Gazze Bataklığında Bir Medeniyetin İflası…On beş yıldır İsrail tarafından Abluka altında tutulan, tüm giriş ve çıkışları, her türlü gıda ve diğer ihtiyaçları kontrol edilen, açık ceza evi gibi, küçük bir coğrafyaya sığdırılmış savunmasız Gazze halkı, sivil/askeri ayırım gözetilmeden günlerdir havadan bombalanıyor. Daha önce de 27 Aralık 2008 tarihinde, Hizbullah iki füze salladı diye; İsrail, Gazze'de sivil, asker, yaşlı, çocuk ayrımı yapmadan, çoğu çocuk binlerce sivil insanı acımasızca 22 gün boyunca bombalayarak kan ve göz yaşı akıtmıştı!.. HAMAS ülkesini İsrail'e karşı korumak için kurulmuştur. İsrail'in korkulu rüyasıdır. Ancak, HAMAS'ın son saldırısında kadın, çocuk, yaşlı ve sivil ayrım yapmadan giriştiği saldırıya katılmak mümkün değildir. Bilemiyorum İsrail'in yıllardır, çoluk çocuk ve kadın demeden yaptığı katliamlara karşı bir tepki midir.? Ne olursa olsun inancın ilkelerine uyarak zalim İsrail ile savaşmalıdır. İsrail de sivil halka saldıracağına adam gibi Hamas ile savaşması gerekirdi. Ancak, karşılığı böyle olamaz. Yaklaşık yedi bin ölü var ve bunların üç bini çocuk. Akıl alır gibi değil. Hamileri olan ABD ve Avrupa ülkelerinin de desteğini alan Siyonist İsrail, Gazze'de vahşet kusuyor, kan emici gibi kan akıtıyor. Ateşkes çağrısında da bulunmuyorlar. İsrail Kara harekatıyla da tam bir işgal ve soykırım hesabı içerisinde. İşin garibi, sözde uygar ve gelişmiş medeni medeni Batı ülkeleri bu vahşeti desteklemeleridir. Demek ki, İnsani ve ahlaki anlamda İflas etmiş, kokuşmuş batı medeniyetinin sahibi olan bu ülkeler, kan emici bir Vampire kan emme imkânı sunuyorlar!.. Ne acıdır ki, batılı güçlere dayanarak iktidarlarını sürdüren birçok İslam ülkesi liderleri, acımasız vahşeti izlemekle veya cılız bir kınamayla geçiştirmeyle yetiniyor… Tevrat'ta Bab, 15'de; “şimdi vur, düşmanlarına saldır ve düşmanlarının kendilerini, yaşlılarını, kadınlarını, çocuklarını, emzikteki bebeklerine kadar, hayvanlarını, öküzlerini, keçilerini, koyunlarını, tavuklarını, evlerini, her şeyi yok et.” Der. İnsanlık dışı ve tahrif edilmiş kitapları, Gazze'de yapılan vahşeti hoş görebilir; peki sözde insan hakları savunucuları ve uygarlığın beşiği olduğunu iddia eden ABD ve Batı ülkelere ne demeli?.. Aslında bu ve benzeri olaylar, batı medeniyetinin insanlık dışı ve çıkarı esas alan temellere dayandığını göstermektedir. Batıyı yeterince anlayamayan ve batı hayranlığı uğruna temel insani ve manevi değerlerimizi yok sayanların, bu olayları ve durumları analiz etme adına bir daha yeniden düşünmeleri gerekmektedir. Peygamberimiz bütün savaşlarda, korumasız sivillere, yaşlı ve çocuklara, ağaçlara ve hayvanlara karışılmamasını, eline silah alıp ordunun karşısına çıkanlarla savaşılması gerektiğini söyleyerek, çağlar üstü bir savaş hukukunu ve uymamız gereken temel insani değerlerimizi ortaya koyarak medeniyet anlayışımızın temellerini oluşturmuştur. Böyle bir insanlık ve uygarlık geçmişine sahip insanlar olduğumuzu unutmamamız gerekiyor. Bugün batılı devletlerle birlikte Gazze'de, dün Irak'ta, Afganistan'da, vb. ülkelerde yapılanlar gibi, Batılıların işgallerinde ise tam tersi yaşanmış, kanlar akıtılmış, yerleşim yerleri yakılmış ve yıkılmıştır. Kudüs tarihine bakıldığında çok dramatik bir tablo görürüz. Kudüs Ortadoğu'nun temel sorunudur. Üç dinin kutsallarının ve tarihi bağlantılarının olduğu bir beldedir. Her kesim oraya hâkim olmak istiyor. Oraya hâkim olan bütün Ortadoğu'ya hâkim olacağını biliyor. Bu nedenle Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi Müslümanlar da Kudüs'ü önemsemişlerdir. 1.Haçlı seferinin ayrı bir yeri vardır. Tarih: 1099. Doğu Akdeniz'de devletler kuran haçlılar, güçlerini birleştirerek Kudüs'e yöneldiler. Kudüs'e hâkim Müslüman Fatimi'ler, burayı korumak için yeterli tedbirleri alamamışlardı. Sekiz günlük bir savunma sonrasında, Kudüs'ü haçlılara teslim ettiler. 15 Temmuz 1099'da Kudüs'ü ele geçiren Haçlılar, Mescidi Aksaya saldırdılar ve orada korkunç bir katliam yaptılar. Komutan Raymond Papaya gönderdiği zafer mektubunda: “Eğer düşmanlarımıza Kudüs'te neler yapıldığını soracaksanız, atlarımız Müslüman kanından deniz içerisinde çizmelerimize kadar batmış olduğunu bilmenizi isterim.” Diyordu. Araştırmacı yazar V. Durant, bu olayla ilgili kitabında, “Müslüman kadınlara mızraklar ve kılıçlar sokularak öldürülüyor, annelerinin kucağından zorla alınan bebekler surların üzerinden itilerek ya da kafaları parçalanarak öldürülüyorlardı” der. Bu işgalden sonra İslam dünyası şok yaşamıştır. Halife Ömer gibi, Alparslan ve Nurettin Zengi de Kudüs'ü Haçlıların işgalinden kurtarmak istemişlerdir. Kudüs'ü tekrar Fetih etmek için en çok gayret gösteren Lider şüphesiz Nurettin Zengi'ydi, ancak ona nasip olmadı. Haçlı işgalinden yaklaşık yüz yıl sonra Kudüs'ün Fethi; Kudüs, Haçlı işgalinde oldukça, Sarayda değil çadırda yatan Şarkın Şanlı ve En Sevgili Sultanı Selahattin Eyyubi'ye nasip oldu. O da halife Ömer gibi, onlara insanca, İslam inancına, İslam Medeniyet anlayışına uygun davrandı. Ruhu şad, mekânı cennet olsun diyoruz. Hz. Ömer de Kudüs'ün Fethi sonrası, teslim almak için Medine'den Kudüs'e devesiyle geldi, yolda hizmetçisiyle deveye sırayla binmişti. Kudüs'ün anahtarını ona teslim ettiklerinde namaz için mabede davet edildi, ama o “namaz kıldığım yeri Cami'ye çevirirler diye” teklifi kabul etmemişti. İşte bizim İslam medeniyet anlayışımızın temel esasları bu ruh ve bu anlayıştır. Bir de bu zalimleri düşünün… Maalesef tarihsel hafızamız dumura uğramış durumda, ait olduğumuz medeniyetin temel değerlerinin farkında değiliz ve körü körüne bir batı hayranlığı içine düşmüşüz. Bu yetmiyormuş gibi muasır medeniyete ulaşma adına kendi değerlerimizi küçümseme bedbahtlığını bile gösterebilmişiz. İsrail vahşeti ve onun destekleyip şımarttığı batının tarihte olduğu gibi bugün de ortaya koyduğu barbarlığın ve vahşetin arka planının değersel yargılarını içeren medeniyet anlayışını sorgulamak için yaşananları bir fırsat olarak görüyorum. Bize yakışan, inanç ve medeniyet anlayışımıza dayanarak Muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak olmalıdır… İnsanın; Neredesin Ey Sultan Abdulhamit! Sana ve Filistin'e komplo kurmalarına rağmen, karşılarına durdun ve şöyle dedin: “Size asla vermem! Size Filistin toprağının tek karış toprağını Asla vermem! Benim vücudum ve etlerim paramparça doğransa bile!” Ona, “devletinin bütün borçlarını sileriz ve sen yine Sultan olarak devam edersin!” Dediler. Ama o, “Filistin benim şahsi malım değil, Filistin tüm Müslümanlarındır! Eğer onu size verirsem kıyamet günü Rabbim'e ne derim?” diyerek cevap verdi. Kendisi, Siyonizm'in ve Batılı güçlerin yerli işbirlikçileri tarafından tahtan indirildi ve kızıl Sultan olarak ilan edildi… Şimdi yine diyoruz. Neredesin Ey Sultan… Neredesin Ey Selahattin! Neredesin Ey Müslüman... Filistin'e sahip çıkmak Müslümanların onurudur, namusudur, kutsalıdır, emanetidir. Bir zamanlar Kudüs fatihi Hz. Ömer ve Selahaddin Eyyubi tarafından barış, hoş görü ve kardeşliğin götürüldüğü, yüzyıllarca Kudüs halkının can ve mallarının emniyet altında olduğunun ilan edildiği ve Kudüs halkının inançlarına uygun yaşama özgürlüğünün tanındığı beldelerde, maalesef bugün vahşet kaplamış durumda… Görünen sadece utanç tablosudur. Bu utanç başta İsrail ve onun destekçilerine, ayrıca gönlü bu vahşete razı olmayan ancak kendine düşen görevi yerine getiremeyen tüm diğer insanların üzerinde kalacaktır… İsrailoğulları'nın İlahi Cezalandırma zamanı geldi mi? “Küfür devam eder ama zulüm devam etmez.” Diye bir söz vardır. Bu sözün zamanı geldi. İsrail'in yıllardır Filistin'de yaptıklarına bakılırsa, isyanları ve bozgunculukları nedeniyle tarihte yaşadıkları iki felaketin bir benzerini daha yaşayacaklarını Kur'an'ın ayetleri haber veriyor: İsra suresinin 4- 8. Ayetlerinde bu durum dile getirilmektedir. 4.ayette, “Biz kitapta İsrailoğulları'na şöyle bildirmiştik: “Yeryüzünde mutlaka iki defa fesat çıkaracak, çok böbürleneceksiniz.” Der. Sonraki ayetlerde cezalandırdığını, söyler. Devam ayetlerde, İsrailoğullarına tekrar üstünlük, servet ve oğullar verdiğini söyler. İsrailoğulları'nın tekrar fesada ve bozgunculuğa başlayınca, Allah tekrar düşmanlarıyla onları cezalandırdığını, mescitlerini çiğneyip ele geçirilen her şeyi yakıp yıktıklarını söyler. Yani İsrailoğulları iki defa azmış ve Allah onları iki defa çok ağır cezalandırmıştır. Bunlardan birincisi, Kudüs'ün M.Ö. 598 yılında Babiller tarafından işgal edilmesi ve Babil sürgünüdür. Bu sürgünde şehirleri ve mabetleri yerle bir ediliyor, kitapları yakılıyor ve Babil'e esarete sürgün ediliyorlar. Diğer ikincisi ise M.S. 70 yılında Roma tarafından yapılan işgaldir. İsra, 8.Ayet ise çok önemlidir. İsrailoğulları uyarılır. “Eğer fesatçılığa dönerseniz biz de cezayı tekrarlarız” der. Bu ayet İsrailoğullarına büyük bir uyarıdır. İsrail, 75 yıldır Filistin'de kan akıtıyor, zulüm işliyor. Bu ayete göre belki de İsrailoğulları'nın üçüncü kez cezalandırmaları söz konusu olacaktır. O zaman belki de bu zamandır. Allah'tan bu cezayı Siyonist İsrail'e ve onu destekleyenlere bir an önce vermesini bekliyoruz. Türkiye dış politikada, aktif ve kendi tarihsel rolüne uygun davranmalıdır. Türkiye bölgede artık önemli bir aktördür. Türkiye ait olduğu medeniyet değerlerine uygun politikalar izleyerek tarihteki rolünü yeniden oynayabilir. Selam ve sevgilerimle… YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?11 Ağustos 2024 Düşünme Örgümüz ve Ülfet Tuzağı: ATEİZM VE AGNOSTİSİZM25 Haziran 2024 Bilimsel Bilgiye Müslümanca ve Ateistçe Bakış!
|