KİM KİMDİR FİRMA REHBERİ Hemen Üye Ol Üye Girşi
Uye Girişi
Giriş
Beni Hatırla
Yeni Üye Kayıt
Haber sitemizin aktivitelerinden yararlanmak için üyelik başvuru yapın.
Hemen Üye Olun
Uye Hizmetleri
 
29 Mart 2024 Cuma
15 °C Kısmen güneşli
Yılmaz Ekinci
yekinci07@hotmail.com

KAPİTALİST MANTIKLA İKTİSAT BİR YERE KADAR

05 EYLÜL 2021 PAZAR 22:57
3
5909
1
AA aa

19 uncu yüzyıl sanayi serüveni bitti.

Evrenin kaldırabileceği ekolojik eşiğinin sınırına geldik.

İnsanlık,  evrenin oluşumundan bu yana 6 ıncı yok oluş felaketiyle (iklim) karşı karşıyadır. Ama bu defa insanın kendi eliyle doğada yarattığı dışsal zararlar sonucu bir kıyamet senaryosu söz konusu.

Artık eski dünya argümanlarıyla bu tehlikeyi önlemekten çok gerideyiz. Yeni bir teknolojiye, yeni bir kalkınma hamlesine ve yeni insani sisteme ihtiyaç duyuyoruz. Ya ölüp gideceğiz ya da bizi kuşatan bütün varlık alemiyle birlikte sağlıklı işleyen bir sistem inşa edeceğiz.

Bu evrende bazı şeylerin bize ait olmadığını ve bizim dışında varlıklarını devam eden diğer varlıkların da mevcut olduklarını bilerek hareket edeceğiz. “Her şeye rağmen ve herşeye karşı” olarak konumlandıran bir kalkınma stratejisinin sonuna geldik.

Varlıklar aleminde diğer varlıkların haklarını (Hudullah) ve kendi sınırımızı (hadd) bilmez isek, varacağımız yer kendi cehennemimiz olur. Onun için nebahat, hayvanat, cismanat alemini negatif etkileyen kalkınma stratejilerine karşı yeni dengeleyici stratejiler üretmemiz gerekiyor

Artık kapitalist ilkelerle örülü bir yapı ile iyi işleyen bir sosyal düzenin kurulamayacağını biliyoruz.

İskandinav ülkeleri ve Almanya'yı kapitalist ülke zannediyorsanız, yanılıyorsunuzdur.

Kapitalist zihniyet sadece kara dayalı bir girişimciliği teşvik eder. Dayanışmacı ve insancıl ilişkilerini red eder. 

Kapitalist mantık devamlı büyümeyi içerir.

Büyüme ve tüketim, kapitalizmin temel içsel motorudur.

Kapitalizm, bir nevi kanser hücresi gibidir, devamlı büyümek ister.

Büyümek için kaynaklara ve krizlere ihtiyaç duyar. Onun için kapitalist ahlakla yeryüzünde barışın, adaletin ve özgürlüğünün sağlanamayacağı ortadır.

İnsanın mutluluğunu öncelemenin yolu, egoist ve hedonist ilişkilerden uzak bir sosyal düzenin tesisinde geçiyor.

Kapitalizm doğası gereği egoist ve hedonist duyguları hep kamçılar.

Eğer yeryüzünde insanın mutluluğunu, refahını ve özgürlüklerini geliştirmek ve korumak gibi bir niyetiniz varsa insanın doğasını iyi bilmeniz gerekiyor.

İnsanın temel fıtratını baz almayan bütün sistemler insanlığı çöküşe götürür.

Yeryüzünde en iyi yönetim, insanın temel ihtiyaçlarını karşılayan ve üst yapıya müdahale etmeyen ve kendiliğinden oluşmasına müsaade eden yönetimdir. En kötü yönetim ise alt yapı ile ilgilenmeyen ve üst yapıya ideolojik ve politik tasarımla müdahalede bulunan yönetimdir.

Bütün otoriter /totaliter düşünce kalıpları üst yapıya /insanın özel alanına müdahalede bulunmaktan çekinmezler. Onun için anti demokratiktirler ve faşizmle beslenirler. Bir ülkede insanların hangi dine,  hangi düşünceye, hangi dile, hangi giyim ve kültüre sahip olacaklarını birileri belirliyor ise, oradaki yönetimin insan fıtratına dayanmadığını kolayca söyleyebiliriz.

Fıtrat kanunlarıyla mücadele ederek/savaşarak, toplumun sosyolojik gerçekliliğini kendi zihinsel ideolojik kodlarına göre şekillenmeye çalışan tüm yönetimler otoriterdir ve jakobenisttir.

İçtimai ve iktisadi hayatta önemli olan hem alt yapıyı(maddi) hem de üst yapıyı(manevi) insan fıtratına uygun şekilde işleyen bir sistem üzerinde inşa etmeye çalışmaktır.

Ekonomi yönetimi açısından ise değişim değeri ile kullanım değeri arasında siyasi ve idari sistem tasarımcıların ve politik liderlerin pek bilmedikleri alt yapı ve üst yapı arasındaki ilişkisinin cereyan biçimidir. Ülkemizde genelde iktisat kavramı maalesef kamu politikacıları ve bürokratları tarafından sadece vergi, faiz ve kur arasında cereyan eden bir ilişkiler bütünü olarak görülüyor.

Halbuki iktisat; üretim ile tüketim arasında finansal ilişkilerin hukuksal dayanaklarına dayalı zincirler bütünlüğüdür ve hayatın tüm kılcal damarlarına kadar sirayet eder.

Bir ülkede;

-Üretim az, tüketim fazla ise,

-Doğrudan vergiler az, dolaylı vergiler çok ise,

-Doğrudan yatırımlar az, portföy yatırımlar (faiz, döviz, tahvil, bono, hisse senetleri) fazla ise,

-İhracatı az, ithalatı çok ise,

-Sosyal gelir paylaşımı az ve servet yoğunlaşması fazla ise,

-Sosyal ve özel hayatta kurallar gereğinden fazla, üretim ve çevre ile ilgili standartlar az ise,

-Temel ihtiyaç maddelerinin üretim teşviği az ve lüks malların tüketimi fazla ise,

 -Haz bütçe (insan mutluluğunu artırıcı bütçe; eğitim, sağlık, gıda, barınma, ulaşım ve temel ihtiyaçlar vb.)  az ve elem artırıcı bütçe giderleri  (insan mutluluğunu azaltıcı bütçe; silahlanma,  güvenlik, lüks tüketim, haksız kazançlar, emeğe dayalı olmayan rantlar)  fazla ise,

-Değişim değeri yüksek gelir getirici sağlayıcı faktörler (fiktif değerler; altın, döviz, faiz, arbitraj) fazla ise ve kullanım değeri olan ürünler için teşvikler az ise orada tüketim ekonomisinden mutluluk sağlayıcı ekonomiye (sosyal kalkınma) geçişin sağlanmayacağı ortadadır ve ayrıca eğer bir yerde gıda fiyatları genel enflasyonun üzerinde artıyorsa orada dengeli bir kalkınmanın sağlanmadığı ve devletin kendi vatandaşlarının temel ihtiyaçlarını yeterince karşılamadığı da aşikardır.

Ülkemizde 2. Dünya savaşından bu yana, doğru dürüst bir iktisadi politikanın üretilip uygulanmadığını görüyoruz. DPT önemli bir birimdi fakat etkinliği olmayan bir kuruluştu.

Türkiye'de iktisat kavramı deyince sadece para ve kur politikaları anlaşılıyor. İktisadi hayatta sadece bankacılık mantığıyla yaklaşan bürokratların ülkeyi getirdikleri yer, kur ve faiz sarmalı olmuştur. Bankacılık mantığıyla kalkınmanın sağlanamayacağı ve istenilen çıktıya ulaşılamayacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok sanırım. Bankacılık ve kredi sistemi iktisadi hayatta sadece finansal seçeneklerden bir tanesidir ve o da sadece bir araçtır. Makro ve mikro politikalar maalesef es geçiliyor. Üretimi teşvik etmeden ve faizi artırarak istikrarın sağlanmayacağı ve mahalle baskısıyla dövizden kaçınmanın yolunun faizi artırarak çıkışın olmayacağı bilinmelidir. Faturasını halk yaşayarak ödüyor ve siyaset üretenler ise yenilginin mahçubiyetiyle minderden ayrılmak zorunda kalıyorlar.

“Bu yol nereye çıkar ?” diye soruyorsanız, doğrusu ben de kestiremiyorum. Ama ülkeyi ileri götürmeyeceğinden eminim.

Kalkınmanın diğer bir cephesi de teşvikler ve ekonomik sübvansiyonlardır. Bu iki olgu üretimin sadece bir cephesini gösterir. Teşvikler ve sübvansiyonlardan kaçınmak gerekir. Hem haksız kazançlara hem de ölü yatırımlara sebebiyet verir. İnsanı ve çevreyi kuşatan makro bir üretim planınız yoksa, teşvik ve sübvansiyonlarla istenilen kalkınmayı sağlayamazsınız ve sağladığınızı sandığınız şey ise, size yaşanılmaz bir coğrafyayı bırakır. Marmara Denizi'ndeki müsilaj kirliliğine bir de bu açıdan bakmanızı öneririm.

Her konuşmanın sonunda söylenen son söz ister istemez içerisinde bir nebze hüzün barındırır. Fıtrata aykırı olan herşey insanın doğasını bozar! Ekonomi bilimine bir de bu açıdan bakmaktan yarar var.

YORUM YAZIN
Profiliniz ziyaretci statüsünde görünüyor. Yorumlarınız aşağıdaki isimle yayınlanacaktır
Değiştir
Dilerseniz web sitemize üye olarak daha özgün bir profil oluşturabilir ve yorumlarınızı hesabınızdan takip edebilirsiniz
Kodu Girin
Yapacağınız yorumların şiddet ve hakaret içermemesine lütfen dikkat edin. Aksi taktirde yorumlarınız onaylanmayacaktır. Gönder
Misafir Kullanıcı (@Misafir_85214)
06 Eylül 2021 Pazartesi 01:32
İslam ekonomisi mi diyorsunuz yani, yeni bir model önerdiğinize göre, insan fıtratına uygun ve servetin toplumun diğer kesimlerine dağıldigi bir model
Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir
©Copyright 2017
Haberler, Fotoğraf Galerisi, Video Galerisi, Köşe Yazıları ve daha fazlası için arama yapın