Ömür dediğinBir insan ömrünü neye vermeli Bir kan pıhtısıyken başlıyor ömür serüveni. İlk günü insanoğlunun dünyaya teşrif etmesinden önce sayılmaya başlıyor. Yazılar yazılmaya, günler ta'dad edilmeye, hesaplar yapılmaya, kaygılar cenginde dualara başlanır… Evlatları oluyor insanların, anne baba olurlar hep. Kimi gözü gibi sakınır evladını her şeyden, yemez yedirir, giymez giydirir. O gülünce gülüyor, ağlayınca ağlıyor. Yıllarını, gençliğini veriyor ana baba. Ömür gidiyor, ömür törpüsü gelir kimi çocuklar için, anne babayı törpülüyor baba ise anneyi, evlat her ikisini. Belki farkında olmadan anne baba, sevgi zannederek yahut sevmenin bu olduğunu zannederek olur olmaz istekleri kabullenir. Ve bir üç beş… Evladını hiç gocunmadan hayata hazırlar, üstelik her biri tarafından ayrı ayrı törpülenerek örselenerek, her biri tarafından ayrı ayrı dertlenerek. Zamana yetişmeye çalışıyor onlar, “bizim zamanımızda…” diye başlayan cümleleri çoğu kez müstehzi bir eda ve kahkahalarla kesilir. Zamanında yaşadıklarını anlamak bir yana, dinlemek bile zor geliyor kimi zaman evlatlara. Yine de kızmıyor ebeveyn. Kırılan kalbini kendince toparlayıp evladının kalbini kırdım mı diye endişeye kapılır. Ömür dediğin evlat sahibi olduktan sonra hızla eriyor. Sorumlulukları artıyor anne baba olunca insanın. Bir yanda evlatların sorumlulukları, bir yanda ana babasını zamanında üzmüş olmanın yürek sızısıyla devam ediyor. Çünkü yaşadıkça anlıyor ana babasının ne kadar çırpındıklarını. Ve ne kadar bu çırpınmanın farkına vardığını her gün bir parça eriyip harcanan ömründe görmeye başlıyor. Ömür dediğin çoğu zaman kendinden, kendi nefsinden istediklerinden ödün vermektir ebeveyn için. Evladım yesin, evladım giysin, evladım gezsin diyor ve fark etmeden çoğu zaman zaruri ihtiyaçlarını yok saymasına neden oluyor. Farkında olmadan ana babaya karşı bencil evlatlar yetiştiriliyor ve tabir yerindeyse sevgi verilmesi gerekenden fazla dozda verildiği için doz aşımına uğruyor, sevgiden ziyade fedakârlık da denebilir buna. Söz geçirilemez bir şefkat, merhamet ve sınır konmaz bir fedakârlık… Hayatın hengâmesi, zamanın hızla geçişi yoğuruyor insanı hamur misali. Yoğruldukça özleşiyor ömür, geçtikçe olgunlaşıyor. Ne kadar kendi olabiliyor insan ne kadar kendini yaşayabiliyor? Rolleri arttıkça kendine ayırdığı zaman da azalıyor. Ömür geçiyor, nice arzular nice özlemler ukde oluyor içinde. Bencillik beliriyor yüreğinde insanoğlunun, kendi çıkarları geleceği uğruna en yakınını harcamaktan çekinmiyor. En yakınının ömür törpüsü oluyor onun en güzide duyguları. Ve fedakârlığı üzerinden geçiniyor ve tabir yerindeyse ömrünü yiyor. Çoğu zaman insan, yalnızlığın kendine zaman ayırma açısından iyi olabileceğini düşünüyor, bu sebeple sevdiklerini üzebiliyor. Oysa roller arttıkça paylaşım da artmalı. Paylaşımla birlikte hayatın yükü hafifliyor çünkü. Yeni şeyler öğreniyor insanoğlu zamanla. Her geçen yıl hayata baktığı pencere genişliyor, çalışmalarının neticesini alıyor. Elbette ki istisnai durumlar da yaşanıyor ama bu neticeyi hiçbir zaman değiştirmiyor. Elimizde avucumuzda ne varsa harcıyoruz. Ömür de dâhil. Ömür dediğin, su misali akıp gidiyor, kimi zaman sessiz usulca, kimi zaman azgın dalgalar misali bentleri yıkıp geçerek. Ömür dediğin, harcanıyor işte bir şekilde, hesap yapılsa da yapılmasa da, göz açıp kapayıncaya kadar yıllar birikiyor arkamızda. Takdir edilene irademiz eşlik ederek, doğrulara ulaşarak, yanlışları yaşayarak, ibret alarak, kimi zaman dertlenerek, acı çekip çektirerek çoğu kez, düşe kalka, zengin yoksul, iyi ebeveyn olma çabası taşıyarak, belki kariyer kavgasına düşerek, severek sevdirerek ilkbaharı sonbaharı eriyor ömrü insanın, harcanıp gidiyor ömür dediğin. Ve son söz Cahit Sıtkı Tarancı'nın; YORUM YAZIN ![]()
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 13 Temmuz 2015 Kadir gecesi / risaletin gecesi02 Ekim 2014 Kurban terkedilmemesi gereken bir sünnettir26 Temmuz 2014 Ramazan hilali- 219 Temmuz 2014 Zekat verilecek kimseler- 2
|