Fidan güngör ekolü ve dar-ul harpİslami harekette iki meşhur ekol vardır. Biri İhvan, diğeri de Humeyni akımlarıdır. Öncüleri, Seyyid Kutup ve Humeyni'dir… Her iki ekolün hedefi de; devletin İslami usul ve esaslara göre yönetilmesi, yani İslam Şeriatının toplumda hayat bulmasıdır… Seyyid Kutub ekolünde “Cahileyye Toplumu” kavramı olup, toplumun talebi ikinci planda tutulurken, Humeyni ekolünde ise rejim, “toplumun talebine” bağlıdır. Bu nedenle Humeyni, devrimle beraber, yeni uygulanacak rejimi referanduma sunar. Netice ‘evet' olur. İran İslam Devriminin başarılı olduğu yıllar, Türkiye'de de, bazı İslami aydınların arayış içinde olduğu yıllardır. Bunlardan biri de Kürt aydın Fidan Güngör'dür. Fidan Güngör, düşüncede Seyyid Kutup, pratikte İmam Humeyni ekolünü benimser… Fidan Güngör, halka baskı yapmamış, kimseyi dışlamamış, kâfir ilan etmemiş, şiddetten kaçınmıştır. Güngör'e göre, toplum eğitilmeden, dini öğretilmeden, halk desteği alınmadan harekete geçilemez, rejime isyan edilemez… Fidan Güngör, Ankara'da üniversite eğitimini tamamladıktan sonra Diyarbakır'da Menzil adında bir kitapevi açar. İslami hareketin nasıl olması gerektiği, Müslümanların davranışları, toplumda dini yaşam ve eğitim, özellikle de toplumun şer-i bilgi ve yaşayışa hazır hale getirilmesi konularında çalışıp, toplum tarafından baya sevilen bir şahsiyet haline gelir. Artık Diyarbakır ve bölgenin İslami bir aydınıdır. Menzil Kitapevi vesilesi ile kendisine gelip-giden gençler çoğalmış, fikir ve davranışları kabul görmüştür. Buradan ders alanlar, onun fikirlerini benimseyenler de, gerek liselerde, gerek üniversitelerde, gerekse de cami ve medreselerde tebliğ vazifesine girerler. Menzil Kitapevi ve Fidan Güngör duruşu, artık bir ekoldür. Kısa zamanda bölgede çok etkin bir harekete dönüşür… Batman ve bölgesinde de, molla ve âlimlerin teveccühünü kazanan Fidan Güngör'e, birçok cami ve medrese imamı bu hayırlı hizmette yardımcısı olur. Kısa sürede Diyarbakır, Batman, Bingöl, Mardin ve ilçelerinde güçlenen bu hareket, Adana, Mersin, Ankara ve İstanbul'da da taban bulmaya başlar… Fidan Güngör ve çevresi, şiddete başvurmadan, devletin o ceberrüt yüzü ile restleşmeden mücadelelerine devam ederler. Düşünün, o yıllar, 1978 ile 1995 yılları arası olup, Kemalist seçkinlerin, derin devletin, film içinde filmlere girdiği, girdap dolu yıllardır… Fidan Güngör hareketi, kitapevinin adı nedeni ile “Menzil'ciler” olarak milletin teveccühünü kazanır. Bu arada da, İslami hareket düşmanlarının, Kemalist muktedirlerin ve derin devletin, dümen ve tezgâhlarına konu olmak üzeredirler… Tam da bu sıralarda İslam adına bir şeyler yapma ihtiyacı duyan Hüseyin Velioğlu, İlim adında bir kitapevi açar Diyarbakır'da. Fidan Güngör'e saygılı ama, pratikte de Seyyid Kutup ekolünü benimseyen, Türkiye'yi Dar-ul Harp ilan eden bir aydındır. Dar-ul Harp ilan edilen yerde şiddet meşrudur, tekfir ettiğin insanların mallarına el koyman meşrudur, namaz kılmayanı, içki içeni cezalandırman, hatta yerine göre bazılarını öldürmen bile meşrudur. Yani Dar-ul Harp denince akla, acımasız bir şiddet sarmalı gelir... İşte bu noktada, derin ve sinsi güçlerin eline büyük bir koz geçer. Bu derin güçlerin arayıp da bulamadığı bir gelişmedir. Velioğlu'nun da farkında olmadığı, saf ve samimi müminlerin kullanıldığı, çok büyük bir fitne kaynatılacaktır... Adına İlimciler denen gurup da, İslami söylem ve samimiyetleri ile kısa sürede Diyarbakır, Batman, Bingöl ve bölgede güçlü bir pozisyona gelir. Yani Menzil gurubu nerede güçlü ise, kısa sürede İlim gurubu da o bölgede güçlenir. Hatta öyle çabuk güçlenir ki, devletin yıllardır baş edemediği, Marksist PKK ile sürtüşmelere başlar. PKK'nın doğasında da kendinden başka bir güce tahammül olmayıp, rakiplerini ortadan kaldırma içgüdüsü olduğundan, İlim gurubuna mensup olanları tehdit ederler. Bir cami imamının PKK'lılarca öldürüldüğü haberi çıkınca, İlimciler PKK'lı iki kişiyi öldürürler. Böylece İlim-PKK çatışmaları başlar... Yine bu günlerde, Molla Selim isminde bir cami imamı dövülür. Ardından yine Diyarbakır'da ilim ve irfanı ile saygı duyulan, Şehitlik Camii İmamı Molla Ubeydullah, bir sabah namazında camiden çıkarken, çivili sopalarla kafasına defalarca vurulup şehid edilir… Artık ara sokaklarda kiminin kafasına satırlarla saldırılır, kimi çivili sopalarla dövülür, içki içenler kaçırılıp darp edilir, İslam'a uygun giyinmedikleri gerekçesi ile bazı bayanlar cezalandırılır, zekât adı altında bölge halkından zorla paralar alınır, karşı çıkanların ya cesetleri bulunur, ya da evleri, dükkânları ateşe verilir. Kısa zaman sonra da Gonca Kuriş gibi bir modernist ve nurcu bir cemaatin lideri olan İzzettin Hoca dâhil, birkaç ünlü kaçırılır. İlerde de cesetlerine ulaşılacaktır... Diyarbakır, Batman, Bingöl, Mardin, çevre il ve ilçelerde her gün birileri öldürülür. Dar-ul Harp ilan edilen topraklarda öldürülen, kaçırılan, işkence edilen, zekât adı altında zorla para toplanılan, dövülenlerin hemen hepsi, abdestinde-namazında dindar insanlardır… Bu ve benzeri saldırılar ne PKK, ne de derin devletin yöntemlerine benzemiyordu. Bunun gibi onlarca saldırı ve cinayetler İlim gurubuna ihale ediliyordu. İlim gurubu, eylemleri üstlenmese de, bu olayların faili meçhul kalması, İslam karşıtı yayınları ile meşhur olan medyada İlimcilerin övülmesi, okları bu guruba çeviriyordu. Hatta zamanın bir yazarı, Velioğlu için “eli öpülesi insan” diye yazı yazar... İlim gurubuna göre bunların hepsi, derin güçlerin iftiraları ve tezgahlarıydı. Ama kimseyi inandıramazlar… Bölgede PKK sempatizanları, Menzil gurubu ve tarafsız insanlara karşı yapılan saldırılar karşısında, güvenlik güçlerinin İlimcilere karşı bir operasyonunun olmayışı, devletin bu gurubun arkasında olduğu kanısını güçlendirir. Hele bir de bazı siyasilerin “bunlar bizim Hizbullah'ımız” diye demeçleri de olunca, ‘devlet PKK'ya karşı Hizbullah'ı kurdurttu' gibi bir kanaat oluşur… Fidan Güngör, Menzil sempatizanlarına sürekli sabrı tavsiye eder. Nefislerine, öfkelerine hakim olunması gerektiği, bu işlerin yanlış olduğu, İslam'a zarar verildiği, varsa bir anlaşmazlık konuşarak halledilebileceği yönünde tutumu olur. Hatta İran'dan dahi arabulucular gelir. Her seferinde Fidan Güngör ile görüşülür ama Velioğlu'na bir türlü ulaşılamaz… Saldırılar, cinayetler ve kendi halinde mollalar öldürülüp işkenceler artınca, İlimcilerden de birkaç kişinin öldürüldüğü görülür. İlimcilerin öldürülmeleri de, ya Menzilciler, ya PKK üzerine kalır. Ve bir fitne kazanı tüm doğu-güneydoğuyu sarar. Her gün bir cinayet, her gün bir kaçırılma, her gün bir vahşet haberi... Fidan Güngör ve Menzil Ekolünün toplumda kabul görmesi için verilen mücadele ve edilen kazanımlar artık heba olmak üzeredir… Aniden, İlim ve Menzil gurubu bir kefeye konup, adına da Hizbullah Terör Örgütü denir. Köşelerinde övülen kişi ve guruplar, artık ölüm ve domuz bağı görüntüleri ile ana haberlere konu oluyordu. Tezgâh tamam, her şey hazırdı. Operasyonlar birbirini izliyordu... Velioğlu İstanbul'da ölü ele geçirilir. Bir sürü insan tutuklanır. Evlerin bahçelerinde, bodrumlarında, kendi elleri ile koymuş gibi, bir sürü cesede ulaşılır. Cesetlerin ortak noktaları ise, domuz bağı yöntemi ile bağlanmaları, ya işkence edilerek, ya canlı canlı gömülerek öldürülmeleri ve dindar insanlar olmalarıydı. Ortada ne Hizbullah kalır ne İlim gurubu. Ne Fidan Güngör kalır ne de Menzil Ekolü… Ve bir haber alırız ki; Fidan Güngör'de kaçırılmış ve öldürülmüştür. 16 sene aradan geçmesine rağmen naaşına hala ulaşılamamış, olay aydınlatılamamıştır. Onu sevenler ve taraftarları da, bir yılgınlık ve sitem ile kendi kabuğuna çekilirler… Derin devlet ve Kemalist seçkinler, zahiren oyunu kazanmıştı. Peki, böyle bir sonuçta hata nerede ve hangi yöntemdedir bir düşünelim. Evet, şahsımca hata; memleketin Dar-ul Harp ilan edilmesinde ve cahil olan topluma ilim ve irfan eğitimi verileceğine, ‘Allah için saldırın, Allah için zekât toplayın, Allah için öldürün' diye eğitim ve vaazların verilmesindedir… Evet, Dar-ul Harpı savunan guruba yakın durulmuş, bunların PKK yanında diğer tüm guruplara olan eylemlerine de göz yumulmuş ve nice bölge insanının kanı aktıktan sonra, hepsi bir kefeye konup, Hizbullah Terör Örgütü adı ile, haklı-haksız denmeden, ilgili–ilgisiz bir sürü genç, müebbet hapis cezaları ile hapishanelere tıkılmıştı… Ben o sıralarda Ankara'da imam hatip lisesinde okuyordum. 28 Şubatın yaklaştığı senelerdi. Haberlerde bu görüntüleri izlerken ağladığımı hatırlıyorum. Adında Allah olan bir oluşumun yaptığı söylenen inanılmaz öldürme, kaçırma, katliam, cinayet görüntüleri tüylerimizi ürpertiyordu. Arkadaş ve öğretmenlerin bölgemiz ve Bingöl ile ilgili sorduğu sorular karşısında, boynumuz bükük olurdu. Yıllar sonra cezaevinde tanıştığım İlim ve Menzil gurubu üyeleri ile bu olayları konuşacak samimiyetim olmuştu. Bu insanların ortak özellikleri; dindar, mülayim, saygılı olmalarıydı. Hatta bir gün oruçlu, bir gün iftar olan bu insanların, işi-gücü mahkûm insanlara Kuran öğretmek, mahkemeleri için dilekçe yazmak, bir sıkıntıları oldu mu yardımda bulunmak ve sürekli iyiliği emir, kötülükten sakındırmaktı. “Böyle iyi insanlar mı işlemiş o cinayetleri, bunlar mı yapmış o domuz bağlarını, bunlar o kadar vahşi olamaz” diye düşünür dururdum. Ve hemen hepsi de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları almışlardı. Hala onların yaptığına inanmıyorum… İlim gurubu Hizbullah ismi ile içeri alınmıştı da, Menzil gurubu için neden aynı isim ile operasyonlar yapılmıştı, bunu da anlamıyordum. Hâlbuki bu iki gurubun birbirleri ile çatıştığı bilinirdi. Koğuşları ayrı ve birbirleri ile kesinlikle görüştürülmezlerdi... Hapsanede, canımı çok acıtan bir sitem duymuştum; “kardeşim, o dönemde korkudan sokağa çıkamayanlar, (PKK'lıları kastediyor) şimdi Diyarbakır'da milyonları topluyor. Eğer bunlar böyle yapmasaydı, şimdi dünya Diyarbakır'ın Müslümanlığını konuşurdu” diye gözleri dolu dolu konuşan kardeşimiz, bunu söylerken aldığı ceza, ödediği bedelin acısı ile konuşmuyordu. İslam'ın, Müslümanlığın, Diyarbakır'ın, Bingöl'ün, Doğu ve Güneydoğunun bu yaşananlara layık olmadığını, dini ile meşhur olan bir bölgenin yapılan yanlışlar nedeni ile şimdi Marksist komünist bir örgütün elinde oyuncak olduğunu ve devletin de bunda parmağı olduğunu haykırıyordu… Haklı-haksız, yorum sizin… İnşallah Velioğlu şehiddir, inşallah hapisteki kardeşlerin hepsi mücahiddir. Ama, şiddet ile asıp kesme ile zorla para-zekât toplama ile İslami hareketlerin başarı kazandığı tek bir örneği duymadım, görmedim. Ve hep kaybedenler müminler olmuştur… Günümüzde de gerek komşu ülkelerde, gerek bölgemizde, gerek ilimizde, yine İslam adına bir şeyler yapmak isteyen bazı guruplar var. Bu gurupların 90'lı yıllara bakıp ibret almadıklarını, hatalardan dersler çıkarmadıklarını görür, üzülür, hatta bazen kahroluruz… Rejimin eski, ama pratikte yeni rejim olduğu, Müslümanların daha rahat yaşadığı, Dar-ul Harp gibi, tekfircilik gibi kavramların eskiye göre anlamını yitirdiği, ibadetlerin önünde her hangi bir engelin olmadığı, her türden düşüncenin rahatça konuşulduğu, her türden cemaatin etkinliklerini rahatça yaptıkları bir düzende olduğumuzu söyleriz, de ne fayda... Tabi ki eksikler görülebilir, hatta şer-i yasaların uygulanması da istenebilir. Ancak bunlar istenirken insanların kafasına çivi çakıp, boyunlarını bıçakla kesip, ağızlarında bomba patlatarak yapmanın İslami olmadığı ve bu yöntemlerle hiç bir başarının elde edilemeyeceği ve İslam düşmanlarının bu gelişmelere bıyık altından güldüklerinin görülmemesi ne kadar da acı… Doksanlı yıllardaki eylemlerle, son yıllardaki vahşet görüntüleri arasındaki benzerlikleri görüyorsunuz değil mi. Peki benzerlikler nerede ise tıpatıp aynı ise, sonuçlarının da aynı olacağını hiç mi düşünmez bu yöntemleri kullananlar... Dönüp geriye bakıldığında akılda kalan; cinayetler, dökülen kardeşkanları, domuz bağları, kafalardaki sallama izleri, zorla zekât ve dövülen müminlerin bedduaları… Var mı o günlerden iyi-güzel bir örnek… Var mı yapılan o fiillere ‘doğruydu' diyen? Şu anda legalleşip parti kuran, bölgede yine etkin olan gurup ise, sırf geçmişte o yapılanların kötü izlerinden nasiplerini alıyorlar. Halbuki şimdi çok hayırlı ve faydalı hizmetler yapıyorlar. Tüm kışkırtmalara rağmen müsbet hareket ediyorlar. Geçmişten dersler alınmış ki, geçmişte yapılan hiçbir hatayı şimdi tasvip etmiyorlar. Onlara doksanlardan kalan miras maalesef iyi değil. Halbuki ne de ihlaslı ne de güzel insanlardır. Çoğunu tanır, ihlaslı hizmetlerini gıpta ile izleriz… Allah yollarını açık etsin… Diyorum ki; İlim ve Menzil gurubu el ele verip irşad ve tebliğ yolunu deneseydi, bir oyuna gelmeselerdi, daha iyi olmaz mıydı? Doğu-güneydoğu ile başlayan uyanış süreci, yavaş yavaş batıya doğru ilerletilseydi, hele hele günümüzdeki fikri, siyasi ve uygun ortamın verdiği fırsatlarla toplum, istenen düzene hazır hale getirilemez miydi? Toplumun çoğunluğunun istediği yasalar o zaman daha kolay çıkarılamaz mıydı? Hem de İslami düşünceye yakın insanların kiminin cumhurbaşkanı, kiminin başbakan, kiminin bakan olduğu son dönemlerde, bu ihtimal daha mümkün olamaz mıydı? Kısaca; Fidan Güngör yöntemi ve Humeyni tarzı olan, toplumun kendi özgür iradeleri ile kabul edecekleri, şiddetten uzak, gerekirse referanduma sunulacak talepler, şiddet uygulamalarından daha iyi netice veremez miydi? Bu arada yirmi yıldan beridir İlim-Menzil olayları yüzünden içeride olan kardeşlerimizi-abilerimizi saygı ile yâd ediyor, çıkacakları günlerin çok yakın olması için dualar ediyoruz. Nice katil ve vahşilerin defalarca çıkan af ve yasalarla çıktığı bir ülkede, derin güçlerin oyunlarına kurban oldukları gün gibi ortada olan, niyetleri iyi, amelleri tartışılır olan bu insanların da bir an evvel çıkmalarını, kalan birkaç senelerini aileleriyle özgürce geçirmelerini ne kadar da canı gönülden isteriz… Onları da, tüm kader mahkûmlarını da Yüce Allah'ın ‘Felah' ismine havale ediyor, ‘Allah kurtarsın' diyorum… Neticede içeride de olsak, dışarıda da olsak, bu günler geçecek ve hepimiz kabir de gözümüzü açacağız. Orada derin ya da sığ güçlerin, film-fırıldak-dönme dolapçıların kaçacağı bir yer var mı? O kadar kan-vahşet-zulüm-gözyaşı hesapsız kalır mı hiç…! Mevla Görelim Neyler, Neylerse Güzel Eyler… Saygılarımla… YORUM YAZIN ![]()
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 15 Ekim 2020 YENİDEN REFAH NEDEN BU KADAR PASİF!27 Eylül 2020 BÜROKRASİDE KARADENİZLİ İMPARATORLUĞU07 Eylül 2020 TÜRK KARDEŞLERİMİZ BİRAZ EMPATİ YAPABİLİRLER Mİ?14 Ağustos 2020 Ak Parti Kadın Kollarından Büyük Hata!
|