Konaktan BarınaÄŸa Bir Yerel Yönetim KlasiÄŸi (!)Meramımı baÅŸtan belirteyim. Bir insanın yaÅŸadığı toprakları sevmesi, onun bulunduÄŸu yere ilave ettiÄŸi güzellik kavramının nispetiyle ölçülür. Bu kadar doÄŸal farklılıklara ve güzelliklere sahip olan bir ülkenin ÅŸehirlerini, kasabalarını, köylerini bu kadar kötü bir planlama mantığı üzerine “imarsız imar”a teslim etmesi/ edilmesi kadar hazin bir ÅŸey yoktur!.. Bir ÅŸehri yaÅŸanabilir kılan ÅŸey; yaÅŸanılan mekânsal alanının doÄŸal güzelliklere olan uyumu, bireylerin hizmetlere ulaÅŸabilirlik derecesi, refah düzeyinin adil dağılımı, temsilcilerin ve insanların kalitesi o yerin yaÅŸanılır niteliÄŸini belirler. Ä°nsan evrende sadece koÅŸuÅŸturan, kazanan ve rant saÄŸlayan bir varlık deÄŸildir. Kendisine ve baÅŸkalarına bazı ÅŸeyleri ilave edendir. Çünkü insan yeryüzünü imar eden, mevcuda bir ÅŸeyler ilave eden yegâne varlıktır. Bu özellik onu diÄŸer varlıklardan ayıran temel bir niteliktir. Ä°nsanın üzerinde yaÅŸadığı ülke, ÅŸehir, evi sayılır. Bir mekânsal yapının deÄŸerini belirleyen ÅŸey; o yapının konumu, hangi malzemelerden yapıldığı, yapının doÄŸaya olan uyumu, estetiksel boyutu, iÅŸlevsel özelliÄŸi, beÅŸeri ve sosyal donatıların miktarı ve kalitesinin derecesidir. BaÅŸka bir tabirle ÅŸehri yaÅŸanır kılan ÅŸey sadece kazanç ve istihdam deÄŸildir. O ÅŸehrin insanlara sunduÄŸu imkanların görece üstünlüÄŸü ve aidiyet duygusudur. KiÅŸilerde aidiyet duygusunu uyandırmayan ÅŸehirler ölü ÅŸehirlerdir. Maalesef bugün birçok ÅŸehrimiz bu hastalıkla pençeleÅŸmektedir. Son yıllarda ÅŸehirler kırsal göçe maruz kalmış ve sadece bununla kalınmamış, ÅŸehirde yaÅŸayanlar da bir semtten baÅŸka bir semte göç etmek zorunda kalmışlardır. Böylece hafızası olmayan doÄŸal ve tabii güzelliklerden yoksun ÅŸehirler ortaya çıkmış. Bireylerde aidiyet duygusunu uyandırmayan ve kalıcı anıtsal mabetleri olmayan ÅŸehirler, geleceÄŸin inÅŸasında rol alamazlar. Hiçbir akıllı varlık havası, suyu, ulaşım sorunu ve yaÅŸam kalitesi düÅŸük olan bir yerde yaÅŸamak istemez. Åžehirler doÄŸru planlanamazsa zamanla aşırı göç baskısında ve yaÅŸam kalitesinin düÅŸüklüÄŸünden dolayı cazibelerini yitirirler. Sanayi ÅŸehirleri buna örnektir. Bu ÅŸehirlerde genelde iÅŸçiler yaÅŸarlar. Zenginler genelde ÅŸehrin merkezinden uzak, doÄŸayla iç içe yerlerde yaÅŸamaya çalışırlar. Bir ÅŸehri, ÅŸehir yapan temel bazı özellikler vardır. Bir ÅŸehri doÄŸal kapasitesinden fazla yerleÅŸim yerine, demografik baskıya maruz bırakırsanız, o ÅŸehir nefes alamaz ve ölmeye mahkûm olur. Çağımızda sanayi ile birlikte ÅŸehirler büyümüÅŸ fakat ÅŸehirlerin yaÅŸam kalitesi düÅŸmüÅŸtür. YaÅŸam kalitesini belirleyen o mekânın bize sunduÄŸu cazip yaÅŸam seçeneklerinin çeÅŸitliliÄŸidir. Sanayi ve istihdam o ÅŸehrin yaÅŸanabilirliÄŸini deÄŸil, ekonomik kapasitesini gösterir. Åžehir ekonomik kapasiteden daha fazla bir ÅŸeydir. Åžehirlerin varlık gerekçesine indiÄŸimizde, aslında insanı kâinatın kısıtlayıcı imkanlarından kurtaran ve yaÅŸam seçeneklerinin bol olduÄŸu ve insan özgürlüÄŸünün tecelli ettiÄŸi mekanlar olmalarıdır. BaÅŸka bir tabirle bireyin kendisinden ziyade baÅŸkalarına sunduÄŸu hizmetlerin miktarı, kapasitesi ve yaÅŸamsal imkanlara eriÅŸimin kolay olduÄŸu yerler olmalarıdır. Åžehiri ÅŸehir yapan, onu ulaşılmaz kılan, mimari yapısıdır. Kendisine münhasır bir mimari dokuya sahip olmayan ÅŸehirler, baÅŸka ÅŸehirlerin kötü bir kopyası olurlar. Bugün Türkiye'nin bütün ÅŸehir yapıları nerdeyse birbirlerinin benzerleridir. Bingöl'ün Ä°stanbul'dan hiç bir farkı yoktur. Hatta Bingöl de yaÅŸamak Ä°stanbul ‘a göre daha rahat ve konforludur. Bir kere insanlar daha az strese, yaÅŸam kaygısına ve doÄŸal ürünlere maksimum ÅŸekilde yararlanma imkanlarına sahiptirler. Bugün inÅŸa edilen mekânsal alanlar yeteneklerimizin kullanılmasına imkân vermeyen kötü bir imar mantığına sahiplerdir. Yollar, insanların yürümesi için deÄŸil araçların kolay geçmeleri içindir, evler nefes alıp verdiÄŸimiz mekânsal yapılar deÄŸildir, barınak ve rant amaçlı olarak tasarlandıklarını görüyoruz. Bireyin sosyalizasyonu ve psikolojisini hesaba katmayan bütün mimari anlayışlar yabancılaÅŸmayı tetiklerler. Bir toplumun medeniyet seviyesinin ölçütü ÅŸehirleridir. Åžehirler, bir medeniyetin ulaÅŸtığı evreyi gösterirler. Türkiye kalkınmasının en büyük handikabı ÅŸehirlerinin ihmal edilmiÅŸ olmasıdır. Ulusal kalkınmayı saÄŸlanmanın yolunun yerel kalkınmadan ve yerel yönetimlerden geçtiÄŸini bir türlü idrak edemeyen bir kamu bürokrasisi zihniyetine sahibiz. EÄŸer idari ve siyasi (iktidar ve muhalefet partiler) devlet aklı, zamanında bazı yerleÅŸim yerlerini tatil bölgesi, tarım havzası, sanayi bölgesi, hizmet sektörü ve lojistik merkezler ÅŸeklinde planlamış olsaydı bugün Türkiye çok daha farklı bir yerde olurdu. Her yeri aynı anlayışla ve donatılarla kurguladığımız için bütün doÄŸal güzelliklerimizi yaÅŸanmaz kılmışız. Detroit ÅŸehri buna örnektir. Bir zamanlar Detroit ÅŸehri ABD'de sanayinin merkeziydi. Sanayinin nitelik deÄŸiÅŸmesiyle birlikte Detroit ÅŸehri cazibesini yitirir ve ölü bir ÅŸehre dönüÅŸür. Åžehirlerimizin Detroit ÅŸehrine dönüÅŸmemesi için bugünkü belediyecilik anlayışımızı deÄŸiÅŸtirmemiz gerekiyor. Belediyecilik anlayışımıza baktığımızda sadece konutların üretimini görüyoruz. Ä°stisnasız bütün belediye baÅŸkanları ÅŸehrin geleceÄŸi ile ilgili deÄŸil bir –iki lokal proje ile belediyecilik yaptıklarını sanıyorlar. Oysa ÅŸehirciliÄŸin bundan daha farklı bir ÅŸey olduÄŸunu göremiyorlar. Halbuki çaÄŸdaÅŸ yerel yönetim anlayışı ÅŸehri bir bütün olarak gören, tasarlayan ve yeniden kurgulayan uzun vadeli bir master plan tasavvuru üzerinde yükseldiÄŸini bize söylüyor. Åžehre sadece proje bazında yaklaÅŸanların ÅŸehri nefessiz ve yarınsız bıraktıklarını görüyoruz. Konuttan barınaÄŸa evrilen bir anlayışın sonucu olarak belediyelerin yapmış oldukları tahribat canlı olarak önümüzde duruyor. DoÄŸası, tarihi, estetik objeleri ve mimari dokusu olmayan veya tümüyle yok edilmiÅŸ bir ÅŸehircilikle kalkınmanın olamayacağını unutuyoruz. Eskiden bizim kültürümüzde konaklar vardı. Evler müstakil ve bahçeliydi. KiÅŸiler hem temel ihtiyaçlarını hem de beÅŸeri iliÅŸkilerini rahatlıkla evlerinde icra edebiliyorlardı. Bugün ev dediÄŸimiz olgu sadece barınaÄŸa dönüÅŸmüÅŸ haldedir. Barınakta; komÅŸuluk, doÄŸallık ve insan etkinliÄŸini yoktur, bulamasınız! Konaktan apartman hayatına taşınan Anadolu insanı adeta bir metaformoz geçiriyor. Plansız, programsız, renksiz, kimliksiz ve estetikten uzak yapıların ne insani ve nede milli olmadıklarını bir türlü idrak edemiyoruz. Babil kulesinin hikayesini olmuÅŸ bitmiÅŸ bir nazariye ile bakıyoruz. Halbuki Babil kulesi aslında bugünü anlatıyor; birbirinin dertleriyle demlenmeyen insanların hikayesini. Yapı ile insan kiÅŸiliÄŸi arasındaki doÄŸrudan bir iliÅŸkinin var olduÄŸunu psikoloji ilmi bize söylüyor. Apartman hiçbir zaman rahmani ve milli olmadı. O ismiyle müsemmadır; Apart/man!.. Aynı zamanda hiçbir zaman “yerli” kültürün bir ürünü de olmadı. BatılılaÅŸma ile birlikte ilk defa BeyoÄŸlu'nda gün yüzüne çıkmıştır. Muhafazakarlığın doÄŸuÅŸu ile birlikte muhafaza edilecek bir ÅŸeyler kalmadıktan sonra, muhafazakârlar tarafında apartman “milli” olarak kabul görmüÅŸtür. Gayri milli kültürünün bir ürünü olan apartman konsepti Menderes ile birlikte altın devrini yaÅŸamıştır. Yine ilginç bir paradoksta kendi ÅŸanlı geçmiÅŸ kültüründen bahsedenlerin kendi kültürlerine hiç “yaÅŸam hakkı” tanımadıklarıdır. Konağın ölümü ve apartmanın yükseliÅŸi ile birlikle ÅŸehirlerimiz yanlış planlarla, binalarla kuÅŸatılmış; tarihi ve doÄŸal yapılarımız modern beton ve demir yığınları arasında elimizden kaybolup gitmiÅŸtir. Tek katlı ve bahçeli olarak tasarlanıp inÅŸa edilen gecekondular bile yeni imar planlarıyla rant avcıları tarafında hisseli ve yeni parselasyon mantığıyla dikey yapılaÅŸmaya gidilmiÅŸ ve ÅŸehirler ranta kurban edilmiÅŸtir. Türkiye'de ÅŸehircilik maalesef tüm kesimler (Ä°ktidar ve muhalefet) tarafından kolay zenginleÅŸme aracı olarak görülmüÅŸtür. Devletin bu alandaki yaptırım gücü de yok hükmünde kalmıştır. Fıtrata uygun yaÅŸayan bir insanın veya Müslüman bir ÅŸahsın mahrumiyet alanı evidir. Ev, hem içeriye hem de dışarıya açılan bir penceredir. Ev, içeriye açılan bir penceredir, çünkü; dede, nine, anne, baba, kardeÅŸ ve yakın akrabalarla birlikte vakit geçirilen bir mahremiyet alanıdır. Herkese açık deÄŸildir, izin olmadan girilmez, dışarıdan ancak “eve buyur edilen” kiÅŸi misafir olarak kabul edilir ve girilir. Ev, dışarıya açılan bir penceredir, çünkü; dışarıda yabancı yoktur, komÅŸu vardır. KomÅŸu rahatsız edilmez, gidilip- gelinir, hâl hatır sorulur, ihtiyaç hasıl olduÄŸunda yardımına koÅŸulur. Bizim kültürümüzde “komÅŸuluk hakkı” neredeyse kutsanmıştır. Yeni kentsel planlama anlayışıyla (!..) birlikte bu geleneksel ev anlayışı da yok oldu. Artık mekânsal yapılar toplumsal kesimleri birbirinden net hatlarla ayrıştıran yerlere dönüÅŸtü. Yeni gettolar inÅŸa edildi. Kast sistemine dayalı sınıfsal uçurumlar mekânsal alanlar üzerinde inÅŸa edildi. Böylece toplumsal kesimler arasında barışın, refahın ve huzurun terkibini saÄŸlayacak sosyal ve beÅŸeri kültür de ister istemez çöktü. Toplum atomize oldu ve anemi baÅŸladı. Konuttan barınaÄŸa evrilen bu ÅŸehircilik anlayışıyla yeni bir medeniyetin zuhur edemeyeceÄŸi aÅŸikardır. Ulusal ve yerel kalkınmanın tek motoru; ekonomik zenginlik deÄŸildir. Mekânsal alanın bize kazandırdığı yaÅŸam kalitesinin niteliÄŸi ve konforu olduÄŸu unutulmamalıdır.
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 29 Ekim 2023 Demokrasi İle Taçlandırılmış Bir Cumhuriyet29 Eylül 2023 Siyasetin Sahası: Özel ve Kamusal Alanın İnşası20 Haziran 2023 Doğu ve Batı Toplumlarında Yönetim05 Mayıs 2023 Tarihte Düşenler ve Tarihe Işık Tutanlar/2
|