerisi, Köşe Yazıları ve daha fazlası için arama yapın