Bostan ile GülistanŞark Klasikleri deyince, okuduklarımdan ilk aklıma gelenler “Bostan ile Gülistan”, “Tutiname” (Papağanca konuşma), “Kelile ve Dimne”, “Kamil-ül Kelam ve Banu Cihan”, “Mantık-u Tayr” (kuşların konuşması) , Mesnevi Hikâyeleri gibi kültür dünyamıza ait eserlerdir. Batı klasiklerini tanıdığımız kadar, bize ait olan bir tarihin, toplumun ve kültürümüzün taşıyıcı havzaları konumunda olan bu doğu dünyasına ait eserleri, maalesef batılılar kadar bile tanımıyoruz. Bu eserlerin ortak tarafı, hikmeti, irfanı (batının yabancı olduğu kavramlar), güzeli ve çirkini, doğruyu ve eğriyi, aşkları ve hüzünleri, kaderi, kederi, özlemleri, ebediyet arzuları, hayatın anlam arayışlarını, hikâyelerle veya temsili hayvanların diliyle anlatmaya çalışmalarıdır. İlköğretim dönemlerinde La Fountain'in Fabl'larını bilmeyen yoktur. Fountain Fabl'larda hayvanları konuşturur. Aslında Batı kültüründe hayvanların konuşturulmasının köklü bir tarihi de yoktur. Hayvanları konuşturarak gerçekleri, özlemleri dile getirmeyi doğu klasiklerinden (yukarıda saydığım eserlerden benzer örnekler alınmış) öğrenip taklit ettiklerini itiraf etmişlerdir. Okullarda Fablları okuduğumuz kadar, Beydaba'nın Kelile ve Dimne'sini veya Mevlana'nın Hikâyelerini, Sadi'nin Bostan ile Gülistan'ını okuyup, kendimizi ve bize ait olanı tanıyamadık. Gelelim Bostan ile Gülistan kitabına; On üçüncü yüzyılın bir tanığı olan Şirazlı Sadi; İrfani öğretinin şiirsel taşıyıcıları olan Hafız, Mevlana, Şeyh Galip ve diğerleri gibi şiirsel, mecazi ve sembolik bir dilden çok, sade ve yalın bir dil kullanır. Osmanlı Medreselerinin başlıca ders kitabı olan Bostan ve Gülistan gerçekçi, güncel ve geleneksel temaları ele alır. Okurken dinleniyorsunuz. Kendi dünyanıza hitap eden öğütlerle, gerçeklerle yüzleşiyorsunuz. Gençken okuduğum bu eseri olgunluk döneminde yeniden okuyarak düşünsel ve duygusal dünyamda yeni düzenlemeler yaptığımı söyleyebilirim. Bostan ile Gülistan'da Sadi öncelikle, Allah'ı anar; yeryüzü O'nun bağış ve nimet sofrasıdır. Herkes bu sofranın çağrılısıdır. Cemal adıyla çağırınca Şeytan bile umutlanır, der Sadi… Hz. Peygamberi anar; “Hz. Muhammed güzel yaradılışlı, güzel ahlak sahibidir. Bütün insanlara yol göstericidir. Ümmetine şefkat edip şefaat edecektir. Cebrail'in arkadaşıdır. Ey tüm canlıların Peygamber'i sana selam olsun. Ey tüm davranışları kutlu olan kişi” der. Dönemin Sultanlarına öğüt verir; Sultanların gerçek yolu ümit ve korku arasındadır. Ey Sultan iyilik halkına umudun, kötülük korkun olsun. Ümit yoksulların, mazlumların, adalet ve huzur arayanların sığınağı; korku ise kötülerin ve zalimlerin baş belası olsun. Der. Sadi ümit ve korkunun hakim olduğu bir ülkede aşkı yaşamak isteyenlere gizemli bir dille yaşadıklarını şöyle anlatır: Hayatımın en rahat gününü geçirdim dün. Ay yüzlü sevgilim kucağımdaydı. Uyku sarhoşuydu. Ona şöyle dedim: “Ey boyu selviyi utandıran güzel! Ey güzelliğiyle dünyayı karıştıran fitne! Nergislerini bir an olsun tatlı uykunda yıka, gül gibi gül, bülbül gibi öt, dudak rengindeki içeceği getir! Âşıklar elbette su içerler. Ama Nil kıyısında olsalar bile içtikçe artar susuzlukları.” Sevgili uykulu gözlerini süzerek baktı ve “Neler söylüyorsun Sadi? Hem fitne diyorsun, hem de ‘uyuma' diye uyarıyorsun.” Parlak düşünceli Sultanımızın bulunduğu bir zamanda fitneyi kimse uyandıramaz. Hükümranlığında halkın rahat uyuduğu kişi, toprak altında rahat uyur. Der. Bir anlamda çağımıza da seslenir Sadi. Hak ve hukukun, adaletin, huzurun, barış ve kardeşliğin egemen olduğu sistemlere sahip ülkelerde, insanların sevgi ve aşklarını daha içtenlikle yaşayabileceğini vurgular Sadi. İnsanoğlunun temel arayışlarının özünü inanç, aşk ve huzur oluşturmaz mı? Adam olmayı, gönül insanı olmayı öğütler: “Toprak altında bedeni ölü, gönlü diri kişi; yüreği ölmüş diri kişiden daha iyidir” der. “Kötü tohumdan iyi meyve alınmaz, sevdiğine kötü davranırsan senin yüzünü bile görmek istemez. Düşmanı dost yapmak istiyorsan, ona iyilik elini uzat, köpek bile ekmeğini yediği kişiye saldırmaz” diyerek, iyiliği öğütler. Ey insan! Allah seni topraktan yaratmıştır. Toprak gibi gönülsüz ve alçak gönüllü ol. Ateş gibi hırçın ve hırslı olma. Ateş başkaldırdı ve yükselip isyan etti. Kendini beğendiği için şeytan yaratıldı ondan. Toprak tevazu gösterdiğinden Âdem'in özü oldu. Diyerek tevazu ve alçak gönüllülüğü öğütler. Tabi, Sadi bu öğütleri doğrudan aktarmaz. Önce bir hikâye anlatır ve arkasından o hikâye ilişkilendirilerek öğütler sıralanır. Bütün samimiyetimle söylüyorum. Okurken büyük bir keyif aldım. Dinlendim. Çok yeni şeyler öğrendim. Hayatın anlamına, inanca, ölümden sonraki hayata, insanoğlunun fani hayatına, özlemlerine, tutkularına, aşka, dostluğa, huzura, sabır ve hoşgörüye, kişisel gelişim ve erdeme ait yeni şeyler öğrenmek isteyenler “Bostan ile Gülistan” da Sadi'nin sesine kulak vermelidirler. Sevgi ve saygılarla kalın… YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?11 Ağustos 2024 Düşünme Örgümüz ve Ülfet Tuzağı: ATEİZM VE AGNOSTİSİZM25 Haziran 2024 Bilimsel Bilgiye Müslümanca ve Ateistçe Bakış!
|