Ülkeleri ve Dünyayı Bekleyen TehlikelerEski dünyanın değiştiği ve yeni dünyanın değerlerinin henüz oluşmadığı bir tarihsel dönemeçten geçiyoruz. Yani Araf' tayız. Geminin istikametini belirlemekten yoksunuz. Ayaklarımız başka yöne, zihni melekelerimiz başka yöne çalışıyor. Kaldığımız yerden pek hoşnut değiliz, ama geleceği de kestiremiyoruz. Zihni yetilerimiz hep geçmişin karanlık prangalarında debelenip duruyor. Sorunlar, her ne kadar lokal düzeyde cereyan ediyorsa da çözümlerin globalleştiğini bir türlü idrak edemiyoruz. Küreselleşen sorunların kontrolü için küresel düzeyde ciddi bir işbirliğine ihtiyacımız ortada iken bu ihtiyaçların nasıl düzenleneceğine dair bir bilgiye ve karar verme yetkisine sahip değiliz. Hem lokal hem de küresel düzeyde kaosu ve krizleri derinleştirmekten başka bir şey yapamıyoruz. Geçmişin tortuları içinde eski dünyanın ideolojik verileri ile yol alacağımızı düşünüyoruz. İktisadi, siyasi ve idari kapasitemizin düşüklüğü ve dışlayıcı özelliği krizleri derinleştirmekten başka bir şeye yaramıyor. Tren batıya doğru giderken bizim trende doğuya doğru yürümemiz gibi bir zihni paradoks içindeyiz. Donkişot gibi hayali canavarlarla savaşıp duruyoruz, Yerel ve uluslararası arenada iş yapan şirketlerin, pazarlardan aşırı derecede pay kapma dürtüsüyle hareket etmeleri sosyal dengeleri ve devletlerin işlevlerini ciddi bir şekilde erozyona uğratıyor. Sadece üretimi artırarak ve tüketimi çoğaltarak mutlu bir ekonomiyi inşa edeceğimizi düşünüyoruz. Oysa sosyal refahın ve bireysel mutluluğun donelerinin değiştiğini bir türlü fark edemiyoruz. Sonsuz arzular, kıt kaynaklar arasında üretimin büyümesi, kaynakların tüketimine ve çevresel felaketlerin artmasına neden olduğunu ve ekolojik limitin sonuna doğru evrildiğimizi bir türlü göremiyoruz. Bireyi tüketimin nesnesine indirgeyen ve sadece çıkarların sefaletine terk eden bir idari anlayışın krizleri yönetemeyeceği ortadadır. Kapitalizmi artık kaos da kurtaramıyor! Kaos içinde debelen dünyada kapitalizmi yeniden tasarlamak pek mümkün görünmüyor. Yeni bir paradigmaya acilen ihtiyacımız vardır. “Büyümeye dayalı olmayan bir ekonomik refah”tan başka seçeneğimiz yok gibi görülüyor. Kaos içinde debelenen bir dünyada sorunlarımız çetrefilleşmiş ve aktörler tümüyle farklılaşmıştır. Özellikle reel olmayan, üretime ve emeğe dayalı olmayan piyasa dışı aktörlerin çoğalması, krizleri ciddi bir şekilde küresel ölçekte tetiklediğini görmemiz gerekiyor. Patronaj ilişkiler, rasyonel karar mekanizmalarını, politik ve demogojik söylemler etik değerleri ve pragmatist ilişkiler ise demokratik değerleri hapsetmiş durumdadır. Para ve mal arasındaki korelasyonun tutarsızlığının hem enflasyonu hem de deflasyonu tetiklediğini bir türlü öngöremiyoruz. Devletin düzenleyici ve regülasyon aracı olmaktan çıkması, kurumsal yapıların çöküşü ve serbest piyasa koşullarının bozulmasına sebebiyet verdiği apaçık ortadadır. Maalesef sadece çıkarlara ve kara dayalı işletme mantığının maksimazyonu için çabalayıp duruyoruz. Dünya tarihinde hiç görülmemiş bir şey yaşanıyor; şirketlerin devletleştiğine hepimiz acı bir şekilde şahitlik ediyoruz. Bu da yerel ve uluslararsı düzeyde krizleri derinleştiren ana faktördür. Her olay ve olguya işletme mantığıyla yaklaşıyoruz. Sermayenin kümülatif bir kar topuna dönüşerek büyümesi hem insanın habitusu, hem de etnosu dekans bir şekilde yok ettiğini idrak edip bir türlü çözümler üretemiyoruz. Siyasi, idari ve iktisadi parametreleri belirleyen şirketlerin yeryüzünün doğal kaynaklarını ve şehirlerini yaşanmaz kıldıklarını deneyimleyerek yaşıyoruz. Fakat çözüm noktasına geldiğimizde tıkanıp kalıyoruz. Çünkü tüm idari, iktisadi ve beşeri olgulara işletme mantığı açısından baktığımızdan dolayı rasyonel çözümler üretemiyoruz. Bu bizim aşil topuğumuz oluyor. Oysa tarihe baktığımızda, devletler standartların dışına çıkan bezirganları ya vergiyle yada başka bir müeyyide ile cezalandırdıklarını görüyoruz. Günümüzde ise adeta çeşitli teşviklerle ve muafiyet yağmurlarıyla onları alkışlayarak büyütüyoruz. Bütün bir ekosistemi yaşanmaz kıldıkları halde, bizler ise onlara yeni madalya takıp kıyamet senaryolarını kendi ellerimizle hazırlamaktan başka bir şey yapamıyoruz. Dışsal maliyetleri kimse kaale bile almıyor. İçilmeyen sular, soluklanmayan hava, kirletilen topraklar, yok olan canlı ve cansız varlıklar kimselerin umrunda bile değil !.. Bugün ekonomi literatüründe önemli bir meselemiz de finans sektörüdür. Finans sektörü her zaman reel değerleri artırmadığı gibi daha çok rantı yarattığını unutmayalım. Finans sektörünün milli ekonomideki pastasının büyümesi, reel sektörleri öldürdüğü gibi piyasada spükülatif kazançların çoğalmasına ve pazara giriş koşullarını olumsuz etkilediği ortadadır Onun için standartlardan mahrum bir ekonominin olmayacağı ortadadır. Sosyal hayatı üretime, üretimi hırsa ve hırsı da sadece kazanmaya yönlendirirsek kaos kaçınılmaz olur. Böylesi bir durumda devletin düzenleyici ve dengeleyici olarak ortaya öne çıkması kaçınılmazdır. Devlet dediğimiz rasyonel müeyyide aygıtının ortaya çıkışı ve bu aktörlerin hareket kurallarını ortaya koyan demokrasinin varlığı onun için hayatidir ve vazgeçilmezdir. 1980'li yıllardan itibaren neo liberalizasyon politikalarının sonucu olarak işgücünün milli hasıladan aldığı payın azalması, şirketlerin ise paylarının çoğalması, üretim ile tüketim arasında bağlantının zayıflamasına ve krizlerin derinleşmesine sebebiyet verdiği bir realitedir. Günümüzde dünyayı ve ülkeleri etkileyen sorunlara baktığımızda; -Nüfusun aşırı artmasıyla birlikte, konut, sağlık, besin, güvenlik, ulaşım, istihdam ve kaliteli yaşamla ilgili olgular son yıllarda neo liberalizasyon politikalar gereğince kaderine terk edilmiş ve ciddi problemler ortaya çıkmıştır. -Sanayileşmenin, tarımsal kalkınmanın ve ekonomik büyümenin ana faktörünün enerjiye bağlı olduğunu görüyoruz. Bu da savaşları veya yeni bir dünya düzenini gerekli kılıyor. -Herkese yetebilecek kadar bir besin güvenliği en önemli mesele olarak önümüzde duruyor. Tarımsal alanların korunması ve tarımın mutlaka ciddi bir şekilde sübvanse edilmesi bir sosyal gereklilikten ziyade bir ihtiyaç olarak kendisini hissettiriyor. -Gezegenimizde yaşayan canlı türler ve onların yaşam alanları (ekosistem) büyük oranda tehdit altındadır. Bu alanların mutlak suretle korunması gerekiyor. Aksi takdirde gıda tedariği zincirinde büyük yıkım kaçınılmaz olarak önümüzde duruyor. -Yanlış sanayileşmenin bugün birçok bölgede ekonomik kaynakların gereksiz tüketimine ve çevre maliyetlerinin artmasına sebebiyet verdiği ortadadır. Daha yeşil ve sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma planına ihtiyacımız vardır. -Çarpık kentleşme sonucunda sağlıkta, eğitimde, ulaşımda ciddi maliyetler söz konusudur. Bu maliyetlerin finansmanını karşılamak günümüz bütçe tekniği açısından gittikçe güçleşmektedir. Onun için doğayla uyumlu ve gelecekteki nesillerin gelişme ve çevre haklarına zarar vermeyecek bir kalkınma bütçesine ve şehirleşme anlayışına ihtiyacımız vardır. -Mal ve hizmetlerin transferi, kontrolün sağlanması, ülkelerarası işbirliğini gerekli kıldığı gibi bölgelerarası entegrasyonu da etkilediğini görmemiz gerekiyor.Onun için yerel ve küresel düzlemde daha ucuz, ulaşılabilir ve toplu taşımayı önceleyen yeni lojistik ve ulaşım politikalarına acilen ihtiyacımız vardır. Sonuç olarak diyebiliriz ki, sosyal, siyasal ekolojik ve ekonomik yapıların kurumsal politikalarla birlikte hem yerel düzeyde, hem de küresel düzeyde yeniden değerlendirilmesine ihtiyacımızın olduğu bir realitedir. Onun için sürdürebilir kalkınma ile kurumsal yapılar arasında yapının işlevselliği ve kapasitesi her toplum ve ülke için hayatidir ve vazgeçilmezdir.
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 15 Ekim 2024 Asilzade Bir Kadının Hikayesi: Godiva Efsanesi22 Aralık 2023 Konaktan Barınağa Bir Yerel Yönetim Klasiği (!)29 Ekim 2023 Demokrasi İle Taçlandırılmış Bir Cumhuriyet29 Eylül 2023 Siyasetin Sahası: Özel ve Kamusal Alanın İnşası
|