İslam'ın Çocuğu Olmak: Uyuyan Dev Uyanırsa…Bu satırları, Gazze kan ağlarken kaleme alıyorum. Çünkü Filistin'de akan kanı durdurmak, İsrail'in zulmüne ve ABD'nin desteğine “yeter artık” diyebilmek, sadece Filistinlilerin ya da Arapların değil; bütün Müslümanların ve insanlığın ortak davasıdır. Evet, biz Türk, Kürt, Zaza, Fars, Arap veya başka bir milletten olabiliriz. Ancak bu farklılıklarımız, bizi İslam kardeşliğinden ve imanın merhametinden koparmamalıdır. Bizler “İslam'ın çocuklarıyız.” Ve İslam'ın çocuğu olmak, mazlumun imdadına koşmayı, zulme karşı dimdik durmayı, kardeşine sahip çıkmayı gerektirir. Ne yazık ki, emperyalist güçler İslam toplumlarını ulus devletler, yönetimler ve krallıklar üzerinden parçaladı. Böylece bizleri güçsüz ve sömürüye açık hale getirdiler. Oysa bugün dünyada 57 İslam ülkesi ve 22 Arap devleti var. Düşünün ki, bu ülkeler birlik olsalar İsrail'i bir tükürükle boğacak kudrete sahiptirler. Ama gelin görün ki, çoğu zaman bu ülkelerin yöneticileri ve halklarının bir kısmı Filistin için “Arap sorunu” diyebiliyor. İktidarlarını koruma, çıkarlarını kollama uğruna zulme sessiz kalabiliyorlar. Oysa unutmayın: Yarın aynı ateş bizim de kapımızı çalabilir. Ünlü tarihçi Toynbee, yıllar önce şu sözüyle gerçeği işaret etmişti: “İslam ümmet bilinci uyuyan bir devdir, sakın onu uyandırmayın!” Şimdi anlıyor musunuz, neden bölük pörçük haldeyiz? Milliyet mi, İslam mı? İslam, geldiği toplumda büyük bir dönüşüm yaptı. İnsanları asabiyetin, ırkçılığın zincirlerinden kurtardı. Ancak peygamberimizin vefatından sonra cahiliye döneminden kalma milliyetçilik/asabiyet anlayışı yeniden hortladı. Elbette ki, bir millete ait olmak Allah'ın takdiridir. Hepimiz farklı kabilelerden, dillerden ve renklerden yaratıldık. Bu farklılık bir eksiklik değil, Allah'ın kudretinin bir delilidir. Ama unutmayalım: Aidiyetimiz, inancımızın ve insani değerlerimizin önüne geçerse işte o zaman tehlike başlar. Milliyet, İslam'a bir kale olmalı; düşmana karşı bir zırh gibi korumalıdır. Ama İslam'ı zayıflatmak için değil, güçlendirmek için kullanılmalıdır. Çünkü Allah Kur'an'da buyuruyor: “Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve sizi milletler ve kabileler hâline koyduk ki birbirinizi tanıyasınız. Allah katında en değerliniz, O'na karşı en çok takvâ sahibi olanınızdır.” (Hucurât, 49/13) Üstünlüğün ölçüsü ırk ya da soy değil, takvadır. Peygamber Efendimiz (sav) de Veda Hutbesi'nde: “Arap'ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap'a; beyazın siyaha, siyahın beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâ iledir.” buyurmuştur. Asabiyet: Cahiliyenin Kara Yarası Cahiliye döneminde kabile üstünlüğü, soyla övünme, başkalarını küçümseme bir gelenekti. İslam bu anlayışı kökten kaldırdı. Rasûlullah (sav) şöyle uyardı: “Her kim asabiyet davasına kalkışırsa, bizimle alakası yoktur. Kim asabiyet uğruna savaşırsa, bizimle alakası yoktur. Kim asabiyet üzere ölürse, cahiliye ölümü üzere ölmüş olur.” (Müslim, İmâre, 57) “İslâm, asabiyeti ortadan kaldırmıştır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/411) Bilâl-i Habeşî Olayı: Ebû Zerr (r.a.), bir öfke anında Bilâl-i Habeşî'ye “Ey siyah kadının oğlu!” dedi. Bu söz, Resûlullah'ın (sav) kulağına ulaştı. Efendimiz ona şöyle çıkıştı: “Ey Ebû Zerr! Sen hâlâ cahiliye âdetleriyle mi yaşıyorsun?” Ebû Zerr pişmanlıkla Bilâl'in önüne yattı: “Yâ Bilâl, ayağını başıma bas ki, bu kibir benden çıksın!” dedi. Bilâl ise onu affetti. Selman-ı Farisi Olayı: Bir gün sahabilerden bir grup, Mescid-i Nebevî'de halka halinde oturuyordu. Sohbet esnasında biri: “Herkes nesebini (soyunu) söylesin.” dedi. Herkes kendi kabilesini, soyunu, atasını övünerek anlattı. “Ene min Evs, Ene Min Temim, Ene min Kureyş, eşref-ul Kureyş (ben Kureyş'im insanların en hayırlısı) …. İbni fülan, İbni fülan….. (fülanın fülanın oğluyum) devam ettiler. Sıra Selmân-ı Fârisî'ye (r.a.) geldi: Selman (r.a.), İranlı olduğu için Arap kabileleri arasında bir soya dayalı övünç getirecek bir kökü yoktu. O büyük bir tevazu ile şöyle dedi: “Ben Selman, İslam'ın oğluyum.” (Ene Selman İbn-ül İslam) O sırada Hz. Ömer (r.a.) mescide girdi ve Selman'ın sözünü duydu. Çok duygulandı ve şöyle dedi: “Ben de Ömer, İslam'ın oğluyum!” İşte İslam, bireyleri soya değil; iman bağına dayalı bir kardeşlik ile yüceltti. İşte bunlar soy ile değil İslam ile yüceldiler. İslam'dan önce dağınık ve zayıf olan ve güçlü devletlerce muhatap alınmayan Arapları, İmanla şereflendiler. Büyük bir İslam devleti kurdular, bir hamlede Kayserleri ve Kisraları yere serdiler. Tüm Arap yarımadasını, yeryüzünün yarısı ve İnsanlığın beşte birini İslam'a kattılar. Ey İslam'ın çocukları! Uyuyan devi uyandırmanın vakti gelmedi mi? Ait olduğumuz milliyetimiz Allah'ın bir takdiridir, güzel adet ve kültürüyle bir zenginliktir. Bizim için bir tanımlama aracıdır. Milliyetlerimiz bizim için birer kimliktir. Ama asıl kimliğimiz, İslam kimliği olmalıdır. Bu kimliği İslam ile renklendirip yüceltmek ve Müslüman kimliğiyle var olabilmektir önemli olan. İsrail, ABD ve zalim destekçilerinin yaptıkları ortada. Bu nedenle de olsa İslam ülkelerinin ve dünyanın İslam Kardeşliğine ve İmanın Merhametine her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. Unutmayalım: Bütün mesele, gerçekten İslam'ın çocuğu olabilmektir. Eğer biz bu şuurla hareket edersek, imanımız yüreklerimizden devletlerimizin yönetimine kadar yansıyacaktır. Allah'ım! Gazze'de, Doğu Türkistan'da ve dünyanın neresinde zulüm varsa, mazlumlara yardım edecek eller, zalime karşı duracak yürekler ve birlik olacak ümmet bilinci yarat. Selam ve dua ile…
YORUM YAZIN ![]()
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 18 Temmuz 2025 İnsanlar Neden İnanmaz?17 Haziran 2025 Zulmün Cüretkârlığı: İsrail, Gazze, İran ve Sessiz Dünyanın Vebali08 Mayıs 2025 Allah'ı neden göremeyiz? Görmediğimiz bir varlığa nasıl inanırız?14 Nisan 2025 Bilimin kutsaldan kopuşu ve bilimsel yanılgı…
|