PEYGAMBERLİĞİN BÜYÜK BİR DELİLİ OLARAK VAHİY HAKİKATİVahiy; gizli konuşma, işaret etmek, seslenmek gibi anlamlara gelmektedir. İslami bir kavram olarak Vahiy, Allah'ın konuşma ve iletişim yöntemi olarak ve özellikle peygamberlere mesajlarını gönderme biçimidir. Bu anlamda Vahye dayanan Kur'an'ı Kerim; söz ve mana bütünlüğü halinde, genelde Cebrail aracılığıyla, bazen de doğrudan Allah tarafından Hz. Peygamberin kalbine indirilmiştir. Kendisine inen bu ayetler unutulmaz bir şekilde kalbine nakış olmuştur. "Muhakkak ki o (Kur'an), âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Onu Rûhu'l-emin (Cebrâil) uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir." (Şuarâ, 26/192-195), "(Resûlüm!) Şüphesiz ki bu Kur'an, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından sana verilmektedir." (Neml, 27/6) ayeti bunu gösteriyor. “Vahyi çarçabuk bellemek için, dilini kımıldatma. Onu toplamak ve onu okutmak bize âittir. O halde biz sana Kur'an'ı okuyunca, sen onun okunuşunu tâkip et." (Kıyâme, 75/17-18) âyeti açıkça şunu gösteriyor: Hz. Muhammed (asm), gelen vahyi unutmamak için, henüz kendisine okunup bitirilmeden onu acele olarak tekrarlamaya çalışıyordu. Ayet, onun bu telaşını gidermeyi amaçlamaktadır. Ayette geçen "dilini kımıldatma" ifadesi, açıkça vahyin bir söz olduğunu göstermektedir. Çünkü mânâlar dil ile okunmaz. "Biz sana Kur'an'ı okuyunca, sen onun okunuşunu tâkip et." tâbiri de aynı şekilde Kur'an'ın hem lafız hem de mânâ yönünden Allah'ın kelâmı olduğunu göstermektedir. Bu nedenle Vahiyle ilgili ortalıkta gelişi güzel dolaşan, ancak hiçbir ilmi dayanağı olmayan, konuşmalara itibar edilmemelidir. Şimdi gelelim vahiy hakikatinin peygamberi delil olma özelliğine: Öncelikle belirtmeliyiz ki Vahiy Hz. Peygamber ile Allah (c.c.) arasında yaşanan özel bir deneyim olduğu için mahiyetini bilemiyoruz. Ancak, Vahyin geliş biçiminin nasıl olduğunu Kur'an, Hadis ve Sahabi gözlemlerinden öğrenmiş bulunuyoruz. Buhari ve Müslim gibi sahih Hadis kaynaklarında; ilk vahiy, Peygamberimiz Hira mağarasında tefekkür ederken “ikra, oku” ayeti ile başlayan Alak suresinin ilk beş ayeti Hz.Cebrail tarafından getirilmiştir. Bu vahiy aşamasında Peygamberimiz, bütün ufku kaplayan bir şekilde asıl suretiyle Melek Cebrail'i görmüştür. Sonrasında Vahyin ilk zamanlar çıngırak-çan sesi şeklinde yaklaşarak okunduğu, bu tür vahyin ağır olduğu ve kendisinin de unutmamak için tekrarladığı; daha sonrasında bazen melek insan suretinde görünerek, bazen de sadece sesle ayetleri okuduğu; çok nadir rüyada (Kevser suresi) vahiy aldığı, bazen de doğrudan perde arkasından Allah'tan vahiy aldığı (Miraç'ta Namazı) bilgisi aktarılmaktadır. Bu yazımda, geliş biçimi ve aktarılan bilgi çeşidi olarak Vahiy; alışılmış öğrenme ve bilgi elde etme biçimi dışında yaşanan sıra dışı bir deneyim olarak Peygamberimizin; Allah'ın hak bir peygamberi olduğunun en büyük delillerinden bir olduğunu açıklamaya çalışacağım. Vahiy olgusunda çok farklı bir durum var. Hadislerden elde edilen bilgilerden öğrendiğimiz kadarıyla; Vahiy alırken Peygamberimize bir hal çöküyor, rengi değişiyor, terliyor, (Hz.Aişe, kışın soğuğunda bile Peygamberimizin Vahiy esnasında anlından terlerin damla damla döküldüğünü söylemiştir.) çoğu defa uyku hali alır bir vaziyete giriyor, bu esnada kendisinin dışından bir ses (melek sesi) ve okunan bilgi akışı ona doğru yöneliyor, kalbine yerleşiyor ve unutmuyor. Böylece sıradışı bir deneyim ve bilgi demetiyle karşılaşıyor. Öncelikli olarak Vahiy; alışılmış öğrenme ve bilgi elde etme biçimi, (okuyarak, görerek,dinleyerek, yazarak, tartışarak, araştırarak, karalama ve taslak çalışma, yaparak ve yaşayarak öğrenme biçimi vb. ) dışında sıra dışı bir deneyim olarak dikkate değerdir. Vahiy hakikatinde üç unsur karşımızıa çıkmaktadır:
Vahiy sıradışı bir deneyim olarak, İlahi ve insanüstü aşkın bir durum olarak peygamberimizin en büyük delillerinden biri olarak görülmelidir. Neden mi? Düşünsenize!.. Okuma ve yazma bilmeyen, mektep ve medrese görmemiş ümmi bir Nebi; Yirmi Üç yıl boyunca, sınırlı aralıklarda (yaklaşık beş-on, on beş yirmi saniyelik, bir kaç dakikalık) zaman dilimlerinde, vahiy meleğinden aldığı onlarca ayet, adeta kalbine nakış olurcasına işleniyor ve aldığı bu ilahi mesajları olduğu gibi, hiç bir noktasını unutmadan, diğer insanlara sözlü bir şekilde okuyarak aktarmaya başlıyor. Neden dersiniz? Düşünsenize!.. Mektep ve medrese görmüş bizler, bir sayfalık bir makaleyi bir kaç gün ve taslak çalışmalar yaparak ancak yazabiliriz veya ciddi bir birikime ve arka plana sahip bir yazar bir makaleyi bir kaç saatte ancak yazabilirken; bizlerin saatlerce çalışıp ancak ezberleyebildiği veya o miktarda cümleleri oturup yazmak için belki saatler ve haftalar gereken Sure ve Ayetleri; O Peygamber, saniyelik ve dakikalık bir zaman diliminde, üstelik hiç bir ön bilgisine sahip olmadığı konularda, bazen sayfalar miktarında olmak üzere ilahi öğreti demeti olarak alıyor, kalbine yerleşen o ilahi öğretileri diğer insanlara okumaya başlıyor. Örneğin Yusuf suresi Mekke'de iki defada inmiştir. 111 ayettir. Yaklaşık 12 sayfa, 1795 kelimeden oluşur. Bir yazar diyaloglar, hikmet, vb. konu içeren böyle bir kıssa için günlerce çalışıp karalama yapmalı. İyi bir hafız iki günde ancak ezberler. Peygamberimize iki defada çok kısa süreler içinde gelmiştir. Peygamberlik süresince yaklaşık 23 yılda ilahi öğretim paketleri olarak inan Kur'an; 600 sayfa, 30 Cüz, 114 Sure, 6666 ayettir bir kısmı Mekke bir Kısmı Medine'de inmiştir. Fatiha suresiyle başlayıp, Nas suresiyle biter. Sadece Bakar Suresi bile İncil'den fazladır. Bu nedenler vahiyle gelen o ilahi mesajlar karşısında şairler, edipler, bilginler, kâhinler, din adamları ve onu yakından tanıyan Mekke halkı şaşkın ve suskun kalıyor. Üstelik “inanmıyorsanız, tüm bilgin ve ediplerinizi toplayın bir sure bile olsa bu Kur'anın bir benzerini getirin” diyen meydan okuyuşu karşısında insanlar yine suskun ve inanmayanlar sadece, “sen ancak büyülendin” demekten başka ellerinden bir şey gelmiyor. TÜM BUNLAR YAŞANAN İLAHİ BİR DURUM DEĞİL Mİ? Bilgi-insan-öğrenme ilişkisinde alışılmış insan doğasını aşan bir durum değil mi? On saniyede bir insan en fazla bir kaç cümle kurabilir. Biz insanların öğrenme ve bilgilenme doğal sürecini aşan bu olay, ancak İlahi bir durumla izah edilebilir. Peygamberimiz, hiçbir ön bilgisi ve eğitimini almadığı bu ilahi öğrenme paketinde dile getirilen sözleri/ayetleri, kendiliğinden ve saniyelik zaman diliminde haşa uyduramayacağına göre; Kendisine gelen O İlahi Öğreti Paketleri olarak nitlenen ayetlerin, Allah tarafından “İlahi Âlemden” O'na akan bilgiler olduğunu kabul etmek durumunda değil miyiz? Yusuf suresi ve birçok surede anlatılan o hikmet dolu kısadan önce veya sonra sen bunları daha önce bilmiyordun der. Gelen Vahyi hiçbir takılma yaşamadan olduğu gibi okumuş ve yazdırmıştır. Yazdırılan vahiylere asla sonradan müdahale edip düzeltme veya düzenleme yapmamıştır. Hadisleri yazdırmamış, serbest bırakmış, hatta bir ara yasaklamış, birçok hadisi yazanlar kendileri duyduklarını kendi anladıkları biçimde ifade edp yazmışlar, aynı konuda varyantı olan çok hadis var. Ama Kur'an öyle değil; Peygamberin kendi müdahalesi olsaydı düzeltmeler taslak çalışmalar yapardı. Yazarlar taslak çalışmalar yaparlar aylarca veya yıllarca sürer bir kitap yazımı… Şimdi soruyorum? ÖN ÇALIŞMA OLMADAN; Peygamberimizin, hiçbir ön çalışma yapmadığı ve ön bilgi sahibi olmadığı konularda, on-on beş saniyelik, dakikalık zaman diliminde; içeriğinde hikmet, kural, ibadet, peygamber kıssaları, olaylar, Allah ve ahiret konularından oluşan ve ciddi bir bilgi birikimi gerektiren konularda bir anda onlarca ayetin muhattabı olması, düşündürücü değil mi? Peygamberin tarağı, koku sürmesi, misvağı vb. hakkında onlarca rivayet var. Ancak, O ümmi Peygamberin a.s.v. kalemi, defteri veya kitabı olduğuna ilişkin, özel oturup taslak çalışma yaptığına dair hiçbir rivayet yoktur. Ayrıca Hz.Peygamberin hiç özel bir alanı yok gibidir. Eşleri ve sahabilerin sürekli gözetimi altındadır. Çoğu dahi adamlar. Gizli saklı hiçbir şey yok, herşey çok açık ve şeffaf. Çünkü gizli bir durum yok. Zaten ayetler de “sen daha önce kitap okumuyor ve yazmıyordun, eğer böyle olsaydı o batılda olan insanlar şüphe duyardı” veya “ ..sen de kavmin de bilmiyordu” diyerek bu durumu açıklıyordu… Hiç kimse Peygamberimiz için, peygamberlikten önce dini veya hikmetli bir şey anlattı diyemez. Öyle bir durum olsaydı, “ya Muhammed sen daha önce de bu tür şeylerden konuşuyordun” derlerdi. Hâlbuki onlar, “ya Muhammed sana ne oldu, sen büyülendin mi?” diyorlardı. Bu durum başlı başına onun; peygamberlikten önce hiçbir hazırlığı ve peygamberlik düşüncesi olmadığının göstergesisidir. Adeta Allah, var olan dejenere olmuş, kirli bilgiden O temiz, samimi ve dürüst Nebisini korumuştur… O'nun ilk öğretmeni Allah ve Hz. Cebrail olmuştur… BÜYÜK BİR ÇIKIŞTIR BU!.. Hiçbir dini tecrübesi olmadığı halde, kırk yaşında, aldığı vahyin heyecan ve aşkıyla, birden ve aniden ortaya çıkarak, ben Allah'ın Resulüyüm diyerek insanları Allah'a iman etmeye davet ediyor. Yirmi üç yıl gibi kısa bir zaman içerisinde İslam tüm Arap yarımadası, Orta Asya ve ötelere taşınarak dünyanın en güçlü dini ve toplumu haline dönüşüyor. Okuma yazma bilmeyen, herhangi bir eğitim almayan, lider ve bir bilge de olmayan bir insan için çok büyük ve akıl almaz bir çıkış bu… İşte bir yönüyle, Peygamberlik hayatının hikayesi bu.... Kıymetli üç aylara girdik, hepimiz hakkında mübarek olsun inşallah. Sevgi ve saygılarımla… Gönlünüzce kalın… YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 06 Kasım 2024 İlahiyatçıları/din adamlarını dinlerken ölçüleriniz olmalı07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?11 Ağustos 2024 Düşünme Örgümüz ve Ülfet Tuzağı: ATEİZM VE AGNOSTİSİZM
|