Entelektüel mi? Kime 'entelektüel' denir?Bugün Türkiye'de kendisini “entelektüel” olarak niteleyen birçok kişi vardır. Gerçek manada “entelektüel” olup olmadıklarını olay ve olgular karşısında gösterdikleri tutumlara bakmak gerekiyor. Türkiye'de “bir şey olmak” çok kolaydır, ama “kendin” olmak zordur. Kolaydır, eğer suya sabuna dokunmuyorsanız, birilerini ve bir şeyleri övüyorsanız ödüllendirilir, taltif edilirsiniz. Zordur, eğer kendinize ait bir duruşunuz varsa sergilenen haksızlıklara ortak olmuyorsanız, mevcut hegomonik düşüncenin dışında düşünüyor ve yaşamaya çalışıyorsanız işiniz gerçekten zordur. Başka bir tabirle kolektif bir bilinç ve bir sürü psikolojisi içindeyseniz her şey mümkündür, fakat nev'i şahsınıza münhasır bir kimlik taşıyorsanız işiniz zordur. Onun için, bazı insanlar hak ettikleri halde, “hak etmedikleri yerlerde olmaları” ve bazı insanların da “olmaması gereken yerlerde olmaları” o toplum için gerçekten acı bir durumdur. Bu durumun tek bir izahı vardır; bireyselleşememiş cemaatlerin aşırı varlığıdır. Sistem hiçbir zaman yöneticilerin zihniyet dünyasında müstesna bir yapı değildir. Her zaman sistemi yürütenlerin zihniyet dünyası sistemi şekillendirir. Tarihte bunun birçok örneği vardır. İslam kültüründe ulemanın ümeranın sofrasından uzak durmasını tembihlemesinin sebebi budur. Nitelikli insan ile niteliksiz insan arasında kıstas; sadece bilgi sahibi olmak, dil bilmek değildir. Bugün ulusal çapta geniş bilgi literatürüne sahip olup ta bilerek yanlış şeyleri dillendirenler, gerçekleri kamufle etmeye çalışanlar, haksızlık karşısında susanlar veya göğüslerini gere gere yalana şahitlik edenleri görünce bunun okuryazarlıkla bir ilişkisinin olmadığını insan anlıyor. Diplomanın ve okur-yazarlığın günümüz insanına kattığı değeri ciddi bir şekilde sorgulamak gerekiyor. Bilginin değerler dünyasından kopuşu insanın yeryüzünde utanma melekesini yitirmesine sebep olmuştur. Bundan daha acı bir şey yoktur. Utanma duygusunu kaybeden bir toplum çağına karşı ahlaki bir sorumluluk taşıyamaz. Onun için aydın ile entelektüel arasında ayırt edici bazı şeyleri konuşmanın zamanı gelmiştir diye düşünüyorum. Bilgi sahibi olmak ile aydın olmak farklı şeylerdir. Her bilgi sahibi olan kişi aydın olmadığı gibi her okur- yazar olmayan da cahil değildir. Aydın ve entelektüel her ikisi de bilgi sahibidir. Ayrıştıkları nokta olay ve olgulara karşı göstermiş oldukları tutumlardan kaynaklanıyor. “İntellectüel” kelimesi Fransızca “zihinsel/ düşüncel faaliyetlerle uğraşan kişi” yani bizdeki karşılığı “alim” anlamına geliyor. Aydın kelimesi ise modernleşme tarihimizle paralel literatürümüze girmiş bir kavramdır. Fransızca karşılığı “Eclaria” yani “aydınlanmış, “münevver” kelimesine eş düşüyor. Birisi bilgisini toplumun genel yararı için toplumu aydınlatmaya çalışırken, diğeri sadece kendi zihinsel zenginliğini ve konumunu korumak için kullanır. İnsan bireysel anlamda elde ettiği bilgi ile aydınlanabilir fakat başkalarını aydınlatmıyorsa sorun orada başlıyor. Yoksa ikisinin de tarihin karşısında üstlendikleri fonksiyonlar aynıdır. Kişinin aydınlanmış bir bilince sahip olması için başkalarına faydalı ve iyi işler yapma pratiğine ve iradesine sahip olması gerekir. Birilerini hedef göstermekten ziyade doğruları işaret etmek kadar güzel bir yöntem yoktur. Yeter ki, aydınlanma bir toplumsal mühendislik projesi olmasın. Türkiye'de birçok akademisyen, yazar, gazeteci, eli kalem tutan kişi bir konu hakkında bilgi sahibi olabilir. Fakat toplumsal ve siyasal eşitsizliklere karşı fikir ve eylemde pasif kalıyorsa entelektüel olabilir, fakat aydın olamaz. Başka bir deyişle, sanattan, özgürlükten, hukuktan, adaletten ve güzellikten yana taraf olmayanlar, otoritenin amaçladığı kurulu düzeni bir gereklilik olarak görenler, entelektüel olabilirler ama aydın olamazlar. Bir kişi taraf olması gereken yerde “tarafsız”, tarafsız olmaması gereken yerde “taraf” oluyorsa, orada bir sorun vardır demektir. Şahsiyet ve özgürlüğü, ehliyet ve liyakati önemsemeyenler veya tali bir unsur olarak görenlerin özelliklerine baktığımızda, bu kişiler hem politiktirler hem apolitiktirler. Eleştirir gibi görünürler ama aslında eleştirmezler. Statükoya karşı gibi görünürler, aslında statükocudurlar. Demokrat tavırlı gibi görünürler aslında otoriterdirler. Bu tip kişilerin otoriter yapıyı; “özgür toplum”a karşı tercih ettiklerini görüyoruz. Türkiye'de mevcut yanlışları görüp toplumu aydınlatmayanlar, toplumu gerici ve kendilerini çağdaş olarak görmeye alışkındırlar. Aydın bir kişi; bir konuyu incelerken, analiz ederken olay ve örgülere duygu ve düşüncelerini giydirmeye çalışmaz, sadece şahitlik eder. Kabukla uğraşmaz, öze iner. Tarafsızdır. Gerçekleri manipüle etmeye çalışmaz. Düşüncesini ve iradesini bir şeyin emrine amade kılmaz ve kiraya vermez. Aydın/münevver bir kişi bürokrat gibi düşünemez. Çünkü bürokrat mevcut olanı uygulamakla mükelleftir. Oysa aydın, iyi ve kötü karşısında tarafsız olmayı değil taraf olmayı gerektirir. Siyaseti; çıkarların sürekliliği olarak değil refah ve huzurun aracı olarak görür. Kendisini cennetlik diğerleri cehennemlik olarak görmez. Konumlandırmaz. Bir insanın bilgi birikimine sahip olması, yazar olması veya bir unvana sahip olması onu entelektüel kılabilir fakat aydın kılamaz. Çünkü aydın olmak, mevcut sistemin sesini dillendirmek değil tam aksine sistem dışında kalanların sesi olabilmektir. Otoriteyi değil, adaleti, eşitliği ve özgürlükleri her koşulda savunmaktır. Ünlü oryantalizm eleştirmeni Edward Said bu tür entelektüelleri otoritenin dilini şerh eden “memur”lar kategorisinde değerlendirir. Bürokratik ve ideolojik aygıtları kutsal kabul eden, eleştiriden muaf tutan, genel geçerli düşüncelerin dışında diğer düşüncelere yaşam imkanını vermeyen bir kişi aydın olamaz. Aydın olmak hakikate şahitlik etmektir. Düşmanın bile söz hakkı ve özgürlüğü için mücadele etmektir. Çünkü aydın kişi bilir ki hakikatin efendisi yoktur. Hakikat, bilge insanların yitik hazinesidir. O hakikatin temsilcisi değildir, olsa olsa hakikatin yolunda yürümeye çalışan bir yolcudur. Onun için aydın insanın totemi ve tabusu yoktur. O insanlığa yeni düşünce zindanları inşa etmez, mevcut düşünce zindanlarına karşı insanları mücadeleye davet eder. Tarihi dondurmadığı gibi geçmişi de kutsamaz. Geçmişi kutsayan bir kişinin geleceği inşa edemeyeceğini bilir. Retrotipik düşüncelerin insanın tahayyül dünyasına ket vurduğunu bilir. Sürekli topluma korkular veya zaferler şırınga ederek oyalayan bir düşüncenin hastalıklı bir düşünce olduğunu bilir. Aydın olmak önce sağlıklı düşünmeyi gerektirir. Çünkü o başkalarından önce eleştiri oklarını kendine doğrultan bir duruşun temsilcisidir. Aydın kişi halka karşı mütevazidir, fakat yalana ve kötülüğe karşı şedittir. Aydın kişi evrensel gerçeklere kulaç atmaktan çekinmez. Bir arı gibi insanlığa faydalı olan her düşünceden bir şeyler kapmaya çalışır. Aydın olmayan bir kişi başkalarından bir şey öğrenmeye ihtiyaç duymaz. Herkese her şeyi öğreteceğini sanır. Kendisini muallim diğerlerini talebe sanır. Herkesi talebe sanan birisi ya cahildir ya da bilerek toplumu uyuşturmaktadır. Türkiye'de birçok entelektüel bu sınıfa dahildir. Bazı şeyler vardır öğretilmez, kişi kendi kendine yaşayarak (sevgi, nefret) öğrenir. Bazı şeyler vardır öğrenilmeden (okumak, konuşmak) öğrenilmez. Çağımızın en kötü tarafı ise insanların düşüncelerine karşı sarılmaz olan inançlarıdır. İnsanoğlunun en tembel organı beynidir. Bir insanın beynini istediğiniz şekilde yönlendirebilirsiniz. Beyin eğer kötü bir eğitim tedrisatından geçmiş ise artık onu kolay değiştiremezsiniz. İnsanın doğallığını yok eden alışkanlıklar, önyargılar sonradan toplum tarafından verilen/ kazandırılan şeylerdir. Çağımızda öyle bazı insanlar vardır ki, siz onlara hiçbir şeyi öğretemezsiniz. Bunlar ya kötülüğün gönüllü kulluk memurlarıdırlar ya da gerçekten varoluştan ahmak tipli insanlardır. Bilginin davranıştan ayrıştırılması günümüzün en önemli sorunlarından birisidir. Epistemolojik alanın değerlerden ayrışması kendi başına sorundur. Aydın ile entelektüel kişiliğin ayrıldığı yer burasıdır. Aydın olmak, sadece var olan eşyanın hakikatini bilmek değildir. Aydın, olay ve olgulara eleştirel bakabilen bir kötülüğü gördüğü anda iradesini ortaya koyabilen, değiştirme gücü yetmediği takdirde onu dillendirebilen veya hiçbir gücü yoksa bile kötülükten uzaklaşıp, mağarasına çekilmesini bilen kişidir. Bu da aydın olmanın asgari şartıdır. Doğu ve batı kültüründe bu konuyla ilgili iki örnekle sözlerimi bitirmek istiyorum. İslam'ın geldiği ilk zamanlarda Mekke'nin en entelektüeli Nadr B. Harise'ydi. Uluslararası bir tüccardı, yabancı dillere vakıftı ve sebep -sonuç ilişkilerini iyi mukayese eden güçlü bir akla sahipti. Fakat iyilik ile kötülük, doğruluk ile yanlışlık arasında tercihte bulunmadığı için insanlığın ortak çıkarlarından ziyade kendi çıkarlarını öncelediğinden dolayı Hz. Peygamber ona “Mekke'nin şeytanı” lakabını taktı ve toplumdan tecrit etti. Rahmani düşünce ile şeytani düşüncenin ayrıldığı yer burasıdır. Zengin olabilirsiniz, vali olabilirsiniz, belediye başkanı olabilirsiniz fakat icraatınız sonucunda insanlar nefes alamıyorlarsa orada “şeytani” bir düşünce vardır demektir. Roma İmparatorluğu'nda Spartakus senatör değildi. Belki okuması ve yazması da yoktu. O bir entelektüel değildi. Fakat köleliğin kötü bir şey olduğunu ve kaldırılması için mücadele edip insanları aydınlattığı için tartışmasız bir aydındı. Okuryazar olabilirsiniz, anlı şanlı bir unvanınız da olabilir, ama çağınıza karşı sorumluluk duymuyorsanız “aydın” olamazsınız !..
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 08 Kasım 2025 Yeni dünya düzeni ve New York'taki seçimin dip akıntısı bize neyi anlatıyor?23 Eylül 2025 Sanatçı ve Sanatın Doğası28 Ağustos 2025 Batı Nasıl Yükseldi ve Doğu Neden Çöktü?09 Temmuz 2025 Doğa ve insan ikileminde uygarlığımız
|