Bölgecilik, Güç ve Komadaki 'LİYAKAT'Sosyal medyada; seviyeli eleştirileriyle takdir ve takip ettiğim komşum, sevgili Avukat Bülent Altuntaş, bir süredir “yazacağım” dediğim ancak her defasında farklı bir konu nedeniyle ertelediğim bir hususa dair paylaşımda bulunmuştu ve bir bakıma ilham perilerime fısıldamıştı..! Paylaşımda; “Bu şehirde halen köy adına, bölge adına, aşiret adına, herhangi bir grup adına dernek kurulduğunu gördükçe geleceğe dair umutlarımız da bir bir kayboluyor. Dünyada sınırların kalktığı bir zaman diliminde hala aidiyetini meziyet sananlarla gidilecek yer feodalizmin ve bağnazlığın kıskacında can çekişen Ortadoğu bataklığıdır, modern dünya değil.” deniyordu. Önemli ölçüde katılmakla birlikte, biraz daha açacak olursak; Kendi bölgesi, ailesi ya da aşireti… Kavram ne olursa olsun, insanların bir birini tanıması, kaynaşması ve sıla-i rahmin gerekliliğinin sağlanması için yola çıkan ve bu amaçla faaliyet gösteren derneklerin var oluşunu anlıyorum, kıymetli de buluyorum. Lakin bu derneklerin zamanla büyümesi, özellikle de siyaset dönemlerinde yörüngesinden çıkmasına sebep olabiliyor. Aday belirlemede etkin olma gayreti ve bölgesinden çıkan adaya güç katma eğilimi, maalesef derneklerin genel amaçlarının dışına çıkmasına sebebiyet veriyor. Bir diğer deyişle gücü kendi limanına çekme çabası… İşte o zaman, ‘feodalizm' vuku buluyor. Bir diğer bakış açısıyla; farklı bir ildeki hemşehrilerin “dayanışması ve yardımlaşması” bakımından kıymetli gördüğüm il derneklerinin varlığını kıymetli buluyor, ilçe, köy ya da mezra derneklerini anlamsız bulmakla birlikte buna yeltenenlerin amaçlarını da “tanıtım, güç edinme ve alan açma” hamlesi olarak değerlendiriyorum. Bu, ilk örneklemenin dışında, “az olsun ama benim olsun” yaklaşımının tezahürüdür. Tıpkı, söylemde liyakati savunan ama pratikte asla kabul etmeyen ve uygulamayan bu şehirde özellikle de ‘seçim' kavramının ortaya çıktığı durumlarda sıkça karşılaştığımız “benim aşiretimden ya da benim bölgemden olsun, hiç de kötü olsun, beceriksiz olsun. Başkası olacağına benim köylüm olsun” yaklaşımı gibi… Nüfus egemenliğinin yegâne koz olarak kullanıldığı bu şehirde, seçimler de, atamalar da, diğer tercihler de genellikle bu döngü etrafında şekilleniyor. Bunu öyle cahil cühela kimseler değil, okumuş, güngörmüş diye tabir ettiğimiz insanlar da yapıyor. Amaç, menfi kazanımları ‘feodalizm' aracılıyla elde etmektir. Öyle ya; nüfus bakımından yeterli güce sahip değilseniz bu şehirde; kişiliğinizin, becerinizin, kabiliyetinizin, tahsilinizin, kısacası liyakatinizin hiçbir önemi yoktur. Düşünsenize; nüfus bakımından yeterli yoğunluğu bulunmayan bir ilçeden, köyden ya da beldeden, gerçekten okumuş, güngörmüş, donanımlı, adil ve dürüst, daha farklı ne meziyet ve vasıf varsa kondurduğunuz biri çıkıp seçim sürecinde dese ki; “Bu şehrin kaderini değiştireceğim” Ve gerçekten de o kabiliyet de görülse bu kimsede… Aradığınız tüm kriterleri bulabiliyorsunuz. Toplum da bu meziyet ve kabiliyeti kabul etmiş olsun. Ama karşısındaki rakibi de ilçeniz, bölgeniz veya köyünüzden biri olsun. Liyakatsiz, kabiliyeti düşük, vasat bir karaktere sahip, hizmet üretemeyeceğine adınız gibi emin olduğunuz biri diyelim. Siz kimi tercih edersiniz? Bu soruyu daha önce birçok kişiye sormuştum. “Ama dürüstçe cevap verin” dediğimde “Köylümü, bölgemin veya aşiretimin adamını desteklerim” yanıtını almıştım. Peki sebep? En fazla aldığım sıradan cevap şuydu; “Herkes kendi bölgesinin adamını tutuyor. Gelen bölgecilik yapıyor, ben niye kendi adamımı tutmayayım?” Bu tercihi sadece siyasal değil, “seçim” kavramının geçerli olduğu tüm alanlarda da görebilirsiniz. Liyakati savunmamız laftan ibaret maalesef. Liyakatten yoksunluğuna aldırış edilmeyen ve üzerinden ‘etkin aidiyetini' aldığınızda yuvarlak soba borusunu andıran, içi boş tenekeden farksız kalan nice kimseler, bu şehirde ‘feodalizm' üzerinden baş tacı edilmeye çalışılmıyor mu? Hiç şüphesiz feodalizmi yok saydığını haykırıp, zora girdiğinde ya da yalnızlaştığını hissettiğinde ise etrafında bir güç oluşturarak hedefindeki makama ulaşmak adına bölgeciliğe, aşiretçiliğe sarılanları görmüyor mu bu şehrin insanları? Aynı şekilde ideolojik saplantılarımızda da bu durum geçerli oluyor. ‘Benim ideolojimden' diyerek de pireyi deve yapıyor, liyakatsizliğine aldırış etmeden kişileri destekliyoruz! “Vasat olsun ama benim bölgemin adamı olsun” ya da “Hiç de kabiliyetsiz olsun, ben liyakate değil, ideolojimden yana tavır takınırım” diye diye, bu memleketin geleceğini yok ettik, etmeye de devam ediyoruz. Normal şartlarda liyakati, hakikati, memleketin geleceğini demagojik olarak ifade eder ve savunuruz ama uygulamada esamesi okunmaz..! Bunu da, bir önceki yönetici ya da siyasetçi için sarf edeceğimiz “Bundan öncekiler çok mu iyiydi?” cümlesiyle hiç eder, liyakati de, güzel yarınları da böylece erteleriz. Bu handikap Bingöl'e has bir durum değil. Bingöl'de aşiretçilik ya da bölgecilik öne çıkıyorsa, büyükşehirlerde de aynı durumla karşılaşırsınız. Fakat bölge insanımızın batı illerindeki tutumu biraz aksidir. Burada ise feodalizm değil, güçten yana olma eğilimi ağır basıyor. Örneğin İstanbul'da bir Bingöllü bir hemşehrimiz yeterli liyakate sahip olsun ve bir seçimde aday olsun. Biz gider Karadeniz lobisinin desteklediği aday etrafında konuşlanırız. Çünkü toplum olarak kendi mahallemizde nüfus anlamında kalabalıksak ailemizle var olmaya çalışırken, başka mahallede ise oranın güçlüsüyle var olmayı kabul ediyoruz. İçerde bir birimize sarılırken, dışarıda bir birimizi dışlıyoruz. Yani biz, bizi sevmiyoruz. Biz gücü seviyoruz. Biz, ‘feodalizmi' de yerine ve şartlara göre bu gücü elde etmek için kullanıyoruz. Liyakati esas alsak ve gerçekten buna göre bir gelecek inşa etme gayemiz olsa, kişilerin nereli ya da hangi bölgeli olduğuna asla bakmayız. Bu, bizler için asla bir kriter olmayacaktır. Liyakati, hakikati, memleketin geleceğini süslü cümlelerle savunan bizler, bugün ‘feodalizmi' kabul etmediğimizi öne sürsek de, seçim süreçlerinde hiç şüphesiz yine bölgeciliğe, aşiretçiliğe sarılacağız. Ve göreve talip olanlar da bunun üzerinden bir varoluş hamlesi yapacaklardır. Özetle; bizler asla dünya penceresinden bakamayacağız. Ve sığ fikirlerle liyakati öteleyip aidiyetimizle var olma mücadelesini sürdüreceğiz, güçten yana tavır takınmaya devam edeceğiz. Toplumsal reflekslerimiz bu yörüngeden kopmadığı sürece seçilme arzusu taşıyanlar da bu çerçevede rollerini şekillendirmeye devam edecektir. Bir de liyakat vardı değil mi? Maalesef o şuan komada!
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 14 Eylül 2024 Bingöl'e uzay üssü ve gözlemevi yapılsın!04 Eylül 2024 Bingöl için 'ben varım' diyecek babayiğitler aranıyor!01 Ağustos 2024 İhmal edilen neslin şehri yıkımı nasıl durdurulacak?22 Mayıs 2024 Bizi deprem değil beceriksizliğimiz yıkacak!
|