Araf'taki zazaca-2Gerek sanal ortamda, gerek yazılı basında Zazaca tartışmalarına istemesem de dâhil oldum. Dâhil oldum diyorum, çünkü etnik köken üzerinden tartışmalara girmek hiçbir zaman istediğim bir şey değildi. Zira bu tür tartışmalar, lehte ve aleyhte kamplaşmalara çok müsait zeminlerdir. Nitekim öyle de oldu. Evet, Zazacayla ilgili araştırmalarım var ve Zazacayı paketleyip başka dillerin bagajına sığdırmaya çalışan birçok kişiden daha fazla verilere sahip olduğumu iddia edebilirim. Kendi çapımda, bazı konularda araştırma yaparken iki yıl önce, hicri ikinci yüzyıldan kalma bir şecere, beni bambaşka bir sürece sürükledi. Şecere, Hz. Peygamberin torunlarından Hz. Hüseyin'inin adaletiyle ünlü Sasani Hükümdarı Nuşerivan'ın kızlarından Şehr-i Bânu Gazel-i' ile evliliğinden olan Zeynel Bin Abdin Hazretlerinin, Emevi hükümdarı Birinci Yezid döneminde, Ehli Beyt'e yapılan baskılardan dolayı, Sasanilerin devamı olan Deylimlilere1 sığınmasının ardından peyder pey bu coğrafyaya göçen ailelerden birinin şeceresiydi. Şecere, Basra civarından başlayıp, Küffe, Herat oradan Halep, Mardin, Diyarbakır, Kulup, Lice Hert, Hani Hazro, Gel-ı Dız,(Eğil) ve kuzeyde Serhad illerine uzanan bir hayat öyküsünü içeriyor. Özetle, Kerbela vakasıyla neticelenen talihsiz olaydan sonra, Şam ve Bağdat civarlarında, dönemin idarecilerinin okuttukları ve Ehli Beyt'i düzene biat ememekle, itham ettiği hutbeyi dinlemek istemeyen Müslümanların bir kısmı, bu hutbenin okutulmadığı daha uzak yerlere göç etmede bulmuştu çareyi. Altı ayrı mühür taşıyan bu şecere de böyle bir göçün hikâyesidir. Şecere, Menakıb-ı İbn-i Şehraşub, Keşf'ul-Ğumme, Emali-yi Tusî gibi eserlerde dile getirilen “….Künyesi Ebu Muhammed, Ebu'l-Hasan' olan, bir diğer lakapları ise Zeyn'ul-Abidin, Seyyid'ul-Abidin, Zeki, Emin, Za's- ı Sefinat ibni Seccad'dır…,” bilgisiyle paralellik taşımaktadır. (Seccad, Hz. Hüseyin'in diğer lakabıdır) Tüm Zaza aşiretlerinin arasında dolaşan “Biz Haseniyiz” varyantlarının Muhammed Ebul Hasan olan Zeynel Bin Abdin Hazretlerinin dördü kız, diğerleri erkek on beş çocuğuyla alakası muhtemeldir. (Bkz. Ez-Zeria, c. 4, s. 111; c. 13, s. 345; c. 16, s. 138.) Ayrıca, Deylimliler hakkında daha geniş bilgi için, 1(Bkz. Reşîd ed-Dîn, Câmi' et-Tevârih, s.50; İbn el-Kalânisî, Zeyl, s. 49; İbn el-Esîr, el-Kâmil, c.VII, s. 478; a.mlf., İslâm Tarihi, c.IX, s. 101; en-Nuveyrî, Nihâyet el-Ereb, c.XXVIII, s. 172; )Bakabilirsiniz. "Sasaniler". Temel Britannica Ansiklopedisi. 15. Cilt. İstanbul: Ana Yayıncılık. 1993. ss. sf. 70. Tekrar yazıya dönersek, Gerek okuduklarımdan, gerek araştırmalarımdan yola çıkarak bir köşe yazısı yazdım. Doğrusu gelen tepkileri görünce, ‘keşke bir makaleyle çıksaydım okuyucuların karşısına' dediğimi itiraf etmeliyim. Olumlu, olumsuz eleştiriler aldım. Haklı olarak, “delillerin nedir?” diye soranlar oldu. İnsaftan uzak, belden aşağı saldırılarla cehaletini ifşa eden de oldu. Kaynaklarımın bir kısmı, herkesin ufak bir araştırmayla ulaşabileceği verilerdi, bir kısmına da bu yazıda dikkat çekmeye çalışacağım. Bir kısmını da ilerde hazırlamayı düşündüğüm bir kitapla okuyucularımın karşsına çıkacağım inşallah. Ancak bu eleştirilere cevap vermeden çok önemsediğim iki hususu siz değerli okuyucularımla paylaşmak istiyorum. Birincisi: Bingöl Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsünün “Zazaca yok olmasın!” kampanyası çok önemlidir. Tüm Zazaların bu çağrıya kulak verip Zazacayı seçmeli ders olarak çocuklarına seçtirmeleri gerkir. “İki saatlik, seçmeli dersle mi Zazacayı unutmayacağız?” dediğinizi duyar gibiyim. “Üstelik üç yıl ilköğretimde, dört yıl lisede zorunlu olarak İngilizceyi öğrettikleri halde bu dili öğrenmemişken iki saat seçmeli dersle mi Zazacayı öğreneceğiz?” serzenişinde bulunduğunuzu tahmin etmek de zor değildir. Hiç olmazsa, iki saat seçmeli dersle de olsa bu dili öğetmeye çalışırken öğrenen birkaç gencimiz hep olacaktır. Zazacanın yok olmasını bu ilan maalesef durduramayacaktır. Ama en azından eski Latince gibi arkasından bir tarihi hafıza bırakarak yok oluş geciktirilebilir. Zira “arafa sıkışmış bir dilin suyu ısınmış” demektir. “İletişim çağı, hepimizi birbirine benzetecektir ve olan başka dillerin çekim gücüne giren dillere olacaktır” diyen “Entegrizim” kitbının yazarı Roger Garaudy bu konuda malesef haklıdır. Esasında, Zazaca şimdi yok olma sürecine girmedi. Üç kırılma dönemini yaşadı, o da başlı başına bir konudur. İkinci önemli husus: Zazacayı önemseyen genç kardeşlerimin bu duyarlılığı önemli ancak bu duyarlılık, başka dillere, başak milletlere karşı bir kine dönüşmemelidir. Özellikle faşizm boyutunda Kürtçülüğe sapan bir avuç insana göstereceğiniz tepki, bahtiyar Kürt kardeşlerimize, kahraman Türk kardeşlerimize ve bağrından dinimizin elçisi Fahri kâinat Efendimiz (a. s) çıkaran Arap kardeşlerimize karşı bir buğza dönüşmemelidir. Tüm diller, bu coğrafyanın renkleridir ve tüm diller de Allah'ın birer ayetidir. Bir defa bu ülkenin otuz yılını heba eden bu sorunun temelinde bir insan hakkı ihlali yatmaktadır. Kürtler de Türkler de kucağında buldular bu sorunu ve faturasını hepimiz bir şekilde ödemeye devam etmekteyiz. Sorunun mimarı da Ortadoğu'yu Harbi Umumi sonrası, pergelle parselleyen Anglo Sakson ittifakıdır. Unutulmamalıdır ki, 1920'de kendi meclisini dualarla açan bu halk, ilk defa gerçek anlamda yönetimi 12 Eylül 2010 referandumuyla ele almıştır. Zazaca ve Kürtçenin önündeki engelin kaldırılması da bu sürecin bir meyvesidir. Derneklerin açıklamasına verdiğim tepkiye gelen birkaç eleştiri için şunu söyleyebilirim: Hiç de kızmasınlar, hala haklıyım. Özgür Politika Gazetesinin -ismini burda anmak istemediğim- yazarı, “ …soyunun katiline, annesinin ırzına geçene aşık gibiydiler…" benzeri edebe ve ahlaka sığmayan ithamlarla Bingöl halkına saldırırken bu derneklerin neden gıgıkı çıkmıyordu? “Bu dernekler, Fransızca, İngilizce ve Almancanın, Latinceden kopuşundan önce Hint dil ailesi içinde, Zazacanın kendi mecrasını oluşturmaya başladığını biliyorlar mıydı?” dediğim için bir okuyucum itiraz etmiş. Hint - Avrupa dil ailesinin Germenlerin ötesine de uzanan hikâyesi için aşağıda verdiğim kaynaklara bakarsa görecektir. Bryson, Bill (1990) (İngilizce). Mother Tongue. Penguin Books. ISBN 0-140-14305-X. “Fransızca bir Hint-Avrupa dilidir. Aşağıdaki aile ağacında gösterilen diğer kardeş dilleri gibi Fransızca, Latince soyundandır. Daha belirgin olarak Roma İmparatorluğu'nda yaşayanların çoğu tarafından konuşulan Kaba Latince soyundan ve teknik terimlerinden dışında Klasik Latinceden zamanla uzaklaşmıştır...” Bu bilgi yetersiz geldiyse: Ayrıca, (Bryson, s. 25.) Avrupa dil ailesi şemasının en tepesinde Latincenin dil ağacına bakarsanız belki daha aydınlatıcı bilgi bulabilirsiniz. İngiizcenin doğuşu için de Amerikalı yazar, Henry L. Mencken, "Amerikan Dili" adlı 1921 yılı tarihli kitabına bakabilirler. Zazacaya tekrar dönersek: Zaza tanımına coğrafi bir tanımlama olarak ilk kaynağa, Pers kralı Dara'nın Behistun (Bisutun) Eski Farsça yazıtlarında (M.Ö. 5. yüzyıl, tahminen 520) rastlanır ki, burada yukarı Fırat havzası “Zāzāna” şeklinde adlandırılmaktadır. “Tarihsel süreç içerisinde, “Zaza” adını, günümüzden dörtbin yıl geriye götürmek mümkündür H.Selıc, “Doğu Anadolu'nun Etnik Yapısı ve Zazalar”, Rastiye (Zaza Dili ve Kültürü Dergisi), Amor/Sayı: 7 (Fransa 1992), s. 6.) Dilin fonetik yapısıyla ilgili söylediklerimi de bazıları ya anlamadı ya da bilerek çarpıtma yoluna gittiler. Firdevsinin Sadece şu beyiti bile Zazaca gramerinin tarihi gelişim hakkında net bilgi vermektedir. Sasanilerin yıkılışlarıyla ilgili olarak şöyle der:
kija in bezergan-i Sasaniyan ze Bahramiyan ta be Samaniyan? "Nereye gitti büyük Sasaniler? "Ne oldu Behram'a ve Samanilere?"
Sarfaraz, pp. 329–330, Iransaga: The art of Sassanians Bingöl şivesinde “kija < Şi çıja < şi çıca< şi ça” (nereye gittiler) şekline dönüşürken bugün bile Zazacanın birçok şivesinde “ki ja” şeklinde denilmektedir. Günümüzde de kullanılan “ze” “rı “ ön edatı Sasanilerde sıklıkla karşımıza çıktığı görülmektedir. “Zeto na” (senin gibi deği), rebi ita (buraya gelir misin)… “Bkz. Mîrzâ Habîb İsfehânî'nin Destûr-i Sohen adlı eseri. Diğer bir husus: Mesela Farsça, Kürtçe hatta Türkçe mesneviler, genellikle “fâilâtün fâilâtün fâilün” ile başlayan bahri remelle yazılırken, Ehmed-i Xasi'nin mevlidi ◦mefâîlün mefâîlün feûlün” ile yazılan bahri hecez vezniyle yazılmıştır. “Hemd-u şükr-u to eda qet ni benu “ Ma sera Rıbbi to zonen vinenu” Yakın geçmişten bir örnek verelim. 1990'lı yıllarda, Genç ulemalarından Müdderis Muradanlı Molla Muhamed'in kasete kaydedilmiş bir naatı var. Yazıya geçirilmiş şekli başkasında var mıdır bilmiyorum. Bu naat da yine “m” ile başlayan bahri hecez veznin “müfteilün- müfteilün- müfteilün- müfteilün” ile dile getirilmesi bir tesadüf mü acaba? (gerçi bazı edebiyatçılar “m” ile başlayanları da recez ve hecez diye ikiye ayırır.) Bilenler bilir, aruz vezinli şiirlerde biçim kusursuzluğu önemlidir. Ve vezinler aruz ölçüsü gereği birbirine uydurulmak suretiyle aheng sağlanır. Uymuyan vezinler de yerine göre imale zihaf vb. yöntemlere başvurularak uyum sağlanılır. Molla Muhammed'in naatı bu açıdan da biçim kusursuzluğu sınavını başarıyla vermektedir. “Xorto delal xorto delal tora vaji çend hev-i kal” "Goşterik bı zera rahat imdad Muhammed Mustafa” diye akıcı bir şekilde naat devam etmektedir. Zazacanın, bazılarının iddia ettiği gibi dünden kalma bir dil olmadığını Anadolu'nun doğusundan Pakistan'a Horasandan Kandehar'a geniş coğrafyayı etkilediğini göstermek için değişik etniselerle ortak kullanılan birkaç terimden örnek verdim. “Bir bilmiş okuyucum” bu kelimeler Ermenicedir diye bilgeçlik taslayarak karşıma çıktı. Oysa bu kelimelerin, İrani dil ailesine mensup olduğunu bir Ermeni yazar olan Agop Dilaçar söylemektedir (Bkz. Lehçelerin Yazılma Tarzı, Türk Dil ve Lehçelerinin Tasnifi Meselesi 1954) Kürtçülere de şunu söylemeliyim. Sizinle maalesef aynı frekansta değilim. Siz, Batı patentli ulusçuluk mefkûresinden yola çıkarak, her ulusun devleti var, neden bizimkisi yok diyorsunuz. Bense bir gün Medine'deki en Sevgilinin (s.a.v)'in huzuruna nasıl pasaportsuz giderimin? rüyalarını görüyorum. Siz, İstanbul'a İzmir'e Trabzon'a pasaportla gitmenin hesabı içindeyken, ben tüm İslam dünyasının ortak pasaport kullandığı bir İsalm dünyasını düşlüyorum. “İnsan hakkından yana, envai mağduriyeti olan müslüman milletlerin hakkını adalet masasına yatıran bir ortak adalet divanını kurmuş İslam dünyasının rüyasını görüyorum. Ortak merkez bankasına sahip bir İsalm dünyasının düşlüyorum. “Tek dişi kalmış canavar”ın pençelerinden Müslüman halkını koruyacak, ortak bir orduya sahip isalm dünyasının rüyalarını görüyorum. Belki o zaman Suriye'de kardeşlerimiz birbirini boğazlarken en azından araya girecek içimizden bir ordumuz olurdu. Belki o zaman Saddam Halepçe'de Batılıların desteğiyle çoluk çocuk demeden Kürtleri katlederken dünya üç maymunu oynamayacaktı. Belki o zaman; ABD, Irak'a girip binlerce insanımzın ırzına geçip suçu da Kürt halkının boynuna bırakıp çıkmayacaktı. Belki ozamn Miyanmar, Mali bu durumda olamyacaktı. Belki o zaman Filsistin, Afganistan, ötekiştirilmiş İran bu durumda olmyacaktı. Eğer ille ırk üzerinden tartışmak isterseniz ben yokum bu tartışmada. Yokum, çünkü ben bu ülkede Türküyle, Kürdüyle, Arap'ıyla, Zazasıyla birlikte yaşmaktan mutluyum. Elmayı seviyorum diye içindeki noktalı noktasız kurtçukları sevmek zorunda değilim. Kökeni ne olursa olsun, adam gibi bir adamı; ırkıçı, hilekâr, Zaza'nın, Türk'ün, Kürt'ün, Arap'ın alayına tercih ederim. Bu böyle biline… Eğer Kürtçüler, “Zazalar bizim birkaç yıl önceden şurda burda kalmış çocuklarımızdır” deyip onların dününü çalıp yarının unutturacağız diyorsa, Orda durun. Hele hele Partlardan Sasanilerden başlayıp Fatımilere kadarki süreçte, “Zazalar, verin tarihimi ben gidiyorum derse şayet” geride hiçbir şeyiniz kalmaz. Sasanilerin, Zazana bölgesinde, Nişabur'da, Dara'da Horasan'da, Herat'ta başta Şah Mehmene Sarayında edebiyatın, sanatın mitolojinin imbiğini nakış nakış örüp sonraki topluluklarının edebiyatına da temel teşkil ettikleri mazmunların kaynağına girerseniz ne demek istediğimi rahat anlarsınız. Bakınız; “Gilan-Şah oğlu Keykavus” hikâyelerine, Sasaniyen sülalesnden Hüsrev-u Şirin, (Frehad u Şirin) hikâyelerine, Sasani hükümdarı Perviz'in “haft-peyker” hikâyelerine, Şah Mehmene sarayının mimarı Sinnimar hikâyelerine, Çah Nahşeb hikâyelerine, Nuşerivan veziri “Nürdü-Cehri' nin hikâyesi Şemu pervane, yine Sasani hükümdarı Üçüncü Yezdcirtle hikâyeleri “Şew-çerağ” “Semender”, Nuşerivan ile Mezdek mücadelesini konu alan hikâyeleri, yine Nişaburlu Hamdin-u Kasri ile Şeyh Muammed Maşuk-i Tusi'nin öncülüğünde oluşan Melamilik tarikatının silsilesiyle Anadoluya gelen Bayramilik ve Mevlevilik tasavvu akımının silsilesine… yanı sıra “Mah- Nahşeb” hikâyeleri gibi nice mesnevi geleneğini nasıl etkilediğini görürseniz nasıl kadim bir edebiyatla karşı karşıya olduğunuzu göreceksiniz. Sadece Molla Cami bile başlı başına bir tarihtir. Tabi şu gerçeği de unutmamak gerekir ki, Halid bin Velid Hazretleri döneminden itibaren Müslüman olmaya başlayan, Botan ve Şebap bölgesinde yaşayan Kürtlerin Müslüman olmasıyla başlayan yeni süreçte özellikle Selçuklu, Osamnlı döneminde Kürt medreseleri şapka çıkaracak bir edebiyat ve ilimle karşımıza çıkmaktadır. Biliyorum bu konu mizaha gelmeyecek kadar ciddidir ama Farslara, Türklere, Araplar'a ve Kürtlere mizahla iç içe bir çağrıda bulunuyorum. Aranızdaki meseleleri, Zazaların hakemliğinde konuşmaya ne dersiniz? Baksanıza, Türkler Zazaların yeğeni, Araplarla Zazalar dünür, (Zazaca tabirle “xınami.) Kürtler ve Farslar da ta Orta İran'dan bu yana Zazaların kuzenleridir ve tebasıydı. Henüz Müslüman olmadığı halde Peygamberinin ve onun sahabelerinin övgüsünü kazanan Sasani Şahı Nuşerivan, adaletiyle meşhur bir hükümdardı. Divan edebiyatı başta olmak üzere İran edebiyatı ve Arap edebiyatınıda Hz Ömer'in adaletiyle karşılaştırılacak kadar adil olan Sasanilerin bu son hükümdarı, Nuşerivan ın ordusu İsalm ordusuna yenilince, kızları diğer esirlerle aynı muamele görmemiş, Bunlardan Şehr-i Bânu Gazeli; Hazreti Ali'nin oğlu Hazreti Hüseyin'le evlendirildi. Kızlarından biri Hazreti Ömer'in oğlu biri de Hazreti Ebubekir'in oğlu ile evlendirildi. (Bkz. Ahemd-i Dai'nin Pend- namei Nuşerivan) (Bkz. bir Zaza aydını Nihat Hatipoğlu Hürriyet gazetesi köşe yazısı.) Hazreti Hüseyin ile Şehr-i Bânu Gazel-i'nin evliliğinden Zeynel Abidin Hazretleri dünyaya geldi. Şehr-i Bânu'nun annesi ( Nûşirevân'ın hanımı) ise Göktürk Hakanının kızıydı. (Bkz.Nuşerivan Prof Dr Ahmet Şimşirgil) Yani Türkler yeğen, Araplar xınami, Farslar ve Kürtler kuzen… "Yeğenlerle kuzenleri bir araya getirp birbirinizle nedir bu alıp veremediğiniz?" demek de galiba Zazalara düşüyor. Ne dersiniz! Böyle bir teklif hepinizi bir birinize ırk üzerinden kılıç sallamaktan uzak tutar mı? YORUM YAZIN ![]()
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 03 Ağustos 2015 Hükümet bu defa memurları memnun edecek mi?30 Nisan 2015 7 haziran'a doğru giderken11 Nisan 2015 Aman dikkat gençler!04 Kasım 2014 Çözüm süreci ve kendi ayağına sıkan hdp
|