BEN MERHAMETİ ENGELLEYENLERLE SAVAŞIRIMKur'an, Bismillahirrahmanirrahimi bir parola gibi hayatımızın her safhasına katmıştır. Neden? Çünkü bu parolada Allah, Rahman ve Rahim gibi Rabbimizin en büyük isimleri sıralanmıştır. Her hayra bu güzel isimlerle başlayın ki işleriniz güzel olsun dercesine. Rahman, Allah isminden sonra gelen ikinci sıradaki isimdir; Rahman, sevgiyi, şefkati, acımayı, rızık vermeyi, korumayı ve benzeri bir çok özellikleri kapsayan bir isimdir de ondan. Çok şükürler olsun ki Allah, Rahmeti kendisine farz kılan bir Rahmandır. En sevdiği kul peygamber olan Hz. Muhammed'de de şefkat ve rahmet duyguları ileri düzeydedir. Hz.Ömer, bazı olaylar nedeniyle kişilerin cezalandırılmasını istediğinde, “ben Rahmet peygamberiyim, lanet peygamberi değilim” demiştir. Nitekim, Allah Kur'an'da “biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik” diyerek o kutlu peygamberin bu özelliğini de ilan etmiştir. Ancak, peygamberimizin farklı bir durumu daha var ki, o aynı zamanda bir savaş peygamberidir. Bu savaş, yakıp yıkma ve durup dururken saldırma, insanları öldürmeye dönük olan bir savaş değildir. Peygamber kendisinin bu durumunu anlatırken, “ben Rahmet peygamberiyim, ama aynı zamanda Rahmeti engelleyenlerle savaşan bir peygamberim” diyerek bu özelliğini de dile getirmiştir. Yani adalet ve merhametin yaşaması için gerektiğinde savaşmak. Bilindiği gibi peygamberin savaşlarının (Bedir, Uhud, Hendek, Tebük, Mute, vb.) çoğu savunma savaşlarıdır. Mekke'nin fethine yönelik girişilen askeri hareket bu anlamda farklıdır. Bu bir fetih, rahmet ve bir ihya hareketidir. Şimdi gelin hep beraber bu fetih hareketinin af ve merhamet boyutunu birlikte izleyelim. Öz vatanlarında her türlü hakarete ve haksızlığa uğrayan Müslümanlar, Medine'ye hicret etmiş, Medine, çevrelerindeki bir çok belde ve topluluklar islamı seçmiş veya anlaşma yaparak İslami otoriteyi kabul etmiş. Peygamber Medine'de bir lider, bir yönetici, bir komutan,bir hakem, bir aile reisi ve bir insan olarak, Kur'an'ı hayata aktararak (sünneti) örnek modellik sergilemeye başlamıştır. Medine kısa zaman içerisinde bir peygamber şehrine dönüşmüştü. Allah'ın yeryüzündeki ilk mabedi, Allah evi, Müslümanların kıblesi olan Kabe'nin bulunduğu Mekke'ye sıra gelmişti. Kureyş'liler, Hudeybiye barış anlaşmasına aykırı davrandıklarından dolayı Mekkenin fethi için meşru bir zemin de oluşmuştu. Hz. Peygamber on bin kişilik bir orduyla, Mekke'ye doğru ilerliyordu. Araplar ilk defa böyle bir orduyla yola çıkıyorlardı. Tüm Müslümanlar, kendilerine yapılan haksızlık ve zulümlerin intikamının, Kureyşli'lerden alma zamanının yaklaştığını düşünerek, büyük bir heyecanla Mekke'ye doğru yol alıyorlardı. Her kesin bir acısı ve bir hesabı vardı, duygular çok yoğun ve karışıktı. İslam ordusunun sancağı Ensar'ın büyüğü olan Sad bin Ubade'deydi. Sad devenin üzerinde yüksek sesle, “bugün intikam günüdür, bugün kan akıtma günüdür, bugün Kureyşli'lerin alçalacağı gündür” şeklinde haykırıyordu. Bu sözleri duyan Rahmet Peygamberinin çehresi bir anda değişmişti, Sad bin Ubade'ye yaklaştı ve sancağı elinden alarak Hz. Ali'ye verdi ve yüksek sesle, “bugün merhamet günüdür, bugün barış günüdür, bugün Kureyş'in aziz olacağı gündür” devamla “ben merhamet peygamberiyim, ancak ben aynı zamanda Merhameti engelleyenlerle savaşan bir peygamberim de” şeklinde konuşmalar yaparak, ordunun intikam ve öfke ateşini söndürmüştü. Mekke'ye yakın bir yerde, yol güzergahında bir ağacın altında üç yavru doğuran bir köpek vardı. Hz. Peygamber devesinden indi, rahmetle onlara baktı ve Sariye adındaki bir sahabiyi, ordu tarafından zarar görmesinler diye bu yavruların başına nöbetçi olarak dikti. Mekkeye doğru yaklaşırken, Kasva adlı devesinin üzerinde, gurur ve kibirden uzak, iki büklüm olmuş büyük bir tevazu ile Allah'a hamdediyor ve Kabe'ye doğru yaklaşıyordu. Kureyşli'ler şaşkın ve tedirgin, başlarına geleceklerin korkusuyla bekliyorlardı. Normalde böyle bir durumda canlar heba edilir, mallar talan edilir, namuslar payımal edilirdi. Ama, bu peygamber başka bir peygamberdi, adalet ve rahmet doluydu, onları yeni bir inanç ve bakış açısıyla buluşturacaktı. “bugün Kabe'ye sığınan emindir, bugün evine sığınan emindir, bugün Ebu Süfyanın evine sığınan da emanettedir” diyen, rahmet ve şefkat dolu Peygamberi ses yankılanıyordu Mekke sokaklarında. Bu büyüleyici ses Mekke'nin korku havasını bir anda değiştirmişti. Umutlar yeniden yeşermişti. Aynı peygamberi ses Kabe etrafında toplanan halka yeniden yönelmişti, “bugün benden ne yapmamı bekliyorsunuz?” hep bir ağızdan, “sen kerim bir kardeşsin, senden iyilik bekliyoruz” dediler. Kutlu peygamber de evet bugün Yusuf Peygamberin kardeşlerini affettiği gibi ben de sizi affediyorum, bugün size kınama yoktur.” Emin, güvenilir ve merhametli bir kardeş olduğunu, o güne kadar göremeyen gözlere açık ve net bir biçimde göstermişti. Ebu Süfyan'a yapılan bu kıyağın ayrı bir önemi vardı. Çünkü Peygamberimiz Mekke döneminde kendisini taşlayanların baskısıyla komşusu olan Ebu Süfyanın evine sığınmak durumunda kalmıştı ve Ebu Süfyan gelenekleri gereği onu korumuştu. Peygamber bu iyiliğin altında elbette kalamazdı, Ebu Süfya'nın bu asil davranışına, daha büyük bir asaletle karşılık vermişti. Böylece içlerinde kin besleyenlerin yüreklerini temizlemişti adeta. Evet o peygamber öldürmek için değil yaşatmak için vardı. Yaşatmak için savaşmak zorunda kalmıştı. O İnsanların, Allah'ı tanıyıp güzel bir kul olarak yaşamalarının zeminini oluşturma savaşımını veriyordu, çünkü Peygamberi feraset ve vahyin engin ufkuyla, Mekke halkının, İslam dinine sahip çıkarak, Allah adını kıtalar ötesine taşıyacaklarını biliyordu. Kalbi kararmış, İslam düşmanlığını kendilerine gaye edinen ve yeryüzünde fesat çıkarmaktan başka işleri olmayan 5-10 kişilik azılı grup vardı ki, sadece onların öldürülmesini emretti. Çünkü o denge insanıydı. Adalet ve rahmetin nerede uygulanacağını iyi biliyordu. Hele sevgili amcası Hamza'yı, özel takiple öldüren Vahşi'yi affetmesi, ayrı bir büyüklüktü. Ancak bir peygamber yapabilirdi bu davranışı. Kendinizi yoklasanıza, siz olsanız, tam fırsatını buldunuz, amcanızın katilini bir göz kırpmakla yok ederdiniz. İşte peygamber farkı bu… Adalet ve Rahmet peygamberinin ümmeti olan bizler, o rahmetten ve adaletten ne kadar da uzak kalmışız. Yanıbaşımızda yaşayan mazlumlardan, yetimlerden, zayıf ve kimsesizlerden habersiz yaşıyoruz. Biz böyle olmamalıydık. Merhamet ve adalet Peygamberinin ümmetine yakışan bir toplum olma dileğiyle… Saygı ve sevgilerimle
Bünyamin BAYRAM Eğitim ve Denetim Uz. YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 06 Kasım 2024 İlahiyatçıları/din adamlarını dinlerken ölçüleriniz olmalı07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?11 Ağustos 2024 Düşünme Örgümüz ve Ülfet Tuzağı: ATEİZM VE AGNOSTİSİZM
|